Sadî-i Şîrâzî (d. 1210, Şiraz, İran – ö. 1291, Şiraz, İran) Fars şâiri ve İslam âlimi.
Sâdi Şirazi, İslam alimlerinden ve büyük velilerdendir. Aslolan adı Müslihüddin Şeyh Sadi’dir. 1210’te Şiraz’da hayata merhaba dedi, 1291’de Şiraz’da vefat etti. Abdülkadir Geylani hazretlerinin halifesinin talebesidir. Onun derslerinde yetişerek kemale geldi. Ömrü ilim öğrenmekle, öğrenci yetiştirmek ve insanlara doğru yolu göstermekle geçti. Moğol ve Haçlılarla meydana getirilen savaşlara katılıp, cihad etti. Bir defasında Haçlılara tutsak düştü. On dört kere hacca gitti. Tüm şiirlerinde Sadi mahlasına rastlanmaktadır.
Sadi minik yaşta yetim kaldı. İlk tahsilini Şiraz’da tamamladıktan sonrasında, Moğol istilası üstüne Bağdat’a gitti. Bağdat’ta Nizamiyye Medresesinde tahsilini tamamladı. Sonrasında İslam ülkelerini gezmeye başladı. Anadolu, Mısır, Suriye, Delhi, Azerbaycan ve Belh’e uğradı. Buralarda Şihabeddin Sühreverdi başta olmak suretiyle, birçok İslam alimiyle görüştü.
1257’de yeniden Şiraz’a döndü. Bu sırada, devlet başkanları Ebu Bekr, Moğollarla barış yapmış oldu. Memleketi rahata kavuştu. Bu hükümdar tarafınca iyi bir kabul gören Sadi, onun adına 1257’de Bostan adlı eserini ve bir yıl sonrasında aynı şekilde kendisine büyük saygı gösteren Veliaht İkinci Sa’d adına da Gülistan adlı eserini yazdı. Bu eserleri yardımıyla kısa zamanda şöhreti memleketinin dışına taştı. Birkaç yıl sonrasında, hamileri, koruyucuları olan Ebu Bekr bin Sa’d bin Zengi ve oğlu İkinci Sa’d vefat etti. Yerine çocuk yaşta bulunan ikinci Sa’d’ın oğlu Muhammed geçti. Bu hükümdarla beraber Salgurlu Hanedanı çöktü. 1264’te de Moğol hakimiyeti altına girdi. Bu karışıklıklar esnasında Sadi yeniden Şiraz’dan ayrıldı. Mekke’ye gitti. Hac yapmış oldu. Ömrünün son yıllarını mezarının tarafındaki dergahta yakarma edip ilim öğretmekle geçirdi. 1292’de Şiraz’da vefat etti. Mezarı Şiraz’ın kuzeydoğusunda, şimdi kendi adıyla anılan hangahının bulunmuş olduğu yerdedir.
Şairin manzum ve düzyazı olan eserleri, ölümünden sonrasında külliyat halinde bir araya toplanmıştır. Bu külliyat sonradan Bisütun diye şöhret kabul eden Übey bin Ahmed bin Ebi Bekr tarafınca, biri 1325’te, diğeri de 1334’te olmak suretiyle iki kere düzenlenmiştir. İlki, kaside ve gazellerin ilk harfine nazaran ve ikinci düzenleme ise, son harfine nazaran yapılmıştır. Külliyat, 16 kitap ve 6 risale olmak suretiyle 22 eseri ihtiva etmektedir. Sadece külliyatta mevcut adların hepsinin bizzat müellif tarafınca mı konulduğu kat’i olarak bilinmemektedir.
Gülistan
Gülistan, düzyazı kısımlar arasına bazı manzumeler ilavesiyle meydana gelmiş bir önsöz ve 8 bölümden ibarettir.
- 1. bölüm hükümdarların hal ve hareketleri;
- 2. bölüm dervişlerin ahlakı;
- 3. bölüm kanaatin fazileti;
- 4. bölüm susmanın faydası;
- 5. bölüm sevgi ve gençlik,
- 6. bölüm takatsizlik ve ihtiyarlık;
- 7. bölüm terbiyenin önemi ve
- 8. bölüm söyleşi adabıyla ilgili öykü ve menkıbeleri ihtiva etmektedir.
Bu hikayelerin bir kısmı kendi müşahedelerine, bir kısmı da İslam alimlerinin sohbetlerinde duyduklarına ve okuduklarına dayanmaktadır. Yapıt üslup ve düzenleme bakımından mükemmeldir. Tüm bölümler sıralanırken birbirleriyle bağlantılıdır. Düzyazı ve manzum kısımlar içinde bir oran, ilgi sağlanmış ve fikirler kısa ve açık bir halde ifade edilmiştir. Nerede ise tüm dünya kütüphanelerinde Gülistan’ın yazma nüshaları vardır. Yapıt Avrupa’da ilk kere Latince tercümesiyle beraber, 1651’de Amsterdam’da neşredilmiştir. Türkçeye ve birçok Doğu ve Batı dillerine tercümesi yapılmıştır. Sadi’nin bu eseri birçok kimse tarafınca yansılamak edilmiştir.
Bostan (Sadiname)
Külliyatta, Gülistan’dan sonrasında Sadi’nin manzum eserleri gelmekte ve bunların başlangıcında Sadiname bulunmaktadır. Sadece bu yaratı, şarkta ve batıda daha oldukça Bostan adıyla bilinmektedir. Hakkaniyet, kayra, terbiye, mertlik, tevazu, rıza, kanaat, terbiye, şükür, tövbe ve münacat benzer biçimde mevzuları içine alan 10 bölümden ibarettir.
Bostan’da öykü ve menkıbeler kısa, öz ve güzel olarak yazılmıştır. İfadeler her bakımdan sağlamdır. Bostan da Gülistan benzer biçimde asırlarca İslam aleminde büyük rağbet görmüş, medreselerde ders kitabı olarak okunmuş, birçok şerh ve tercümeleri yapılmıştır. Yakın zamana kadar Anadolu’da okunan Bostan, çeşitli kimseler tarafınca şerh ve çeviri edilmiştir.
Öteki:
Sadi’nin külliyatında Bostan’dan sonrasında yer edinen Farsça ve Arapça kasideleri, bir hükümdarın yada devlet erkanının medhinden ziyade, onları daima insanlığa adil olmaya çağrı eden bir nevi nasihatnamedir. Kaside mahiyetinde gazelleri de vardır. Bostan ve Gülistan’da aynı beyitlerin tekrarına oldukça rastlanır.
Bisutun’un tertibine nazaran, kasidelerden sonrasında mülemmaat gelmektedir. Bunu müteakip, sırayla 20 bendlik terciat ve yaşamının gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık devrine nazaran düzenleme edilmiş tayyibat, bedayi, havatim, gazelliyat-ı kadim ile dört kısımdan ibaret ve dört divan teşkil eden gazeller gelmektedir.
Sadi, şiirde bilhassa gazelleriyle şöhret bulmuştur. Gazeli, bugünkü müstakil yazınsal biçim haline getiren o olmuştur. Gazellerinde tasvirleri canlı ve duygularını rahatça ifade etmiştir. Medresede elde etmiş olduğu detayları, seyahatleri esnasında uğramış olduğu çeşitli merkezlerdeki alimlerle söyleşi, deneyim ve görgüsünün mahsulü olan malzemeyi, eserlerinde kullanmıştır.
Onun eserlerinde bu araç-gereç ve fikirler ölçülü-biçili ve insanı sıkmayacak tarzda edebi sanatlara müracaat edilmek suretiyle işlenmiştir. Sadi, İran’da gazeli müstakil bir yazınsal biçim haline getirmesi yanında, yeni bir düzyazı üslubunun da sahibi sayılır. O, biri mütevazi sayılan, biri resmi haberleşmede kullanılan ve diğeri cümle sonları kafiyeli olan düzyazı tarzlarını da bulmuştu.
Sadi Şirazi’nin Eserleri:
- Gülistan,
- Bostan,
- Takrir-i Dibace,
- Aklu Aşk,
- Tembih-ül-Müluk,
- Havatin benzer biçimde birçok eseri vardır.
Şiirlerinden bir beyit:
“Ey Sadi! Safa yolunda ilerlemek
Mustafa’ya uymakla nasib olur hep.”
Gülistan adlı eserindeki bir mesnevinin tercümesi şöyledir:
“Ey kardeş! Bu dünya hiç kimseye kalmaz. Gönlünü, her şeyi yaratan Allahü tealaya bağla. Sana bu kafidir. Dünya mülküne güvenip bel bağlama. Şundan dolayı bu dünyada senin benzer biçimde birçokları yaşamış ve sonunda ölüp gitmiştir. Değil mi ki, en sonunda ölüm vardır ve bu can göç (ölüm) yolunu tutacaktır. O halde ister taht üstünde can vermişsin ister toprak üstünde, ne farkına varır!”