Mevzusunda uzman kişilerin belirli mevzular çerçevesinde tartışmasına açık oturum denir.
Açık oturumun Özellikleri
• Açık oturumda tartışılacak mevzu, toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir.
• Açık oturum; bir salonda seyirci önünde ya da tv ve radyoda dinleyici önünde 3-5 tartışmacı ile yapılmaktadır.
• Konuşmacılar bir başkanın yönetiminde belirli sürelerde iki-üç tur konuşturulur.
• Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum,“forum”a dönüşmektedir. Tv ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
• Açık oturum bir “başkan” tarafınca yönetilir. Mevzunun ortaya atılması, giriş konuşmasının yapılması, soruların tertipli olarak sorulması vb. durumlar başkanın idaresinde yapılır. Bundan dolayı, başkan, açık oturumdan ilkin plân yapmak zorundadır. Ek olarak, başkan; münakaşa esnasında meydana gelebilecek tatsız ve çirkin saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt ya da aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapmalıdır. Bundan dolayı başkan, açık oturumun temel ögesidir.
• Açık oturumda bir yarışma havası yoktur. Başkan, mevzuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. Ele alınan mevzu ile ilgili detayları verir. Sonrasında konuşmacılara ara ile sorular yöneltir. Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. Lüzumlu detayları verirler. Ayrıca öteki konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini özenle dinleyip, lüzumlu notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını sebepleri ile beraber belirtirler.
• Oturuma katılacak kişilerin mevzularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun standardını artırır.
• Ek olarak, konuşmacıların öteki konuşmacılar ve seyirciler karşısında saygılı olmaları da fazlaca önemlidir.
Açık Oturum Uygulama Aşamaları
1. Konuşmacıların belirlenmesi
2. Açık oturumu yönetecek başkanın belirlenmesi
3. Başkanın münakaşa konusunu ve mevzunun önemini belirtmesi
4. Başkanın konuşmacıları tanıtması ve konuşmacılara sırasıyla söz vermesi
5. Seçilen mevzunun başkanın soruları doğrultusunda birkaç turda tartışılması
6. Başkanın oturum sonunda mevzuyu toparlaması ve dinleyici sorularını alması
Açık Oturum Örneği:
Mevzu: Ziya GÖKALP ve Türk Düşüncesi
Yöneten: Ali GEVGİLLİ
Katılanlar: Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA, Prof. Dr. Şerif MARDİN.
ALİ GEVGİLLİ – Türk düşüncesinin gelişimindeki en mühim dönüm noktalarından birisi, Ziya Gökalp‘tır. Büyük sosyolog ve düşünür Gökalp, ölümünün ellinci yılı dolayısıyla, 1974 ekiminde Türkiye’de tekrardan saygıyla anılıyor.
Bugün yapacağımız açık oturumun konusunu, Gökalp’ın yeri ve düşüncelerinin kaynakları şeklinde meseleler oluşturacak.
Sayın Prof. Kaplan, Türk toplumunun hangi meselelerle karşı karşıya bulunmuş olduğu bir dönemde tarih sahnesine çıkmıştır, Gökalp? Ziya Gökalp’in düşünceleri, davranışları, tezleriyle Türk kültür ve fikir yaşamına getirmiş olduğu yenilikler, temel kavramlar nedir?
PROF. KAPLAN: Ziya Gökalp “büyük mefkûrelerin, toplumların büyük buhranlar geçirdiği yıllarda doğduğunu1’ söyler. Gökalp’ı de aynı gerçeğin ışığında değerlendirmek mümkün.
Hakkaten de, yaşamış olduğu dönemde, hem Ziya Gökalp kişisel hayatında kendisini intihara götürecek kadar büyük bir bunalım geçirmiştir, hem de o dönem doğrusu 1874 – 1924 arası Türk toplumu için büyük bir bunalım zamanı olmuştur. Gökalp’ın kendi açıklamalarına nazaran, kişisel hayatındaki bunalım da Türk toplumunun geçirmiş bulunmuş olduğu buhranla esasen fazlaca yakından ilgiliydi.
Söylendiğine nazaran, gençlik yıllarında yaşamış olduğu bu bunalım, Batı’dan gelen maddeci doğa görüşü’yle içinde bulunmuş olduğu dinsel dünya arasındaki çatışmadan dünyaya gelmiştir. Gökalp, çatışan iki ayrı dünya görüşü içinde kalmış ve hayatına giderek bir anlam veremeyerek intihara kalkışmıştı. Mutlu bir rastlantı neticesi intihardan kurtulmuştur. Gökalp. Bu, onun iki uç olan materyalizmin ile eski doğu mistisizmi içinde son aşama enteresan bir görüş bulmasıyla sonuçlanan bir kişilik bunalımdır.
Gökalp’in yaşamış olduğu kişilik buhranı, Tanzimat’tan sonrasında bizzat Türk toplumunun yaşamış olduğu büyük buhranın uzantısıdır. O devir, daha ziyade maddeye, makineye, tabiata ehemmiyet veren Batı uygarlığı bin yıldan beri Türk kültürüne biçim veren din ve mistik fikir arasındaki çatışmanın zirvelere ulaşmış olduğu dönemdi. 1874 ile cumhuriyet içinde, imparatorluktan millî devlet’e geçiş diye adlandırdığımız son aşama önemli bir toplumsal değişmenin içinde bulunuyordu. Türkiye. Ziya Gökalp bir tek değil, çeşitli plânlarda Türk toplumunun yaşamış olduğu değişiklik buhranlarına cevaplar aramış ve karşılıklar vermiştir.
MİLLÎ DEVLETE YÖNELEN DÜŞÜNÜR
Gökalp’in buldukları ve Türk toplumuna getirdikleri, topluca, şöyleki açıklanabilir:
Osmanlı devletinin dağılmakta olduğu o yıllarda Gökalp’in büyük görevi, millî devlet’in ana fikirlerini bulmuş ve kim bilir en iyi halde ifade etmiş olmasıdır. İmparatorluğun içinden zamanı akışı sonucu millî bir devlet dünyaya gelmiştir. Cumhuriyet ile kemaline erişmiştir, ulusal devlet. İşte cumhuriyetten ilkin de, cumhuriyetten sonrasında da bu yönde gelişen fikirlerin büyük kısmını Ziya Gökalp buldu ve çevresindeki insanlara aktardı. Bu fikirler, tarihî şartlara uygun oldukları için hakikaten de fazlaca etkili oldular. Arap, Fars, Bizans, Türk şeklinde çeşitli unsurlardan ibaret karışık Osmanlı yüksek kültürü’nün yerine Ziya Gökalp’ın getirmiş olduğu en mühim şey, millî kültür kavramıdır.
Gökalp, yolunu aydınlattığı millî devlet’i, milliyetçilik fikri üstüne dayandırır. Milliyetçiliği ise millî kültür temeline oturtur ve millî dil fikrine dayandırır. Bir sistem gören Gökalp zaman içinde bu sistem içinde çeşitli fikirleri işlemiştir.
ATATÜRK VE GÖKALP
Gökalp, cumhuriyet devrinden önceki (1911 – 1923) nesle etki etmekle birlikte, hakikaten, cumhuriyet sonrasını da ana fikirleriyle son aşama etkileyebilmiştir. Esasen pek fazlaca bakımdan Mustafa Kemal Atatürk’le paraleldir, fikirleri. Mustafa Kemal Atatürk de millî devlet fikriyle hareket netmiştir. Ziya Gökalp, cumhuriyet’le birlikte, meselâ, Türkçülüğün Esasları’nda, fikirlerinde tarihî şartlara nazaran ayarlamalar yapmıştır. Merhaleler vardır, düşüncelerinde. Millî devlet fikri, millî kültür fikri, mütevazi dil fikri, her yönüyle halk kültürüne kıymet verme düşüncesi ve buna benzer fikirleri cumhuriyet sonrasından tüm Türk toplumuna mal olmuştur. Gökalp’ın düşünceleri cumhuriyetin yarım yüzyılı süresince yaşar ve nesillerden nesillere intikal ederken fikirlerinin bazıları kim bilir tarihî şartlar uygun olmadığı için fazla yeşermemiş ya da dikkati çekmemiştir.
Fakat 70’lerin toplumsal ve ekonomik şartları içinde Gökalp’in yeniden üstünde durulması ihtiyaç duyulan son aşama enteresan fikirleri de var.
GÖKALP’İN DRAMI VE BATININ ŞÜPHESİ
GEVGİLLİ :- Ziya Gökalp’in en garip yanlarından birisi de kendi çağdaşlarının hem içinde, hem de haricinde olabilme özelliğidir. nSayın Prof. Mardin, bir sosyolog olarak çağına dönerek, Gökalp’in toplumsal ve bilimsel köklerine indiğimiz vakit nelerle karşılaşıyorsunuz? Bilhassa XIX. Yüzyıl sonu ve XX. Yüzyıl başları Türkiye’sinin bir yeniliğini teşkil eden pozitivist fikir, Gökalp ve çağdaşlarına hangi kaynaklardan geliyor?
Gökalp’in pozitivizm’le dinsel dünya arasındaki bunalıma verdiği karşılık, Türkçülük tezleri ne şeklinde özellikler taşıyor?
PROF. MARDİN-Ziya Gökalp’in fikirlerini anlamaya çalışırken, kendisini intihara kadar sürüklemiş olan şahsî buran, asla kuşkusuz, temeldeki bazı gerçekleri aydınlatabilecek bir vaka olarak karşımıza çıkıyor. Ziya Gökalp’in bunalımı, kendi kuşağının da buhranıydı. Bir yanda Osmanlı toplumundaki İslâm dini terbiyesinin önerilmiş olduğu esaslar, öte taraftan da Osmanlı İmparatorluğu’nda o devirde her şeye karşın yayılmaya da süregelen yeni düşünce akımları ve bu tarz şeyleri bağdaştırma problemi vardı. Gökalp, bu dramı yaşadı.
Ziya Gökalp kendi devrindeki fikirlerden esinlenmiş ve etkilenmiştir. Bunlar o devrin Batısında da beliren eğilimlerdir ve orda da pozitivizm ile din arasındaki köprüyü kurmaya çalışmaktadırlar. Bilhassa XIX. Yüzyılın sonuna doğru Nietzsche’nin Batı uygarlığını yerici bir halde ele almasıyla beraber, pozitivist görüşün eskiden beri vaat etmiş olduğu sonuçlara varamayacağı şüphesi belirmiştir. Batı’da. Gökalp’in esinlendiği düşünürlerin kafasında, bu tesirleri açıkça görmek mümkündür.
NEDEN TÜRKÇÜLÜK?
Türkçülüğün şekillenmesini idrak etmek için gene aynı toplumsal grupta bir kısmı serhatlardan gelen bu taşra öğrencilerinin devlet’in parçalandığı kaygı ve korkusunu anımsamak gerekir. Gene aynı kurumdaki karşılıklı talebe ilişkileri ve Türklükle ilgili yayınlar, bu probleminin da öğrenciler için bir entelektüel odak noktası halinde gelişmesini temin etmiştir.
GEVGİLLİ – Gökalp’in yaşamış olduğu çağ, kişilik bunalımlarının yanı sıra, Türk toplumunda büyük politik ve ekonomik bunalımlarında sahneye çıkmış olduğu bir çağdı. Sayın Prof. Turtaya, Gökalp’in geçirdiği tarih kesitlerini bir siyasal bilimci olarak incelediniz vakit, hangi gelişme eğilimlerini görüyorsunuz? Gökalp, çağının politik meselelerine hangi karşılıkları vermiş, ne şeklinde katkılarda bulunmuştur?
PROF. TUNAYA – “Ziya Gökalp Türkiye’de büyük bir insan ve düşünce adamı olmakla beraber, bununla birlikte, büyük bir vaka’dır da. Bu vakası, pek naturel olarak, kendi yaşamış olduğu toplumun koşullarından da ayırmaya imkân yoktur. Onun için:
* Gökalp’i ilkin Meşrutiyet toplumu içinde incelemek gerekir.
* Hemen sonra Gökalp’i, o toplumun alın yazısını elinde bulundurmuş ve altı aylık bir süre haricinde devamlı iktidarda kalmış olan bir partinin, İttihat ve Terakki’nin içinde ele almak zorunludur.
* Ondan sonrasında da Ziya Gökalp’in bu topluma, bu parti kanalıyla neler getirdiğini araştırmak gerekiyor.
Osmanlı İmparatorluğu 1908senesinde İşkodra’dan Basra’ya kadar uzanan, üç milyon kilometrekareyi aşan bir ülkeye sahipti ve ülke üstünde ortalama olarak otuz milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun yüzde 80’i köylüydü. 1919 senesinde meydana getirilen bir istatistiğe nazaran, imparatorlukta altmış bin köy vardı, bunların on bininde ise okul yoktu. Beyrut ve Şam bölgesinde beş yüz köye bir tek okul düşüyordu. Gene direkt doğruya nazırların yaptıkları açıklamalara nazaran, yüz kuruş vergi veren halka yirmi paralık sıhhat hizmeti yapılmıyordu. Öyleki ki, bir milletvekili, “insanlarımız yırtıcı hayvanlar şeklinde yaşıyorlar, onları ehlî hayvan durumuna çıkarsak, fazlaca büyük bir iş başarmış oluruz” diyebiliyordu o sıralarda. Köylü toprağın sahibi değil; esasen nüfusun yüzde 40’ı sadece elli dönüme kadar arazi sahibidir.
Ek olarak, Osmanlı Devleti dışa bağlıdır. Türkiye’de kapitülâsyonlar, imtiyazlı firmalar, yabancı sermayeler var ve bunlar muhteşem baskıları gözlem bilmektedirler. Parlâmento üstünde bile dış çevreler öylesine baskılar yapıyorlar ki. Parlâmentonun adeta bağımsızlığını kaybettiğini gösteren bir kanıt, İspirtolu İçkiler Kanunu’dur. Bu kanun parlâmentodan çıkmış ve padişah tarafınca onay edilmiş olmasına karşın çıkarı olan devletlerin başvurmaları üstüne geri alınmıştır.
Bütünüyle dışa bağlı ve dış borçlanmalarla yaşayan bir ekonomiydi, bu. İkinci Meşrutiyet dokuz kere borçlanmıştır. Umumi harp sonunda devletin bir milyarı aşkın borcu vardı. Yalnız 1916 senesinde borç taksitlerinin toplamı yirmi milyonu tutuyordu. Bu kendisine, pek hakim olamayan bir toplumdu. Abdülhamit toplumunun devamıydı.
TÜRK TARİHİNİN BİR AŞAMASI
GEVGİLLİ:- “Ziya Gökalp’in ölümünün ellinci senesinde, Osmanlı’nın son olarak dönemlerini ve Ziya Gökalp’in o günün Türkiye’si içindeki yerini değerlendiren bu açık oturumda şu ana görüşler beliriyor:
1. XIX. Yüzyıl sonlarında Türkiye ekonomik ve politik anlamda artık büyük bir sarsıntı ve dış baskı süreci içindedir. Iktisat kendi kendisini geliştirmekte kuvvetsiz düşüyor; buna karşılık, kapitülâsyonlar, yabancı ana para ve yabancı firmalar vesilesiyle kuvvetli Avrupa devletleri Türkiye üstünde belirli bir tempoyla hegemonya kurmaya yöneliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda yayılan milliyetçi akımlarla Balkan halkları içinde ayrılıkça eğilimler büyürken, Türklerin yalnızlığı artıyordu.
2. Türk aydın tabakalarının o dönemde toplumu kurtarıcı çözümler aradıkları görülür. Ziya Gökalp Anadolu’dan gelen bir aydın olarak, burada hem toplumda beliren yeni Batılı düşüncelerin, pozitivizmin etkilerini yaşamış, hem de geldiği kaynağın kendisine verdiği mistik, dinci yönlerden çelişkilerini duymuştur. Ziya Gökalp’i intihar deneyine kadar sürükleyen bu bunalım, o dönem aydınının yaşamış olduğu Doğu – Batı çelişkisinin de bir simgesi sayılabilir. Gökalp, çelişkiyi fert’in yerine cemiyet’u koymakla beraber, belirli bir mistisizmi de sürdürerek yeni bir denge içinde çözmek istemiştir.
3. Politik plâtformda ise, Gökalp millî devlet teriminin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alacak bir Türk devleti’nin, Türkçülüğün, fazlaca daha büyük bir perspektifte ise Turan devleti söylediği bir Türk İmparatorluğu’nun ideolojik, politik, düşünsel temellerini ortaya koymak istemiştir, Gökalp.
4. Bir bilim adamı olmasıyla birlikte, politik bir şahıs de olan Gökalp, kendi çağdaşları içinde, onların üzerine çıkan ve topluma, kendine özgü yeni sentezler sunmaya çalışan kişiliğiyle hâlâ dikkati çekiyor ve tarihteki yerini alıyor.