Daha önceki devirlerde görülen «İslamcılık», «Osmanlıcılık», «Batıcılık» akımlarına, 1911’den sonrasında ortaya çıkan «Türkçülük» akımının da katılmasıyla, Meşrutiyet devrinde «Osmanlı toplumunda dört politika akımı yer almıştır. (bkz. Düşünce Akımları)
İslamcılık, «kavmiyyet» (kavimcilik) düşüncesine karşı koyup, tüm İslâm kavimlerinden birleşik bir «İslâm birliği», büyük bir İslâm devleti kurma ülküsü idi.
Osmanlıcılık, çeşitli uluslardan (Türk, Arap, Arnavut, Ermeni, Yunan, Sırp, Bulgar, vb.) birleşik Osmanlı devletinde bir Osmanlı ulusçuluğu kurma ülküsü idi.
Batıcılık, devamlı yenilgilerle çökmeğe süregelen devleti kurtarmak için, toplumu Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçirme çabası idi.
Ne var ki, gerek Balkanlarda yaşayan Hıristiyan uluslar (Yunanlar, Bulgar’lar, vb.), gerek hiçbir toprak temeline dayanmayan Hıristiyan azınlıklar (Ermeniler) içinde, ilkin Rusya’nın, sonrasında da Avrupalıların kışkırtmalarıyla süregelen «ulusçuluk» hareketi, Osmanlıcılık düşüncesinin ve Osmanlı devletinin yıkımını hazırlamış; ek olarak, Müslüman uluslar (Araplar, Arnavut’lar) içinde da uyanan bağımsızlık istekleri, Osmanlıcılık ülküsünden başka İslamcılık ülküsünün de yıkımına yol açmıştır. Diğer taraftan, Batıcılık hareketi de, ekonomi alanında Batı sermayesine kayıtsız şartsız teslim olma sonucunda, politika alanında devleti bir Batı uyduluğu haline getirmiştir ki, bu da, İmparatorluğun yıkımını hızlandıran başlıca nedenlerden biri olmuştur.
İşte bu devirde (Meşrutiyet devrinde), İmparatorluk içindeki çeşitli ulusların kendi benliklerine dönme eğilimi karşısında, kimi aydınlar, devletin çeşitli uluslara değil, «millet-i hâkime» (egemen millet) diye adlandırılan aslolan sahibine, kısaca Türk halkına dayanması gerektiği düşüncesine ulaşmışlardır. Bu fikir, aydının halka yönelmesine yol açmış ve «halka doğru» diye adlandırılan bu davranışın doğurduğu ulusçuluk akımına o devirde «Türkçülük» adı verilmiştir. Toplumsal devrimler yapmak için Türk halkına erişme amacını güden «halka doğru» hareketi, «Türkçülük» adını aldıktan sonrasında, kimi İstanbul aydınları içinde, halılar, çiniler, ibrikler, mangallar, çubuklar, tespihler, vb. ile döşenmiş evlerde oturma anlamında yorumlanarak, bir «gelenekçilik» hâline sokulmuş, böylece, aslolan amacından tam ters bir yöne çevrilmiş; bir süre sonrasında, bu Osmanlı gelenekçiliği ile de yetinilmeyerek -biraz da Rusya göçmeni Türk’lerin etkisiyle- tüm Asya Türk’lerini içine alan büyük bir «Turan» devleti kurma hayaline erişilmiş; böylece, «halka doğru» hareketi, Türkiye Türk’lerini çağcıl (çağıl), demokratik bir millet haline getirme yolundan saparak, «Turancılık» kılığına girmiştir.
Politika alanındaki bu «halka doğru» hareketi, edebiyatta «ulusal kaynaklara dönme» düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. «Ulusal kaynaklara dönme» sözü, dilde sadeleşme, yerli yaşamı yansıtma, şiirde aruz Ölçeği (vezni) yerine hece ölçeğini kullanma ve Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanma anlamında kullanılmış; bu tarz şeyleri gerçekleştirmeyi ideal edinen edebiyata da «Ulusal Edebiyat» (ulusal edebiyat) adı verilmiştir.
Edebiyatımızın bu süreci, «Meşrutiyet» (1911-1918) ve «Mütareke» (1919-1922) devirlerini içine alır. Meşrutiyet devrinde yetişen sanatçılar çoğu zaman 1880 kuşağı, Mütareke devrinde yetişen sanatçılar da çoğu zaman 1890 kuşağıdır.
«Millî Edebiyat» Hikâye ve Romanlarının özellikleri:
1 – Bu devir hikâye ve romanlarının en mühim özelliği «mütevazı dil» ile yazılmış olmalarıdır.
«Halka doğru» gitmek isteyen aydının halkla antak kalma ve aradaki uçurumu doldurma çabası, ortaya ilk olarak «dil» sorununu çıkarmıştır. Böylece, tâ Tanzimat edebiyatından beri ara sıra üstünde durulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen ve Şinasi‘nin deyişiyle «tüm halkın kolaylıkla anlayabileceği yolda» yazma, kısaca konuşma dilini yazı dili yapma dâvası bu devirde kati clarak benimsenmiştir. Bu dâva, Selanik’te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafınca çıkarılan Genç Kalemler (Nisan 1911) dergisinde «Yeni Lisan» adıyla ileriye sürülmüş ve «millî edebiyat»m «millî lisan »dan doğabileceği görüşü savunulmuştur. Yalnız sözde kalmayıp başarıya ulaşmış örneklerle de desteklenen bu hareket kısa bir zamanda tutunmuş ve tüm XX. yüzyıl Türk edebiyatının ayırıcı niteliği olmuştur. Bu bakımdan, 1911 yılını «Millî Edebiyat» akımının olmasıyla birlikte XX. yüzyıl Türk edebiyatının da başlangıç zamanı olarak kabul ediyoruz.
2 – «Millî Edebiyat» akımının hikâye ve roman alanındaki en mühim özelliklerinden biri de, «memleket edebiyatı» çığırının başarıya ulaşmış ilk örneklerinin verilmiş olmasıdır. Daha önceki Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarında vakaların İstanbul sınırları içinde hapsedilmesine, yazarların memleket problemlerine kapalı durmasına karşılık, bu devirde, «halka doğru» hareketinin bir sonucu olarak, tüm sanat eserleri, bilhassa hikâye ve roman, yurdun her köşesine açık tutulmuş ve her tabakadan halkın yaşamı mevzu olarak ele alınmıştır.
3 – Gözleme dayanan bu davranışın bir sonucu olarak, bir çok yazarlar Realizm (Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refit Halit, Reşat Nuri, Memduh Şevket, vb.), hattâ kimileri Doğacılık (Selâhattin Enis, kimi hikayeleriyle F.Celâlettin, kimi romanlarıyla Osman Cemal, vb.) ilkelerini benimsemişlerdir.
Ayrıca şu noktayı da belirtmek gerekir: Sanatçının devlet tarafınca korunması geleneğinin hâlâ sürdüğü bu devirle, Cumhuriyet devrinin ilk döneminde, sanatçılar, hükümetin hoşuna gitmeyecek gerçeklere değinmekten kaçınmışlar, bir çeşit «tatlı su gerçekçiliği» ile yetinmişlerdir. Memleketin ve köyün acı gerçeğine arada bir değinme eğilimi gösteren bir yazarımız (Memduh Şevket Esendal) uzun seneler eserlerini yayımlamamış, yaşamının son yıllarında yayımlamağa başladığı süre da adını açıklamaktan kaçınmış; köyün sefaletine eğilen ve aydınla köylü arasındaki manevî uçurumu tema olarak ele alan başka bir yazarımızın o alandaki tek eseri (Yakup Kadri: Yaban) politika çevrelerinde iyi karşılanmamış; bir başka yazarımız da, memleketimizde yüzyıllar süresince hususi çıkarları maskelemek için uygulanagelen din sömürücülüğü vakasını işlemişse de (Reşat Nuri: Yeşil Gece) -belki de kulağı büküldüğü için- tekrar o şekilde tellere-basmamış, hattâ harp aleyhtarı bir temayı işlediği söylenen Mehmetçik romanını tamamlamaktan vazgeçmiş, eğer tamamladıysa yayımlamamıştır.
(Yurdun toplumsal gerçeklerini cesaretle ele alma işi, sanatçının devletçe korunması geleneğinin bırakıldığı devirde yaygın bir akım halini almış, devlete değil, okuyucuya dayanan Cumhuriyet kuşağının çabalarıyla edebiyata mal edilmiştir.)
4 – Gözleme ehemmiyet vermenin bir sonucu olarak, Meşrutiyet devrinin Turancılık (Halide Edip: Yeni Turan; Müfide Ferit: Aydemir), Türkçülük (Ulusçuluk), Osmanlıcılık (Ömer Seyfettin: Eshâb-ı Kehfimiz, Kırmızı Bayraklar, vb.), İslamcılık (Reşat Nuri: Yeşil Gece), Batıcılık (Yakup Kadri: Kiralık Konak; Reşat Nuri: Yaprak Dökümü; Peyami Safa: Fatih-Harbiye), kimi eserlerde tema olarak ele alınmıştır.
5 – Kimi sanatçılar gerçekçi yöntemden yararlanmakla beraber, toplumsal vakaları dahi bireysel bunalımlar açısından ele alıp ruh çözümlemelerine ehemmiyet vermişler (Peyami Safa), kimileri de Osmanlı toplumunun yıkılış çağındaki üst kat insanlarının kaygısız yaşayışlarının özlemini anılar çerçevesi içinde, gene bireysel açıdan ve Proust yöntemiyle işlemişlerdir (Abdülhak Şinasi).
6 – Kimi sanatçılar da Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim yolunu sürdürmüşlerdir (Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, kimi hikayeleriyle F. Celâlettin).
7 – Parti kavgalarının kızıştığı Meşrutiyet ve Mütareke devirlerinde okuyucunun mizaha ve toplumsal yergiye düşkünlük göstermesi, o dönemde birçok gülmece dergisinin çıkmasına, bunun sonucu olarak da, o hava içinde yetişen birçok yazarın (Ömer Seyfettin, Refik Halit, Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, Reşat Nuri, Mahmut Yesari, kimi hikayeleriyle F. Celâlettin) mizaha eğilim göstermesine yol açmıştır.
8- Bu zamanda, hikâye ve romanlarımızda teknik gelişmiş, hattâ bazı yeni denemelere dahi girişilmiştir (Ömer Seyfettin: Efruz Bey; Refik Halit: İstanbul’un İçyüzü).
«Millî Edebiyat» Hikâye ve Roman Yazarlarının Başlıcaları Şunlardır:
1. Ömer Seyfettin
2. Halide Edib Adıvar
3. Yakup Kadri Karaosmanoğlu
4. Refik Halit Karay
5. Ercüment Ekrem Talu
6. Selâhattin Enis (Atabeyoğlu)
7. Osman Cemal Kaygılı
8. Fahri Celâlettin (Göktulga)
9. Reşat Nuri Güntekin
10. Peyami Safa
Bunların bir bölüğü (1-6) Meşrutiyet devrinde, bir bölüğü de (7-10) Birinci Dünya Savaşı sonlarında ve Mütareke devrinde sanat hayatına atılmış, hepsi de Cumhuriyet devrinde çalışmalarını sürdürmüş ve ünlerinin doruğuna ulaşmışlardır.
Bu Devrin Diğer Hikâye ve Roman Yazarları:
11. Memduh Şevket Esendal
12. Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)
13. Mithat Cemal Kuntay
14. Sermet Muhtar Alus
15. Abdülhak Şinasi Hisar
16. Mahmut Yesari
Bunlar, kendi çağlarında edebiyatın eleştiri, fıkra, yazı, oyun, şiir, vb. benzer biçimde başka dallarında yazı hayatına atılmış, hikâye ve roman türündeki eserlerini Cumhuriyet devrinde vermişlerse de, üslup, dil ve sanat anlayışı bakımından Cumhuriyetten önceki devire bağlı kaldıklarından, o devrin sanat akımı içinde ele alınmışlardır.
Başka Hikâye ve Roman Yazarları:
Yukarda anılanlar haricinde, bu zamanda hikâye ve roman alanında yaratı veren bazı yazarlar daha yetişmiştir. Üzerlerinde durmayı lüzumlu görmediğimiz bu yazarların başlıcaları şunlardır: Aka Gündüz, Raif Necdet Kestelli, Müfide Ferit Tek, Selâmi İzzet Sedes, Suat Derviş, vb…
(Kaynak: Cevdet Kudret,Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman)