Ahmet Telli (D: 2 Aralık 1946, Eskipazar, Çankırı) Ozan, yazar.
Ahmet Telli, 1946’da Çankırı’nın Eskipazar ilçesinde hayata merhaba dedi. Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen okullarında eğitim görmüş oldu.
Bir dönem köy öğretmenliği yapmış oldu. Arkasından Gazi Eğitim Enstitüsü’nü tamamlamış oldu.
Anadolu’da çeşitli liselerde öğretmenlik yapmış oldu.
12 Eylül’den sonrasında uzunca bir süre tutuklu kaldı.
1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer edinen örneksiz şairlerden.
İsmet Özel‘den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilendi. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir taraftan da Attilâ İlhan‘a yakın durduğu söylenebilir.
Şiir:
Öykü:
Öteki eserleri:
Ödülleri:
SU ÇÜRÜDÜ
1
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
{hiç de} tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam içinde dev gibi bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam içinde irinli bir
kir yalnızlık denilen. Şimdi ne var ise, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta… (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Tüm belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
2
Zamanı yiyip tamamlamış oldu karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak benzer biçimde
yırtıyordu. Saklayan kırbaç benzer biçimde… Acı duvarını aşan bu
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum bir ihtimal. Fakat
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Fakat gene de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
3
İki şeyi bilmek isterim. (Bir ihtimal aynı şeyi iki kere bilmek
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Fakat hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Bir ihtimal renksizliğin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
4
Bir böcek benzer biçimde antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim… Sanki
bir kadının memelerini asla okşamamış, sicaklığını duymamış.
Ellerim… Her dizesi feryat olan şiirleri asla yaratmamış sanki. Ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara… Cüzzamlının,
vebalının bir rengi vardır. İrinin bir rengi… Ölünün bile bir
rengi vardır fakat derimin rengi yoktu. Bir ihtimal çürüyen bir kentin
rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
5
Killi, ayakları üstünde duramayan bir yaratıktım artık.
Soyumun neye benzediğini unuttum. ‘İnsana benziyorlardı’
diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun
halkasında insanlık…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
6
Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
sokması benzer biçimde bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek benzer biçimde değil bu esinti. Bir ihtimal
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Balçık benzer biçimde bir yağmur damlası… Fakat toprak, bu damlayla
çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, tüm vahalarını bu
damlayla yeşertecek… Genzim yanıyor. İnce bir kan şeridi
sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
7
Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün sadece bir kere dudaklarımı
değdirdiğim… Dilimi bir köpek benzer biçimde değdirdiğim. (Dilin suya
dokunuşu… Bir süngerin denizi yutuşu kısaca. Bir çölün seraba
kesilmesi bir an için.) Her gün sadece bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, tüm
vantuzlarını birden uzatmasın diye… Bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. Küstü, öldürdü kendini su…
Su çürüdü…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
BEKLE BENİ
Karlar tozarken bekle
Ortalık ağarırken bekle
Kimseler beklemezken bekle beni (K.Simonov)
I
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
luğu yitirmeden bekle
döneceğim bigün elbet
bekle beni
Bahar ulaştığında
kırlara çıkacaksın
diz boyu otlar üstünde
koş koşabildiğince
ve sakın yitirme neşeyi
Kırların sessizliğinde
yüreğinin sesini dinle
ve orada benim için
küçücük bir yer ayır
ve bekle beni küçüğüm
Tabiat pervasızdır birazcık
bakarsın en olmaz yerde
masmavi bir su fışkırır
ve suyun ışıldayan göğsünde
sevincin nilüferleri
Bahar şaşırtmasın seni
sırtüstü uzan bir gölgeye
suların, kuşların sesini dinle
ve bekle beni orada
döneceğim küçüğüm
II
Mapusane türküleri
hüzünlüdür birazcık
bir ihtimal her dinleyişinde
yüreğin burkulmakta
için sızlamaktadır
Fakat acılara alışılmaz
bir şeyler var değişecek
bir şeyler var
değiştirmemiz ihtiyaç duyulan
ilkin acılardan başlanacak
Beş on yıl söylediğin
pek kolay geçmeyebilir
üstelik bu cenk
bu kahredici kıyım
bitmeyebilir daha uzun süre
Fakat sen haiz çıkarak
yaşama ve sevince
bekle beni küçüğüm
acılar bitecek bigün
sevgiler çiçek açacak
Mapusane türküleri
hüzünlüyse de birazcık
yüreğin burkulmasın
için sızlamasın sakın
ve bekle beni küçüğüm
III
Kış kıyamet bigün
bakarsın çıkıp gelmişim
varsın azgınlaşsın tipi
ve uğuldayadursun
dışardaki rüzgâr
Sakın şaşırma küçüğüm
üşümüş bir serçe benzer biçimde
titremesin ellerin
apansız çıkıp geleceğim
kış kıyamet de olsa bigün
Uğuldayan bu rüzgâr
bu delice yağan kar
ürkütmesin seni
direnmektir artık
bekleyişin diğer adı
Sen türküler söyle
ve gülümse küçüğüm
şundan dolayı sesinin
ırmağıyla yeşerecek
hasretin bozkırları
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
luğu yitirmeden bekle
döneceğim bigün elbet
beke beni küçüğüm
ZAMAN KEKEMEYDİ
Gün bitti, elindeki güller de soldu
anımsanacak neler kaldı bugünden
paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak
bir ihtimal bir türkü söyleriz geceye karşı
saçlarını tarazlayan bir şafak olur
Vakit kekemeydi ve tarihe sızan
soytarılar gördük gencömrümüzde
ölüm peşimize düşende bir göçebeydik
suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına
tüm sığınaklar uçurumlara açılırdı
Rüzgâr suyu soğutsun su terli bedenlerimizi
ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları
konuşursak akşam olur ve gene yağmur yağar
gidersek gülüşler azalır buralarda
kim bulur yitik adresteki dostları
Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana
ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin
ve sadece yeni bir yorumu oluyor aşkın
saçlarından sızan bu karanlık yağmur
ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar
Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü
çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların
ve ikide bir aklıma düşüyor aynı sual
-Aşkı bilmiyorsam iyi mi değiştiririm
kendimi, seni ve tüm dünyayı
AKŞAMI GECİKTİREBİLİRSİN BELKİ
Feride için
Gün batarken sula fesleğenleri
balkonun kokusu sokağa taşsın
sokaklar yitik çocuklar benzer biçimde
hırçındır, ürkek ve birazcık şaşkın
Sular bulutlanır sen susarsın
ve şehir çıngıraklı bir yılan kadar
zehirlidir artık sevgilin mahpusken
üstelik kirli bir lekeye döner umutlar
Acılar katlanır mendil yerine
sarışınlaşırsın bu kaçıncı sonbahar
ellerin üşür, çiy düşer çiçeklere
beklediğin mektuplar da gelmez
Bomboş sayfalara dönerken aklın
soyutlama’teki kitabı fareler kemiriyor
ve düşlerin sonsuz bir boşluktayken
bir sigara yakıyorsun, tutuşuyor sular
Akşamı geciktirebilirsin bir ihtimal
suladığın fesleğenlerle, kimbilir
fakat vaktin ayırdındadır şimdi
kuşlar, çocuklar ve mahpuslar
Usulca inse de koldemirleri
ÇOCUKSUN SEN / I
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Fena bir anlatıcıyım oysa ben ve ne süre
Birisi adres sorsa ilkin silaha davranıyorum
Kekemeyim minimum kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve mutsuz şehirler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada minimum senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Tekrar doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne var ise
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Fena bir anlatıcıyım oysa ben ve ne süre
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unutmuş olduğu bir tansık
Seni umuyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonrasında ve sen
Asla büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana gore değil
ÇOCUKSUN SEN / II
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Iyi mi gidip geliyor gidip geliyorsa o şekilde
Vakit benim işte, nesneleşiyor tüm anlamış olur
Dursam ölürüm paramparça olur dünya
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Yar diyordun bir aşk yar özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum asla)
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Mutsuz bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir sığınmacı hüznüne dönüyor artık bu kentte
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni umuyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı asla
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı bir ihtimal)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Iyi mi gidip geliyor gidip geliyorsa o şekilde
Çocuksun sen, çocuğumsun
SAVRULAN KÜLLERİ ÖMRÜMÜZÜN
Bir kızın dev gibi gözlerinde gördüm
bulutların dağlara sessiz bir şekilde çöküşünü
Çocuksu susuşları gördüm, kırılan luğu
Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım
çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya
bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda
Harelenen sularda bir yanık kokusu
ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi
Işık zamana bağlı zamansa onun
dev gibi gözleridir artık
Anladım tarih de yazılmaz
bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü tek tek
deryalara savrulup çöllere düşmüştü
Bir duman tütüyor gene hangi şehir yandı
hangi sokakta vuruldu sevgilim
Bir demet menekşe bir avuç toprak
burkulan bir yürek miyim hep
Sesimde bir yanma bir kekrelik
uzayıp giden bir çöl yalnızlığı
Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor
sulanmamış çiçekler benzer biçimde kuruyor her şey
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
gidip de gelmemek suretiyle tüm yüzler
Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi
bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere
yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı
bir kızın dev gibi gözlerinde görüyorum
savrulan küllerini ömrümüzün
Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum
Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin
fakat bir kızın dev gibi gözlerinde yangınlar çıkıyor
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
BELKİ YİNE GELİRİM
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor şundan dolayı
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Fakat bir tufan azca mı gelir yoksa gene de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı ne olursa olsun
Asla durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu şehir
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi sema
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
Onlardı küçüklere ve aşka ölesiye bağlanan
Hanımefendileri güzelleştiren herhalde onlardı
“Tükürsem katliam sayılır” diyordu birisi
Tükürsek katliam sayılıyor artık
Fakat nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
Tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
Ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
Alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
Kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
Ve fakat bir cellat benzer biçimde yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum tüm kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor şehir
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne süre yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz bu şekilde şeyleri
Fakat içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
Dizginlerini koparan bir at sanki bu
Nefes soluğa kalıyorum her güz
Ve sevgilim ne süre hoşgörülü olsa
Bir seyahat düşüyor aklıma, gidiyorum
Tüm gençliğim böylece geçip gitti işte
Fakat hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bigün gelirsek hangi şehir güzelleşmez
Şiirlerim bir dostun vurulmuş olduğu yerde yakıldı
Geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, tüm ışıklarını söndür
Sorduğum hiçbir suali geri almıyorum ey sokak
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, asla gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu şehir ve tüm yeryüzü
İpince bir su benzer biçimde sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessiz bir şekilde çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Bir ihtimal gene gelirim, sesime ses veren olursa bigün…
YENİLDİK
Yenildik;
Şimdi kim bilebilir zakkumun
O kekre tadını bizim kadar
Tenimize sinmiş sülfür kokusunu
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar
İntikamcıydı bilim, sezgimizse
Gölgesi sulara vuran bir ceylan
Neyi yaşamışsak ömrümüz diye
Derimize yazdı o vak’anüvis
Kehribar saplı bir hançerle
Kehânet kuyularında sınandık
Terkettiğimiz her kent yakıldı
Anıtlar dikildi kahhar ve mukaddes
Zamansa bir karadeliğe dönüştü
Belleğimizin oksitlenen çöllerinde
Çöl ve moraran cesetler, rüya
Kâbusa dönüyor cinnet saatidir
Coğrafyanın bu yakasında bir halk
Kendi oğullarını boğazlıyor artık
Kûfi bir cesaret oluyor cinnet
Biz üzüntü diyorduk, tarihmiş
Lügatımızda işte o kil ve kül tadı
Şimdi kim bilebilir yenilginin
O kekre kokusunu bizim kadar
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir
AKBABALAR-KELEBEKLER
Yüreği ağzında bir çocuk
Şeklinde alırken kalemi elime
Beceriksiz, çömez ve olasıya
Yapayalnızım her defasında
Bu sonuncu olsun diyorum
Ömrümün eksiksiz tek şiiri
Yazılsın artık kırk yaşımın
Ve bir aşkın bittiği bu gece
Akbabalar bin yıl kelebekler
Bir mevsim yaşarlarmış ki aşk
Da kısa ömürlüdür, adım atar
Şeklinde biter yaşanmışsa eğer
Yaşanmış olan ne var ise hoşgörünün
Bir parçasıdır artık fakat ben
Gene de yakabilirim bu gece
Tüm anılarımı bir şiir için
Sonrasında irkiliyorum, anılarım yoksa
Dostlarım da terkedilmiştir yangın
Sürüp dururken yurdumda ki o süre
Kıymeti harbiyesi nedir bu şiirin
Sabaha karşı dilim paslı
Beynim keçeleşmiştir ve yangın
Yalnızlığıma sıçrarken üşüyor
Tüm sözcükler. Ümit yoktur
Yüreğim diyorum, kekeme
Alıngan, serseri yüreğim
Sen nerden bilebilirsin
Bir şiirin iyi mi yazıldığını
ANISI BİZ OLALIM BU SOKAKLARIN
Anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiçbir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim şehir güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen
Biz erişince bir yağmur adım atar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür ansızın
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri
Bir dost evine uğrarız yol üstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessiz bir şekilde omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
Biz kalırız kuşlar dönerek gelir
her balkonda bir menekşe sesi
Bir ihtimal tekrardan güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri asla açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçlerle dolar tekrardan
kendi sesini kemiren alanlar
Anısı biz olalım bu sokakların
ve asla durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın gene
Gidersek beraber gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen
AŞK BİTTİ
F.E.S. ve öbürleri için
Bir aşk iyi mi biterse o şekilde bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık benzer biçimde
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl benzer biçimde
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum benzer biçimde
Bitti.
Bir aşk iyi mi biterse o şekilde bitti bu aşk da
Yürümeyi tekrardan öğrenen felçli bir çocuk benzer biçimde
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Bir ihtimal bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir ozan
Aşk bitti işte tam da o şekilde
AYRILIK AYRACI
Tüm ayraçları kaldırdın fakat unuttuğun
Bir şey vardı gene de, çiçekleri sulamadın
Sema sarardı o süre bulutlar kirlendi
Ve ne kadar azca konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Bu şekilde diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın şehir de sana benziyor gitgide
Ne süre dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda
Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben tüm yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık
Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir yar bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen tüm ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Fakat unutmuşsun gene de ayrılık ayracını
ESKİ BİR HÜZÜNLE
Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya
(kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum)
Unutup gitmişim ezberimdeki tüm şiirleri
bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara
O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma
soyutlama’teki gene bir türkü tutturuyor
Ey kalbim sana denk düşüyor tüm bu acılar
acılar tek ve mutlak olan bir şeyi konu alıyor
Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü
dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni
Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden
suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına
Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor
ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen
unutup gitmişim tüm türküleri artık
(kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum)
Kısa devam eden hastalıklar vardır ya, işte o şekilde
geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu
resmini asıyorum ranzamın başucuna gene
ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında
-Teslim olmayalım halilim kurşun atalım!
SIĞINAK
Sözün gene hep aşktan yanaysa
sevgilim sen sakla bir kaçağı
bir ihtimal bitkin ve yaralıdır hâlâ
ölüm basmıştır son sığınağı
Sus ve bir tek dinle sessizliği
perdeleri çek ışıkları söndür
bir slm bir haber gönderir bir ihtimal
sesleri asla duyulmayan dostlar
Bir cigara sar bitlis tütününden
bir çay demle sonrasında, anısı kalsın
bekle başlangıcında onun sabahadek
Bir ihtimal benim sana bu şekilde sığınan
yapayalnız ve öylesine bitkin
kimliği duvarlarda kalan bir kaçak
GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME
Gün biter gülüşün kalır bende
anılar benzer biçimde sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir kim bilir
Aykırı anlamlar arayıp durma
sonbahar biter sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açmış olduğu yara
yar olur cellat olur her gece
Her gece tekrardan bir talan adım atar
acı ses olur, ses deli bir yağmur
eski bir eylüle gireriz böylece
Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim, sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenmiş olur kimliğime
HÜZ’NÜN İSYAN OLUR
Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana
Dövüşten uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın anlama gelir
devinmez yüreğinin mağması
çatlamaz sabrın kara taşı
KALBİM UNUT BU ŞİİRİ
Uğuldayan ve hep uğuldayan
bir orman kadar üşüyorum şimdi
yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda
yanlış ve zehirli çiçekler açıyor
Kanımda dev gibi gözleriyle bir feryat
Su ve ses kadar beklediğim
ne kaldı geride, bilmiyorum
uzanıp uyumak isterim gölgeme
ve sarınmak o dev gibi gözlerin
uğuldayan rüzgârlarına
Bir acıyı yaşarım ve zehrinden
çiçekler üretirim kömür karası
yar kadar bir yalnızlık
yaratırım kendime, atlarım
Anısı yoktur minik rüzgârların
Yapraklarım yok artık kuşlarım yok
büsbütün viran oldu dağlarım
ezberimdeki türküler de savrulup gitti
ömrümün karşılığı kalmadı sesimde
sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü
Yanlış, daha baştan yanlış
bir şiirdi bu, biliyorum
ve bir ihtimal ömrümüzün yakın geçmişi
bu kadar doğruydu sadece, kim bilir
Kalbim unut bu şiiri
Ahmet TELLİ
YouTube, kısa sürede Avrupa, Orta Doğu ve Cenup ABD'daki bir çok ülkede Premium abonelik fiyatlarına…
Microsoft, 1980'lerde piyasaya sürdüğü iki program Paint ve Notepad'e, aradan geçen 40 senenin arkasından suni…
"Woke" terimi, süre içinden ilk anlamından oldukca değişik bir halde evrim geçirdi. Geleneksel olarak baktığımızda…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
Tüm dünyada gözler ABD seçimlerine çevrildi ve kesinleşmemiş sonuçlara gore Cumhuriyetçilerin talibi Donald Trump seçimden…
Türkiye Suni Zeka İnisiyatifi’nin (TRAI) düzenlemiş olduğu Türkiye Suni Zeka Zirvesi bu yıl yedinci kez…