Neyzen Tevfik (Doğum: 24 Mart 1879, Bodrum – Ölüm: 28 Ocak 1953, İstanbul)
Neyzen Tevfik, aslen Bafra (Samsun)nun Kolay nahiyesinden Hafız Hasan Fehmi Efendi ile Bolu’nun Müstahkimler nahiyesinden, Hatipoğullarından Emine Hanım’ın oğlu olarak, Muğla Bodrum’da dünyâya geldi. Babası öğretmendi ve Bodrum Rüşdiyesi (lisesi)’nin de kurucusuydu.
Tevfik, iptidâi mektebi (ilkokulu) ve rüşdiyeyi Bodrum’da okudu. Babasının belirleme edilmesiyle aile Urla’ya göç etti. Ufak Tevfik burada, ara sıra kendisini sar’a benzer biçimde krizle yakalayan sinirli bir hastalığa tutuldu. Doktorlar, ailesine onu sıkmamalarını, kendi hâline bırakmalarım tavsiye ettiler. Bu hastalığı ve tedavisi için meydana getirilen tavsiye, kendisine disiplinsiz ve derbeder hayatında âdeta bir yaşama felsefesi olacaktır.
Tahsilinde, içkiye aşırı düşkünlüğünde, dilini sakınmayan davranışlarında, aile yaşamının düzensizliğinde hep onun sıkılmaması, sıkıştırılmaması benzer biçimde çevresinden gelen bir çekingenliğin de görevi muhakkaktır.
Tahsilini tamamlamak suretiyle yatılı olarak verildiği İzmir İdâdisi’nde de fazla kalamaz. Hastalığı ve mizacı sebebiyle kendisine çevrilen meraklı gözler Tevfik’i daima rahatsız etmiştir. Mektebin kalabalığı da Onu sıktığından kendisine daha yeni ve daha müsamahalı çevreler arar. Urla’da bir berber dükkânından işittiği ney sesi hayatına ilk önemli istikameti verir. Gönül ehli ve mevlevî-meşrep bir zât olan berber Kâzım Efendi, Tevfik’e ilk ney derslerini verir. Neyi üflemesindeki hususiyeti keşfeden Kâzım Efendi onu İzmir Mevlevîhanesi neyzenbaşısı Cemâl Bey’e gönderir. Böylece genç Tevfik kendisini aniden bir sanat çevresinde bulur. Esasen ufak yaşlarında Bodrum’a gelen saz şairlerini dinleye dinleye şiire de heves duymaya adım atmıştır. İzmir Mevlevîhânesi, onun bu tarafınıda geliştirir.
Şiir ve musiki merakı, onun disipline sığmayan ruhu için daha elverişli bir ortam hazırlar. Devrin şöhret yapmış sanatkârları ve şairleri Mevlevihane’nin müdavimidirler. Neyzen Tevfik bunlar içinde meşhur hiciv şairi Eşref‘i, Tokadî-zâde Şekib’i, Tevfik Nevzad’ı, Abdülhalim Memduh’u, Bıçakçızâde Hakkı’yı tanır.
Hastalığına zarar vermiyecek kadar olsun medrese tahsili görmesini isteyen Hasan Fehmi Efendi, oğlunu, çeşitli hocalar için tavsiye mektupları vererek İstanbul’a gönderir. Neyzen Tevfik böylece 19 yaşlarında bir delikanlı olarak İstanbul’a gelir (1899). Fatih civarındaki Fethiye Medresesine girer. İzmir’deki sanatkâr çevresine karşılık burada kendisini ulema içinde bulmuştur. Bununla beraber edebiyatı da seven bu çevrede Neyzen, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendiyi, Hersekli Arif Hikmet’i, Halil Edib’i, İbnülemin Mahmut Kemâl’i tanır. Daha önemlisi, kendisinin, birçoklarına acayip gelen hâllerini hoş karşılayan, himaye eden bir dost bulmuştur: Mehmed Akif. Akif ona Arapça, Farsça ve Fransızca öğretiyor, o da Akif’e ney üflemesini gösteriyordu. Gene Mehmed Akif’in vesilesiyle gelişen musiki kabiliyetiyle musiki âlemlerinin yapıldığı konaklara, hattâ saraya kadar girme imkânını buldu.
Neydeki şöhreti gittikçe genişledi. Ahmed Rasim, Tanburî Cemil, Hacı Arif Bey, Udî Nevres benzer biçimde daha rind-meşreb insanları tanıdı. Bir taraftan da şiir yazıyordu. Bu seneler, Sultan II. Abdülhamid devrinin son zamanlarıydı. Artan baskı ile birlikte, siyâsî gizli saklı faaliyetler de çoğalmaktaydı.
Âdaba ve protokole sığmayan Neyzen Tevfık’in mizacı bu benzer biçimde gizli saklı toplantılarda birden patlak veriyor, olurolmaz sözleri hafiyelerin kulaklarına gidiyordu. Bu sebeple birkaç kere tutuklandı. Bu durum, onun yaşamını daha da disiplinsiz bir hâle getirdi. Kendisini içkiye verdi ve meyhanelere dadandı. Vaktiyle İzmir Mevlevîhânesi’nden gelirken getirmiş olduğu tavsiye mektuplarıyla, bir taraftan da Mevlevi çevrelerde dolaşıyordu. Yenikapı ve Galata mevlevîhaneleri’nde çaldırmış olduğu ney, öteki yaşayışının disiplinsizilğine karşın, saygınlık görüyordu. Bektaşî tekkelerinde ise başka türlü bir saygınlık buluyordu. Böylece yaşamının ve felsefesinin ikiliği gittikçe daha da belirli olmaya başladı:
Aksedince gönlüme şems-i hakikat pertevi
Meyde Bektaşî göründüm, neyde oldum Mevlevi.
Devlet merkezinden daha uzak bir çevre ona daha özgür yaşamak için cazip görünüyordu. 1903 senesi ocak ayının son günlerinde bir yolcu vapuruyla Mısır’a gitti. Buradaki yaşamı tam bir maceradır. Kâh asîl konaklara çağrı ediliyor, neyi ve sohbeti dinleniyor, kâh süflî bir halde günlerini şurada burada geçiriyordu. Bâzan Camiü’l-ezher’de derslere devam ediyor, bâzan Mısır’ın varlıklı musikiseverlerine ney dersleri veriyordu. İstanbul’da Meşrutiyet’in ilânını duyunca Mısır’dan ayrıldı, 21 Ağustos 1908’de İstanbul’a döndü.
Bazan zenginlerden himaye gören, bâzan arkadaşlarının evinde kalan, oldukça kere da kahvelerde barınan Neyzen Tevfik’in tertipli bir işi olmamıştır. 1930’lardan sonrasında, İstanbul Belediyesi’nin, sâdece himaye maksadıyla kendisine verdiği bir mikdar aylığı karşılığı herhangi bir işi de olmadı. 28 Ocak 1953’te İstanbul’da öldü. Cenazesi Kartal mezarlığına götürüldü.
Neyzen Tevfik’in yaşamı benzer biçimde, musikişinaslığı ve şairliği de yaşamının akışı içinde hiçbir programa girmeyen, tesadüfi bir gelişme gösterir. Neyzenliği, fıtrî kabiliyetinin, ara sıra dışa vuran bir dehası şeklinde, tüm musikiseverler içinde daima büyük takdir görmüştür.
Şairliği için aynı Şeyi söylemek mümkün değildir. Çocukluğunda saz şairleriyle karşılaşan Neyzen’in söyleyişlerinde yer yer halk şiirinin izlerini görmek mümkündür. Fakat bu alanda da, daha başarı göstermiş örnekleri, Bektaşî nefeslerinden ilhamlar gösteren şiirleridir. İzmir’deki şairler çevresinde o, daha oldukça eski şiirimizin, geçen asrın sonunda devam eden uzantısında bir seçimi benimsemiştir. İlk şiiri 19 yaşlarındayken Muktebes dergisinin 13 Mayıs 1898 tarihindeki 18. sayısında çıkar:
Dilşikârım sen tutsak ettin dil-i nâşâdımı
Şivekârım, levha-i hüsnün gönül sayyâdı mıDüştüğüm gündenberi gafletle hüsnün damına
Eyledin eflâke i’lâ âhımı feryadımıHançer-i hicrinle cânâ sinemi çâk eyledin
Aşık incitmek acep cananların mutadı mıGözlerin mir’ât-ı İskender benzer biçimde yaktı beni
Tîğ-ı çevrin etti viran hâne-i abadımıHak seni Tevfik’e mazhar eylesin ey bivefâ
Eyledi aşkın perişan fikr-i istidadımı
Neyzen bu şiir tarzını devam ettirecek olsaydı devri içinde kaybolup giderdi. Sadece İstanbul’a gidişi, bilhassa bir taraftan Mevlevî-Bektâşî dergâhlarına devam edişi, öteki taraftan Mehmed Akif le arkadaşlığı ona yeni ufuklar göstermiştir.
Bununla birlikte şiirini de ilhamın tesadüflerine bırakmış, bulmuş olduğu zayıf bir teknikle, dehâsının ara sıra fışkıran harikulade hikmetleri yanında, oldukça kere siyasî-didaktik bir yol tutturmuştur.
Devrinde, bilhassa Akif’le, oldukça rahat bir şiir dili tekniğini kazanmış olan aruz, Neyzen’in şiirinde hâlâ bir yığın arıza gösterir. Şekilde, gazel ve kıtalardan başka bir biçim denemeye gerek görmemiştir. Servet-i Fünûn’un getirmiş olduğu sanat endişeleri onu ilgilendirmemiştir, denilebilir. Hece veznini kullanışında da aynı itinasızlık dikkati çeker.
Kendisinin tutuklanmalarına sebep olan, sakınmaz sözleri, gitgide müstehcen bir vokabüler olmuş, böylece, birazcık da mizacı gereği, şiirde hiciv yolunu tercih eder olmuştur. Bununla birlikte, bu müstehcenliğin haricinde Neyzen Tevfik, Nefî‘den beri gelen hiciv geleneği içinde, kelime ve zekâ oyunlarına dayanan başarı göstermiş kıtalar ortaya koymuştur.
Aslolan şiir kıymeti taşıyan manzumeleri, tüm bu şiirler içinde, bazan tüm bir kıta hâlinde, bazan yalnız bir tek mısra olarak tasarlayacağımız mistik temayülleridir. Bunların bir kısmı, Mevlevîlik’in tesiriyle yazdığı, islâmî âdabı takib edenlerdir. Daha Bektaşîce olanlarında ise Neyzen’in serâzâd temayülleri hissedilir. Kadere isyan etmiş olduğu bâzı manzumelerinde ise, tıpkı siyâsî hicivlerinde olduğu benzer biçimde, rindliğin de üstünde, kötümser ruh halinin küfre varan tezahürleri görülür.
Neyzen Tevfik, neyzenliği ve şairliği haricinde, kendisine isnad edilen bir yığın fıkra ile, yaşamış olduğu dönemde İstanbul’un renkli simalarından biri olmuştur.
Ek olarak bakınız ⇒ Neyzen Tevfik Yazınsal Kişiliği
Neyzen Tevfik’in Eserleri
- Asla (1919);
- Azâb-ı Mukaddes (1924, 1949).
Kaynakça: K. Onan, Hiciv Üstadları, Neyzen Tevfik, Ozan Eşref; Hilmi Yücebaş, Neyzen Tevfik, Yaşamı, Hatıraları, Şiirleri (1973); Mehmet Ergün, Neyzen Tevfik ve Azab-ı Mukaddes’i (1983). Alpay Kabaralı, Çeşitli Yönleriyle Neyzen Tevfik, İst. 1987.
Neyzen Tevfik Şiirleri
Video: Geçer Şiiri – Neyzen Tevfik
GEÇER
Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fâni gibidir; gün de geçer, dem de geçer,
Ram karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer, gussa-i mâtem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer.
Bu tecelli-i yaşam aşk ile büktü belimi,
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi ?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu’unun filimi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.
İbret aldın okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan,
Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan âradan,
Önü yoktan, sonu yoktan bu kuru da’vadan,
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre,
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Ma’rifet mahkemesinde verilen hükme bakılırsa,
Aden batkı eder, efsane-i Âdem de geçer.
Serseri Neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi’ gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne .
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hak olur pir-i mungan, sohbet-i hemdem de geçer.
Neyzen Tevfik Kolaylı (İstanbul – 1943)
Lügat:
ram : Boyun eğen, itaat eden
hande-i hurrem : Şen gülüşler
devr-i şadi : Memnunluk, sevinçlilik devri
gussa-i matem : Matemin kederi
an-ı dem adem : İnsanın nefes alma anı
tecelli-i yaşam : Yaşamın talihi (yada cilvesi)
saz-ı kaza : Mealen : kaderin sazı
dest-i yazgı : Kaderin eliyle (yardımıyla)
şu’un : Vakalar (meydana gelen)
gulgule-i Cem : “Cem” hususi isim olarak yazıldığından Hz. Sülayman’ın lakabı olarak alınır (Bununla beraber Büyük İskender’in de lakabıdır) ve tercüme “Hz. Süleyman’ın sesi” olarak yapılabilir.
niyyet-i hilkat : Yaradılışın amacı
aşk-ı cihan : Dünya aşkı
âra : Mıntıka bölge
gayret-i gufran : Affetme, acıma etme niyeti
türe : Hak, hukuk, hakkaniyet
efsane-i Adem : Hz. Adem efsanesi
avalim : Dünyalar
bedyi’ :Güzellikler
cehlinin : Cehaletinin
pir olmak : Yaşlanmak, yaşlanmış olmak
sakiy-i gül çehre : Gül sunan çehre (yüz).
hak : Toprak
pir-i mugan : Meyhaneci
sohbet-i hemdem : Canciğer dost sohbeti (muhabbeti)
Var Benim…
“Dinleyen her zerreye bir hitabım var benim
Kâinat isminde hiçten bir kitabim var benim.
Ya hitabımdan okusun ya kitabımdan beni,
Yazdığım efsânede on altı bâbım var benim!
Heyetimde bağlaşık magrible maşrık, veche yok,
Gayr-i mer i zerrede bin aftâbım var benim”
Felek
Yamansın daima aldattın beni,
Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek!
Mecnun’sun diyerek Leylâ peşinden,
Tenha vâdilere saldırdın felek!
Rehbersin dedin ben ise kördüm,
Elimle başıma oldukça çorap ördüm.
Kendimi bıraktım âlemi gördüm,
Hesapsız günahlar aldırdın felek!
Şifadır dedin zehir tatdırdın,
Gençliğin okunu boşa attırdın,
Körlerin yurdunda ayna sattırdın,
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek!
Barışmadı gönlüm merd ile zenle,
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle
Hicran köşesinde bozuk düzenle,
NEYZEN’e her telden çaldırdın felek!
Sahra-i cedid 1913
Canan
Sevdalı akşamlar tekin değildir,
Pek dolaşma gönül viranesinde
Gururlu güneşler boyun eğildir,
Latife yoktur aşkın efsanesinde.
Oldukça mutlu yıldızlar çıktı çığırdan,
Farkı yoktur aşıkların sağırdan,
Ilkin dumanları adım atar ağırdan,
Bir cezbeyim aşkın pervanesinde.
İhtimal vermezsin, hem inanmazsın,
Ateşler sarmıştır, sen uyanmazsın,
Mestolduktan sonrasında artık yanmazsın
Gönlüm benzer biçimde hikmet peymanesinde.
Taptığın mihraplar çöker aniden,
Her şey olmuş bitmiş benzer biçimde meydanda
Tutuştu çırağlar, sevda devranda
Yanıyorum sazın teranesinde.
Bir serseriyim ki dur aman bilmiyorum,
Kalbinden başka bir mekan bilmiyorum,
Gök kandil olmuşum, asuman bilmiyorum
Bu mavi gözlerin meyhanesinde.
Karanlık zülfünü bir görmek için,
Gök kanat oldum cin melek için,
Bana yeter artar buselik için
Hatıra telleri dil sanesinde.
Gönül rebabında olması imkansız seviye
Aşkım bu yıldızı yüzünden süzen,
Buluşuruz yarın, geceye Neyzen
Cananın kalbinde, gam lanesinde.
(Azab-ı Mukaddes adlı kitabından alınmıştır.)
ABDÜLHAMİD’İN AĞZINDAN BİR NUTK-I HÜMÂYUN
(İdam cezası almasına sebep olan şiir)
Kal’a-i âsâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam
Ettim istibdad ile tarihe ibka-ı nâm
Öyleki tarsîn eyledim olsa cihan zir ü zeber
Attığım üss-i mezâlim haşre dek eyler devam
Ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin
İltihâbı bir vakit etmez kabul-i iltiyâm
Nerde Cengiz, Engizisyon, nerde Haccac ü Yezid,
Nerde Timur, Hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm
Nerdedir Şeddâd ü Nemrûd, nerdedir Ad-u Semûd
Her cihetçe zâlimân-ı dehre ben oldum imâm
Ben ölürsem mülk-ü millet bitmeden volkan benzer biçimde
Ka’r-ı lâhdimden tüter eflâka dûd-i intikam!
Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin
Fasl-ı dâvâ eylemek’çün rûz-i mahşerde kıyâm!
Dörtlükleri
Kime sordumsa seni, doğru yanıt vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler…
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
“Bizdeki kayda bakılırsa, şimdi o meb’us!” dediler…
Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Bu şekilde bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım eğer olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.
Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Bu şekilde bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım eğer olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.
Felsefemdir kitab-ı imânım,
Taparım kendi rûhumun sesine.
Secde eyler hâkikatim her ân,
Kalbimin âteş-i mukaddesine.
Gözünü aç daha meydan var iken,
Dizginin canbaz elinde Neyzen!
Girmedim ya kapısından baktım,
Aden’i at pazarı sandım ben.
Bî-namaz deyip beni Hak’dan uzak gören,
Sığmaz senin hayâline mihrâb ü mübrem.
Sen mütevazi beş vakitte ararsın Allahını,
Ben daima onunla emîn ol beraberim.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanandır!
Hayliden fazlaca kalınlaştı yobazlık tekrardan,
Softalık sıkıntılı anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı gene,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.
İkilikler
Türkü gene o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk gene o yumruk, bir var ise el değişti!
*
Kâbe’den maksat varmaktır yâra,
Kör benzer biçimde tapınma kuru duvara.
*
Mey’de Bektâşi göründüm, Ney’de oldum Mevlevî,
Meşrebim Mollâ-yi Rûmî, mezhebim Bektâşidir
*
Üzerine alma fakat dinle samur kürkçüyü sen,
Iyi mi olsa kabahat sahibini terk etmez.
Koşma
Dudağında yangın varmış dediler,
Tâ ezelden yürüyerek koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevdâ seli oldum; taşarak geldim.
Kapılmışım aşk oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefâya, cevre
Uğraya uğraya devirden dönem
Tüm kâinatı aşarak geldim.
Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü.
Ben gönlümü sana verdim götürü.
Sana meftûn olduğumdan dolayı
Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.
Neyzen Tevfik Fıkraları
Hamam Sefası
Bigün Neyzen arkadaşı çaycı Hacı ile İbrahim Pasa Hamamına gitmişlerdi. Keyif bu ya, hamamda âlem yapma arzusuna kapıldılar. Şu demek oluyor ki hamamda rakı içmek, birkaç gün ardı ardına demlenmek istediler. İki dost küçük bir damacanaya o devrin oldukça meşhur rakılarından olan ve Büyükada’daki manastırda bir papazin çekmiş olduğu rakıdan– ki o yıllarda buna “papazin düzü” derlerdi– doldurttular. Bardak, kadeh, fincan alma lüzumunu görmediler. Hamam tasları ne güne duruyor? Rakıyı da kurnalardan birine döktüler, başına geçip taslarla içmeye başladılar.
Neyzen çaldı, Hacı okudu. Hacı okudu, Neyzen çaldı. Böylece günü geçirdiler. Rakı tükenince getirttiler. Üçüncü gün peştamalları da attılar. Çırılçıplak, ney çalarak, okuyarak, şiir söyleyerek günü geçirdiler. Hamamın sıcaklığı da onları bol miktarda terletiyor ve bu yüzden içki tutmuyor, adamakıllı sarhoş olamıyorlardı. Ne yapmalı? Neyzen derhal kararını verdi, sırtına bir peştamal alarak sokağa fırladı. Direkler arasındaki Sokrat eczanesine koşarak büyük bir sise eter aldı. Hamama dönünce eteri, rakıyı kurnaya döker. Başlarlar içmeye.
Taslar çoktan kurnanın dibinde, rakının içinde, kim çıkaracak? Esasen tasa ne hacet var, beygir benzer biçimde eğilip içmek dururken??? eğilip lakır lakır içerler. Bu cümbüş dört gün sürer. Iyi mi oluyorsa, iki kafadar Adem, Havva, Şeytan ve Aden hakkında bir bahse, bir münakasaya giriyorlar.
İki çıplak Adem in cennette iyi mi gezdiğini, elbisesini, donu olup olmadığını konuşuyorlar. Ve nihayet Adem inde cennette kendileri benzer biçimde çıplak yaşadığına hükmediyorlar. Madem ki Adem Babamız çıplak gezerdi, onlar niçin gezmesin?”Gezerim, gezemezsin” derken Neyzen fırlayarak “Ben gezerim, iste Şehzadebaşı’na gidiyorum!” diyerek hamamın kapısından sokağa uğruyor. Neyzenin çıkamayacağına inanan Hacı, bir ihtimal dışarıda, soğuklukta gizlenmiştir düşüncesiyle Neyzen in peşinden -kontrol kaygısıyla- çıkıyor. Fakat Neyzen in sokağa çıktığını öğrenince, o da fırlıyor. Neyzen önde Hacı arkada, ikisi de çıplak, sakallar uzamış Şehzadebaşı’na kadar geliyorlar.
Fasulyeye Benziyor
İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, oldukça geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar.
Karşılaştıklarında, Neyzen:
–Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.
–Genç yasta vali oldu, niçin fasulyeye benzesin?
–İşte bende onun için benzetiyorum ya. Fasulye de sırığa sarılarak büyür.
Çalarken..
Soruyorlar:
–Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun vakit mı çalarsın?
Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının gezdiği bir zamanıdır.
Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım”….
Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk ile
Mustafa Kemal ile ilk kez Balıkesir’de karşılaşır.
Mustafa Kemal Atatürk Neyzeni çağırdı ve Neyzen’in elini kalbinin üstünde uzun bir süre tuttuktan sonrasında:
–Ne büyük, güçlü ruhun var, dedi.
–Neyzen ne istersin.söyle?
–Sayende herşeyim var, Teşekkür ederim.
–Bir şey iste canım!
–Bir nüfus tezkeresi versinler, emrediniz.
Mustafa Kemal hayretle; “Senin nüfus tezkeren yok mu?”
–Hayır, bundan evvel hükümet yoktu ki nüfus tezkerem olsun!
Fıçı
Neyzen Tevfik’e tabip içkiyi men etmişti.Fakat Peyami Safa bigün üstadı ziyarete gittiğinde odanın bir köşesinde bir fıçı şarap görmüş oldu.
-Bu ne bre üstad? Diye sordu. Hani sen artık içmeyecektin?
-Ne yaparsın, oğul, içmezsem kuvvetten düşüyorum.
-Peki, içkinin faydası oluyor mu?
-Ne diyorsun olmaz olur mu? Örneğin bu fıçı buraya ilk geldiği vakit yerinden kımıldatamıyordum, şimdi iki elimle kaldırabilirim..
Ben Yumurtlamadım
Neyzen Tevfik’e muharrir yazacağı romanı anlatıyordu. Sonuna erişince
Neyzen yüzünü buruşturdu:
-Bu mevzuu beğenmedim!..
-Öyleki fakat, siz asla roman yazmadınız. Iyi mi düşünce yürütüyorsunuz?!.
Neyzen Tevfik kızdı:
-Ben yumurtanın da iyisini, bayatını anlarım. Fakat asla yumurtlamadım!..
Talat Paşa ve Neyzen
Talat Paşa, bigün Neyzen Tevfik’e memuriyet almasını teklif etmişti.Neyzen, Paşanın bu nazik iltifatına gülerek şu cevabı verir:
-Işyar olursam sonunda ne olacağım?
Talat Paşa memurluk silsilelerini saydıktan sonrasında:
-Asla!..der.
Neyzen, Paşaya dönerek:
-İşte ben bugün de (asla)im!.