Adnan Özer (D: Gazioğlu Köyü, Tekirdağ, 20 Şubat 1957) Ozan, yazar, çevirmen.
Adnan Özer, Şumnu-Bulgaristan göçmeni Meryem Hanım ile İsmail Özer’in erkek evladıdır. Batman Lisesi’ni bitirdikten (1974) sonrasında İstanbul’da çeşitli işlerde çalıştı. İstanbul üniversitesi Basın Gösterim Yüksek Okulu’nda okudu. Gendaş Yayınları’nda çalıştı, E dergisinde genel gösterim yönetmenliği (1999), Everest Yayınları’nda editörlük yapmış oldu.
Yeni Türkü dergisinde çıkan (1978) şiirleriyle adını duyuran Adnan özer, Sanat Emeği’nde şiirlerinin topluca yayımlanmasıyla (1979) dikkatleri üstüne çekti.
Sanat Emeği, Türk Dili, Yazko Edebiyat, Milliyet-Sanat benzer biçimde dergilerde şiirleri yayımlandı. Üç Çiçek ve Yeni Türkü dergilerini çıkardı.
1980 İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Kültür Şenliği Şiir Yarışması’nda da birincilik ödülü aldı. Şiirleri, Trakya folklorundan, türkülerden, ağıtlardan esinler taşıyan yeni bir ses olarak değerlendirildi. Tekirdağ yöresinin halk söylenceleri, türkü ve tekerlemelerine çağıl şiir yöntemleriyle yaklaştı.
Son dönemlerdeki şiirindeki içerik ve sözlükçeyle, Doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel‘dekini anımsatan benmerkezci bir isyan yöntemine yöneldiğini görülüyor. Neruda, Paz ve Pesao’nun şiirlerini dilimize çevirdi.
Kendi şiiri üstüne şunları söyler:
“Önceleri derin türküyü aradım. Bu ‘âşık seçimi’nın üstüne, bir de tabiat mistisizmini benimsedim. Sonrasında bilimsel niteliği olan dönem diyebileceğim bir dönem oldu. Had safhada bireysel bir şairim, fakat bireyselliğim halka aslına bakarsanız fedadır. Halkın içinden gelen biri olarak yüksek şiir sanatına soyunmam yadırgandı. Fakat ben bu yoldan dönemem. Uzun lafın kısası, şiir edebiyatının tehlikeye girmiş olduğu bir dönemde kendi kavmimin otantiğinden bir şeyler bırakırsam o yeter.”
Şiir:
Tercüme:
Seçki:
Öteki:
Ödülleri:
Adnan Özer ile bir röportaj:
Edebiyat Söyleşileri | Adnan Özer | 18. Bölüm @trt2 (Temmuz 2019)
KIRLARA VEDA
Gözyaşlarının gücü vardı eskiden;
ırmak yüklü adamlardık tuz katarlarının ardınca giden,
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal, tuzun suda bukağısı çözülürken.
Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan;
akıl danışırdık yağmura: Iyi mi döneriz
evlerimize doğu yollarından;
iyi mi fener yapmış olup kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından?
Çoraksa gece: Saçlarda yıldız, gözlerde gene yağmur,
sarı bir vakit dilimi benzer biçimde yanan fenerler
(mum yanar, yağ dolanır, mumyalar toprağı balçık),
kanda yaralar benzer biçimde gülün ağrıttığı dikenler…
Ardımızda yoksul ve yerli bir söylenti,
bu şekilde yürürdük alev ateş ekinler benzer biçimde menzilsiz.
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi;
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz,
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topuklu annelerimiz,
sıcak bağımız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri,
o topuklar, ah o topuklar ve kerpici terk edişimiz…
Kızıl toprak ve iri saman, kısaca Tanrı’ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin ev içlerinde sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir yakarış benzer biçimde geçerdi pencerelerden;
yetim insan toprağın vicdanıyla doyardı…
Demem o ki,
gözyaşlarının gücü vardı eskiden.
AKDUA
ölülerin ak ayaklarında açar zambaklar
(zambaklar) yer kurtlarının tezgâhında dokunur
senin – kötüler kötüsü – yüreğin bu tarz şeyleri bilmez
ölülerin ak soluklarıyla büyür zambaklar
(zambaklar) mahşerin ak bildirisidir okunması mümkün
senin -yetimler yetimi- aklın bu tarz şeyleri almaz
şairlerin ölüm çiçeğidir zambaklar
(zambaklar) evlatların karbeyaz uykusudur
senin -mutrıplar mutrıbı- gönlün bu tarz şeyleri çalmaz
zambaklar gün gelir şairlerin başucuna sokulur
ÇINGIRAĞIN ÖLÜMÜ
( Ç ı n g ı r a ğ ı n Ö l ü m ü 1 )
bir sesevinde doğdum
inanırım çanların ölümüne
fırtına dinince kıyacağım kendime
sen çizince ben oldum
inanırım kumlu ellerine
sen yitince kıyacağım kendime
bakır damlasından soğudum
inanırım zehirli yüreğine
koşul olsun kıyacağım kendime
( Ç ı n g ı r a ğ ı n Ö l ü m ü 2 )
I
vakit batıyor Margarita
su doluyol saatlara
bir kurtçuk geçiyor
beynimdeki kumdan
ses göçüyor Margarita
çanlar ölüyor sesevlerinde
dili kurtlanıp çürüyor
ölüm giriyor yalnız
açık kapıdan
II
ses ölünce
kimse kimseyi çağıramaz
ikimizin gizli saklı sevdası
bir incinin yüreğinde
bulunamaz
vakit yanınca
ölüm de bırakır arkadan vurmayı
gelip evlerimize yerleşir
giyer geceliklerimizi
kan kabuklu bedenine
yataklarımızda yatar
hepimiz göçünce
ölüm yalnızlığını yaşar
son kez duy tenimi
ve kokla beni
ben yitince
bir ihtimal yeni bir tufan kopar
( Ç ı n g ı r a ğ ı n Ö l ü m ü 3 )
adımlarım
bir yere götürmüyor artık beni
çiziyorum kıl üzerine
ufak çıngırağın ayak izlerini
gözlerim
sönüyorlar bir bahçede
katran güle sarılıyor
uzun uzun öpüşüyorlar
birleşiyor
aden ve cehennem
tanıyarak bedenlerini
dil ve damak benzer biçimde
adımlarım
bir yere götürmüyor artık beni
yağmur saralı bir dilenci
devriliyor ardımsıra
yürüdüğüm her sokak
duvarlaştırıyor kendini
ellerim
eriyorlar bir bahçede
kopuyor küpelerin halkası
kemerlerin tokası
yalnızlık delik ağlarıyla
avlanıyor içimi
adımlarım
bir yere götürmüyor artık beni
ufak bir çıngırağım
çalıyorum kendi kendimi
KIRLARA VEDA
Gözyaşlarının gücü vardı eskiden;
ırmak yüklü adamlardık tuz katarlarının ardınca giden,
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal tuzur suda bukağısı çözülürken.
Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan;
akıl danışırdık yağmura: Iyi mi döneriz
evlerimize doğu yollarından;
iyi mi fener yapmış olup kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından?
Çoraksa gece: Saçlarda yıldız, gözlerde gene yağmur,
sarı bir vakit dilimi benzer biçimde yanan fenerler
(mum yanar,yağ dolanır, mumyalar toprağı balçık),
kanda yaralar benzer biçimde gülün ağrıttığı dikenler…
ardımızda yoksul ve yerli bir söylenti,
bu şekilde yürürdük alev ateş ekinler benzer biçimde menzilsiz.
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi;
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz,
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topuklu annelerimiz,
sıcak bağımız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri,
o topuklar, ah o topuklar ve kerpici terk edişimiz…
Kızıl toprak ve iri saman, kısaca Tanrı’ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin eviçlerinde sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir yakarış benzer biçimde geçerdi pencerelerden;
yetim insan topağın vicdanıyla doyardı…
Demem o ki,
gözyaşlarının gücü vardı eskiden.
SENİ SEVİYORUM
Seni seviyorum
çağladıkça coşan su
estikçe dellenen rüzgâr
ekildikçe anaçlanan toprak
öğütler bunu bana
seni severken
türküden türküye geçer ırmak
toprak yaz yağmurlarıyla oynaşır
öğle tozlarıyla dolanır rüzgâr ufku
adınla uyarırlar beni
seni seviyorum
bağda çiçeklenen salkım
dalda allanan meyva
öttükçe kendini tüketen kabakçı kuşu
öğütler bunu bana
seni severken
yaz güneşi şehvete boğar bahçeyi
kükürt âdetleriyle solar bağ yaprakları
ballı incirde yaşar -bin bir cilveli- aşklarını
turunç gerdanlı kuşlar
haberler getirir sağdıçlarım
gül kurusu mektuplar
seni seviyorum
hayra yorulan düşler
ceviz sandıkta bekarlığın gül suları
taş yastıklarda zümrütüanka kuşları
öğütler bunu bana
YALNIZLIĞA VEDA
Gidiyorum işte
Hayalde gör, düşte gör.
Yalnızlığın da ucuna geldim,
sırtımda kederin hançeri,
saplanmadan hep tehditle yürütür beni.
Bilmiyorum niçin ve iyi mi çıktım bu yola,
vardır elbet başlangıcı bu halin;
ben de bir harmandan savruldum sonunda,
konmasız uçtum peşinden hanım denilen hayalin.
Hayatmış fakat aslolan beni kandıran cilve.
Gene de bir şey verdi diyemem bana bu derin tasarım
ve yeryüzü meridyenlerle kestiğim özlü balçık
kerpici iliğimde kurur, ağrısı yüzüme vurur.
Ah ne vedadır ne vebadır ne vebaldir bu!
Gitmek değil, artık dağılmak benimkisi
tozuyan aklım ve hafızamla.
Bitsin artık bu şiirler, bu kitap, bu içe dönük cihannüma
Hayalse katili bir insanoğlunun
cesedi vurmaz hiçbir kıyıya.
RÜZGÂR DURDURMA TAKVİMİ
ESMER KIZIN BEKLEDİĞİ BAHAR
GELMEK BİLMEDİ
yağmurun kayısı gözleri birikti
volkanların kurumuş tükrüğünden
uzayan yollarda
kavuniçi buğunun dibinde dem çekti
misina kanatlı kumrular
ESMER KIZ GÖZLERİNDE
ISLAK İNCİLERLE BEKLEDİ
AH BAHAR GELMEK BİLMEDİ
sonbahar ve kış boyu
yağmurun buğudan yabaları
kaldırıp gözlerimizin tuzunu
azdırdılar göğün yaralarını
ve deniz rüzgârlarının
yılankavi bıçakları
çentiklerle doldurdular
gezegenlerden inen kollarını
ESMER KIZ KULAKLARINDA
YAĞMURUN YANSILADIĞI
NAL SESLERİYLE BEKLEDİ
AH YEŞİL ATLI GELMEK BİLMEDİ
filiz dizeler kuran bir şaircik
tomurcuğu acıyla kıvranan daluçları
benzer biçimde uzattı parmaklarını:
ESMER KIZ SEVERDİM SENİ
ÂŞIK OLMASAYDIM EĞER
karayel kılıçları
akıtmalarından damlayan kanla
döndüler akşamları bedenine
serin bir ıslık benzer biçimde aldı
onları canevine
ESMER KIZ SEVERDİM SENİ
ÂŞIK OLMASAYDIM EĞER
yüreği sıcacık bir kındı
kendi bıçağına sevdalandı
gerilip okladı yüzünü
alnının çizgileri
AH ESMER KIZ SEVERDİN BENİ
ÂŞIK OLMASAYDIM EĞER
Adnan ÖZER
Acayip bir çağda yaşıyoruz... Meta, Salı günü yapmış olduğu açıklamada Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sunmuş…
Norveç açıklarında bir beluga balinasının niçin üstünde koşum ekibi olacak şekilde ortaya çıktığına ilişkin gizem…
Son güncellemeyle beraber iPhone, iPad ve Mac'ler resmi olarak Apple Intelligence özelliğine haiz oldu. Her…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
FIFA Yargıcı Komitesi Başkanı Pierluigi Collina, teknik direktörlere itiraz etme hakkı veren Futbol Video Desteği'nin…
Çoğumuz makarnayı seviyoruz. Sadece çoğu zaman makarna ile beraber gelen rafine karbonhidratlar bir miktar can…