Abdülkadir Budak (d. 23 Nisan 1952, Hafik/Sivas) Şair, Yazar.
Abdülkadir Budak, 1952 yılında Sivas ili Hafik ilçesinde doğdu. İlkokula Ankara’da başladı. Sincan Lisesi’ni bitirdi. Koşullar gereği yükseköğrenim yapamadan, Kayseri’deki hava kuvvetlerinde astsubay uçak teknisyeni olarak çalıştı ve emekli oldu. Daha sonra Türk Hava Kurumu’nda sözleşmeli olarak görev yaptı.
Yayımlanan ilk şiiri mayıs 1970 tarihli Defne dergisinde çıkan “Kırık Dallar” oldu. Kayseri’de şair ve yazar arkadaşlarıyla birlikte Ozanca ve Hâkimiyet Sanat dergilerini çıkardı.
Şiirlerini ve şiire ilişkin yazılarını bu dergiler yanı sıra, Varlık, Yazko Edebiyat, Adam Sanat, Yeni Biçem vb. dergilerde yayımladı. Şiir Odası dergisini yönetti.
Budak ayrıca İmzasız Gül ile 1994 Ceyhun Atuf Kansu ve Orhan Murat Arıbumu Ödüllerini, Aşk Beni Geçer adlı kitabıyla 1998 Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü, çocuk kitaplarından Bir Gül Çocuk (1981; 1982 Türk Dil Kurumu) Ödülü’nü; Kuşların Alfabesi de (1997; 1988 Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı) Ödülü’nü kazandı.
Abdülkadir Budak’ın Eserleri
Şiir:
- Düşmanların Aşkı (1969)
- Geçti İlkyaz Denemesi (1978)
- Şimdi Yaz (1980)
- Gömleğim Leyla Desenli (1981)
- Sevdanın Son Kerem’i (1985)
- İmzası Gül (1993)
- Yanlış Anka Destanı (1994)
- Aşk Beni Geçer (1997)
- Endişeli Fesleğen (1999)
- Ahşap Anahtar (2000)
- Ev Zamanı (2002)
- Sana Bakmak (2004)
- İşaretler (2006)
- Dalgın Rüzgâr (2007)
- Uykusu Gelen Çiçek (2010)
- Okyanus Görmüş Gemi (2013)
- Kapalı Bir Açılım (2015)
Çocuk şiirleri:
- Bir Gül Çocuk (1981)
- Kuşların Alfabesi (1997).
Deneme:
- Ayna Sandım Şiiri (1997)
- Ya Şiir Olmasaydı (2010)
Ödülleri:
- İmzasız Gül ile 1983 Ceyhun Atuf Kansu ödülü
- İmzasız Gül ile 1983 Orhon Murat Arıburnu şiir ödülü
- Aşk Beni Geçer adlı kitabıyla 1998 Halil Kocagöz Şiir Ödülü
- Bir Gül Çocuk adlı kitabıyla TDK Çocuk Yazını Ödülü
- Yunus Nadi Şiir Ödülü, 2008. (Mesafe adlı dosyasıyla)
- Ahmet Necdet Şiir Ödülü, 2013
Abdülkadir Budak Şiirlerinden Örnekler
SANA BAKMAK
Göğe bakmak gibi bir şeydi anlaşılan
Açık mavi bir göğe, gündüz yıldızları olan
Sana bakmak gölde kayık olmaktı
Kış günü köy evinde soba olmaktı bir de
Yaz günü bir ağacın gölgesinde uyumak
Elma soymak gibiydi, kavun kokusu
İçimdeki hastaneden taburcu olmak
Sana bakmak bana hep iyi geldi
Sanki saç örgüsüydün salkım söğütte
Sana bakmak güzel olan her şeydi
Sokak kedisine şefkat, baltalara merhamet
Sana bakmak ağaçlardan yana olmak demekti
Bahçe mahkemesinde nergisin tanıklığı
Yoksul öğrencilere defterlerdi, kalemdi
Heyecanını yitirmiş istasyondum belki de
Gelen hiçbir tren beklediğim değildi
Yalnızlığa sarılmaktan kurtuldum
Çünkü yüzüne baktım çünkü yüzün ay
Işıtıverdi birden içimdeki geceyi
Sana bakmak yastan çıkıp dörtnala
Lunapark şenliğine geçmekti bir bakıma
Teneffüs zili kadar sevimli derslerdi yüzün
Çiçekten karneyle eve dönmekti
Bitmiş gibi konuştum, şaşkınlıktandır
Sana bakmak iyi değil, pekiyi.
İMZASI GÜL
İmgeydi gül, kan sızdıran yerinde
Bahçıvan ekmeği bançe düşleri
Uzun yol sürücüsü, otel kâtibi
Kıskançlığın alfabesi örneğin
Sözgelimi bir cinayet nedeni
İmgeydi gül derin avcı izinde
Ezilmiş ceylan bakışı imgesi
İmgeydi gül, elyazması kitaptı
Sığ okumaların göremediği
Gül imgesi sırı dökülmüş ayna
Nasıl göstersindi inceliğini?
İmgeydi gül, yani hekim çantası
Bir ecza dükkânı yaralarına
Büyümeyi öğretirken sudaki halkalara
İmgeydi gül, bileğine çiviydi
Göndermeydi çarmıhtakı İsa’ya
İmgeydi gül, yenik zafer gününde
Özenle büyütülen sevişme vakitleri
Diyorum ki karbonuydu kimliğin
Ceketinin cebindeki bir gözyaşı mendili
İmzası gül, bir hançere oyulmuş
Kanayan bir kalbin üzerindeki
Yazmıyorum ölüyorum diyerek
Güllerle örtüyor bir şair cesedini
AHŞAP RUHA TEN GİYİNMEK
Hiç bu kadar boğulmadım içimdeki bir gölde
Sunu yazısı başlığı olacaktı kitabında
Yaprak bir ormanı algılıyorken
Parkla insan yüzlerini karıştırdı her zaman
Ferit çünkü benziyordu parklara
Bir parti marşının sözlerini yazmayı
İsteyen bir adamdan kara bir cümle daha
İçeriği boşaltılan bir anlamda yaşıyoruz
Ten giyinmek zorundayız bu ahşap ruha
Hepimiz Yesenin’dik yani şehrin kır kokusu
Yanlış yerlerde gezerdik polis götürürdü bizi
Başımız derde girerdi Haydar açıklayınca
İçimizdeki ıssızlıktan başlardı Haydar
– Bırak ulan felsefeyi! dedirtirdi sonunda
Ah Ferit neden öldün park değildir mezarlık
Dördümüzü bine böldün ve böylece azaldık
AŞK BENİ GEÇER
Çünkü bacakları uzun, mesafe tanımıyor
Çünkü rüzgârın atında, büyük deneyiminde
Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş
Dağları iyi biliyor, nehirleri de
Bir ateşin koynunda uyuyorken bile geçer
Serin su başlarında dinleniyorken bile
Ve ben onun peşinden kurşun olsam yetişemem
Okyanusa vardığında göle gelmiş olur muyum
O çınar olduğunda yaprak olur muyum ben?
Bir dille yetinirim, bütün dilleri öğrenmiş
Dumana tanım ararım, yangınlardan geçmiş o
Ben merdiven arıyorken çoktan çıkmıştır göğe
Bir kadının saçlarına takılıp kalmış iken
Ruhunu ele geçirmiş binlerce sevgilinin
Bende bir esimlik yel, onda her zaman deprem
Elbet aşk beni geçer
Tren rayların üstünden
Aşk şiiri yazdığımı sanırım, ne hafiflik
Destanı bitirmiş olur ben çıkarken ilk dizeden
Uçup gitmiştir evet dünyayı kanat eyleyip
Ben iki teleği yanyana getirmişken
Aşk beni bir daha geçer
Tren rayların üstünden
HAYATTA BEN EN ÇOK ANNEMİ SEVDİM
Can Yücel’e nazire
Ona göre baştan beri iflâh olmaz biriydim
Babam korkuydu bana, annem yürek serinliği
En sevdiği oğluydum -bana hep öyle gelirdi-
Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim
Hayatta ben en çok annemi sevdim
Sözümona büyümüştüm, ekmek getirirdim eve
Annem öldü, düşüyorum, koptu salıncağın ipi
Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi
Saçlarına tırmanırdım tutunup yıldızlara
Kokusu kalmıştır diye kapandım odalara
Kıyamazdı bilirdim şiirler yazan oğluna
Sevgilim terkedince benden fazla ağlardı
İstiridyeydi annem, içinden inci çıkardı
Hergün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık
Annemi anılarda bile bulamıyorum artık
Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi
Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden
O gün bugündür bana gülden önce gelir diken
Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim
Hayatta ben en çok annemi sevdim
SENİ BEKLEMEK
Yaralı Bağdat’ım, Amerika’nın
Şefkatli kollarında; bakar mısın sen?
İşte böyle bir şeyim seni beklerken
Kaç askerin ansızın kan dolar matarası?
İntihar saldırısı; kaç ölü, kaç yalnızlık?
Demeç, demeç, demeç ve başsağlığı
Soluduğum hava mayınlanmıştır
Gelsen de savaş bitse; en azından içimdeki
Ormanı bir kibritle dolaşıyorum
Bu benim yaptığım normal değil ki
‘Yalın gece’, karmaşık hal, nefesin
Ateş nehir ve ben salkım söğütsem
Bunda senin payın büyük arzulu geyik
Pars olmuşsam ve bu kadar gerginsem
Seni beklemek var ya, iki kol iki ayakla
Gidip en az birini bırakarak dönmektir
Seni beklemek var ya, bir tavan arasında
Ölmüş annemin gelinliğini bulmak gibidir
Tutkunun haritası birazdan yırtılacak
Gece çekip gidecek, beklemekten yoruldu
Seni beklemek diyorum, havuzda balinayı
Yüzdürmeye kalkmak; anladığım bu
Gerginim, aç parsın yerine geçtim
Sirenli Bağdat gecesi gecelerim
KADIN VE NEHİR
İkisi de sürükleyip götürüyor ne varsa
Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum
Buluşuyor bir anlam iki ayrı sözcükte
Saçları omuzundan akıyor birisinin
Ötekinin mızrağı saplanıyor denize
Biri ihanet istemez, köprü istemez öteki
Kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir
Biri geyik barındırır sularına eğilen
Öbürü bir avcıyı koynunda geliştirir
Maraton koşusuna benziyor ikisi de
Düş çalarken suçüstü yakalanmış çocuklara
Benim kadınım bir nehrin profilden fotoğrafı
Senin nehrin benziyor ateş emziren kadına
Bir halk ezgisi sanki, öfkeli ve tedirgin
Belki kalp çarpıntısı, yanardağ ve infilak
Nehir mi desem kadın mı, ikisi de olabilir
Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi
Bir nehre ve kadına ancak böyle girilir
İkisi arasında bir fark göremiyorum
Erkeğinin yanında gözden geçirir kendini
Kadın sunar ruhunu gövde ambalajıyla
Dibindeki yosunun susuzluğunu bilir
Nehir ustadır artık köprüsüz buluşmada
Sögüt dalı olsaydım öper miydim bir nehri
Taçlandırırdı kadın aşkını haketseydim
İlle bir fark olmalı aralarında denirse
Biri denizi çağrıştırır öbürü uçurumu
Sal olduğumu bilirdim nehre düşseydim eğer
Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu
Nehir: Doğada bir yatak bulmamaktır kendine
Kadın: Aramak değildir yatakta kendisini
Buradaki ayrıntı elbette önemlidir
Yine de diyorum ki, öyle büyük bir fark yok
Nehir eşittir kadın, kadın eşittir nehir
MUHTEŞEM AYIPLAR
Göğsümün yelkenini şişirecek bir rüzgâr
Yüzüme çarpılacak bir kapı bulmalıyım
Dışlanmak nasıl bir şey, öğrenmek için
Ruh halini metale yenik düşen ahşabın
Katliamdan kılpayı kurtulan günün sonunda
Hissemden çoğunu almak muhteşem ayıplardan
Öpen dudaklar ahşap, okşanan metal ise
Sevişmeyi ayıp saymak mümkündür kaptan
Tekne şizofren öyle mi, kayalara yöneliyor
İlk celsede beraat ettiriliyor deniz
Soru metal, yanıt ahşap; asılan bir sokağa
Cadde adını verecek kadar incelikliyiz
Midye çıkarma konusunda usta olsam ne çıkar
İnci bulamadıktan, inci bulamadıktan…
Zıtların birliği çok can yakıcı tanrım!
Gövdem metal, ruhum ise ahşaptan
Ağaç ile dâr sözcüğü yer değişmiş, aldanma
Sallanan bedenlere bakınca göreceksin
Yoruldum, uykum geldi, sözlerim kapanıyor
Terzi ahşap, kumaş metal; kırılmış bir iğneyim
Tanrım! Bu orantısızlık beni çok korkutuyor
Şehrin elleri ne büyük, ne kadar küçük başı
Kanın sızdığını gördüm bir çivinin sesinden
Karıştırmak zorundayım metal ile ahşabı
İÇİMDEKİ DANSINA ARA VERDİ İSPANYA
Büyük Umutlar Caddesi’ndeki hiçbir ev benim değil
Hindistanım yok benim, bende Nil kıyısı yok
Adım yok afişinde çok tutulan bir filmin
Bana değil tufanı andıran bu alkışlar
Her zaman iyi gelirdi Ülkü Tamer okumak
O da iyi gelmiyor nedense şu sıralar
Ankara manzaralı Çankaya sırtlarım yok
Gitaristi değilim ünlü bir topluluğun
Bisikletle dünya turu düşlemiyorum artık
Sallamayı bilmiyor bindiğim kör salıncak
Karada yüzmesini öğrenemeyen gemiyim
Bu yüzden trenlerim İstanbul’a kalkacak
Çok isterdim Çin Seddinin mimarıyla konuşmayı
Kanat ile pençe arasına sıkışmış kartal ağzıyla
Bütün bunlar olmadı Madrit’e gidemedim
İçimdeki dansına ara verdi İspanya
Haydar gel çay içelim konuşalım aşklardan
Seni bilmem ama ben çok kötüyüm
Moskova kışı gibiyim bu yaz gününde
Taşla doldurulmuş bir kuyu göğsüm
Edebiyat