Battalgazi’nin İslamiyet’i yayma mücadelesinin ele alındığı destanda Hüseyin Gazi’nin oğlu olan Battal Gazi’nin kahramanlıkları, BizanslIlarla yaptığı savaşlar ve İstanbul’u kuşatan Emevi kumandanı Mesleme’nin silah arkadaşı Sahsah’ın başından geçen olaylar işlenir.
Bizanslılar ile Araplar arasında 300 yıl süren kanlı savaşlar birçok efsaneler ve destanların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bunlardan en önemlisi Baddal-Name (Seyit Battal Gazi Destanı)’dır. Bu destanının Bizanslılar tarafından değiştirilmiş biçimi “Digenis Akritas”destanıdır.
Bu destanın kahramanı Türkler arasında Battal Gâzi adıyla bilinmiş ve benimsenmiş bir Arap savaşçısıdır. Asıl destan, VIII. yüzyılda, Emevî’lerin Hristiyanlarla yaptıkları savaşlarda inanılmaz kahramanlıklar göstermiş Abdullah isimli bir kişiyle ilgili olarak meydana gelmiştir.
Arapada Baddal kahraman anlamına gelmektedir, Battal Gâzi, Arap kahramanına verilen unvanlardır. Türklerin Müslüman olmalarından sonra Battal Gâzi destan tipi Türkleştirilmiş önceki destan epizotlarıyla zenginleştirilmiş ve anlatım geleneği içinde yerini bulmuştur. XII ve XIII yüzyıllarda Battal-Nâme adı ile ve nesir biçimi yazıya geçirilmiştir.
Hikâyeci âşıkların repertuarlarında da yer almıştır. Seyyid Battal adıyla da anılan bu kahraman hem çok bilgili, çok dinine bağlı ve cömerttir. Müslümanlığı yaymak için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı ve dev gibi olağanüstü güçlerle de savaşır.
” Aşkar Devzâde” isimli atı da kendisi gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin X-XX. yüzyıllar arasında oluşturdukları ortak İslâm kültür dairesinin ürünüdür. Orta Asya’da yaşayan Türk guruplar arasına da yayılarak Türk kabul ve değerleriyle ortak potada erimiştir.
BATTALNAME
“Yenik düşman askerleri Kayserin yanına vardılar ve ona oğlunun Müslüman olduğunu naklettiler. Kayser tacını yere vurdu, feryat ve figan eyledi. Yedi gün tahta oturmadı. Hiç kimsenin yüzünü görmedi. Lokma dahi yemedi. Beyler, vezirler toplanıp Kayser’in huzuruna geldiler: “Şahımız! Ağlama ile iş bitmez, buna yürek gerek, asker toplayalım, varıp Muhammedîleri kılıçtan geçirelim ”dediler.
Kayseri tahtına getirdiler. Tahtına geçip oturdu. Ahmer adlı gayet gürbüz bir pehlivan vardı, onu getirip yanına yüz bin er verdiler. Kayser, kendi boynundan yardım haçını çıkarıp ona verdi. Diğer yandan Kayser, büyük oğlu Şemun ve onun küçüğü Şemmas’ın emrine elli bin asker verdi. Ayrıca İlgun oğlu Mihran, Feridun ve Büyük Sercayil adlı vezirleri de askerle beraber gönderdi. Bunlar büyük vezirlerdi. Sürdüler, geldiler ve Ahmer’le buluştular, birlikte yürüdüler. Diğer taraftan haber Emir Ömer’e yetişti.
Asker geldiğini bildirdiler. Buyurdu, bazıları şehre, bazıları da dağlara gittiler. Mansur oğlu Yahya adında Müslüman askerlerin bir casusu vardı, gelip Emir Ömer’e Kayserin oğlu Şemun, Şemmas ve Ahmer’in iki yüz bin kişiyle filan yere geldiklerini haber verdi. Malatya serverleri bu haberi işitip “Gazaya hazır olun!” diyerek tellâl çıkardılar ve üç bin piyade toplandı. On iki bin gazi, şehir önüne geldiler. Çadırlar kurdular. Yıldız nehri denilen yere vardılar.
Cafer atına bindi, ileri gitti ve bir tepeye çıktı. Aşağı baktı ve büyük bir asker topluluğu gördü. Atın başını çekti, durdu, düşündü ve: “Ey Allah’ım! Bütün zorluklar senin için kolaydır. Ne olaydı da bu lâinleri bu zayıf kuluna lutf edip bana boyun eğdiriverseydin.” dedi. Bu düşüncedeyken Cûde, dört oğluyla çıkıp geldi: “Ya Cafer! Bu seferki düşman askeri öncekilere benzemez. Bu onun yanında deryadır. Silahlı ve hazır geldim.” dedi. “Kâfir askerinin gözcüleri göründü!” diye haber ettiler, iki yüz bin asker dalgalandı. Atları birbirine dokundu.
Cafer: “Yârenler! Bir an ferahlayın, görün ben neylerim, dedi. Atından inip atının kolanını çekti. Hamle etmek istedi. Tam bu sırada lalası Tevabil geldi: “Ciğer köşem! Biraz bekle, işte asker geldi, meşveret edelim” dedi. Bunun arkasından Emir Ömer, on iki bin kişiyle çıkıp geldi. Cafer’i düşman askeri üzerine gitmekten alıkoydu. “Vakit dardır, yerleşecek bir yer bulalım” dedi. Cafer’i döndürdüler.
Müşavere ettiler. Abdülvahap: “Gelin şu dağ kenarına çepeçevre hendek kazalım, bir iki yerden kapı bırakalım, sonra çıkalım, savaşalım.” dedi. Bu fikri uygun buldular ve öyle yaptılar. Kayserin oğlu Şemun bir mektup yazdı ve Bülkas adlı bir pehlivanın yanına kırk kişi katıp Emir Ömer’e gönderdi. Emir Ömer ve kalan beyler otururlarken elçinin geldiğini haber verdiler. İçeri aldılar. Bülkas mektubu sundu. Mektupta deniliyordu ki: “Rum Kayserinin oğluyum.
Hüseyin Gazi’nin oğlunu tutunuz ve bana veriniz. Ayrıca “Muhammed’i gördüm” diyen o koca ihtiyarı da istiyorum. Yedi yıllık haraçla birlikte halifeniz boğazına kefen dolayıp gelsin ve Kayserin karşısında diz çoksun. Bu teklifime karşı gelirseniz Kâbe kapısına kadar her şeyi yakıp yıkarım…” Bu haberi Cafer işitti, yerinden kalktı. Bülkas’ın burnunu ve iki kulağını kesti ve: “Var Şemun’a de ki: Bütün Rum ülkesini Müslümanlığa döndüreceğim, bütün kiliseleri yıkıp yerine mescitler yapacağım. Rum Kayserini boğazından asıp İstanbul’u harap edeceğim…” Bülkas döndü ve Şemun’a bu haberi verdi. Şemun’un kan tepesine sıçradı.
O gece gözüne uyku girmedi. Sabah olunca emir verdi. Davullar vuruldu, kâfir askeri at bindiler, saf oldular, savaş için gömgök demire büründüler. Diğer taraftan müminler de at bindiler, hendekten dışarı çıktılar. On iki bin kişi saf tuttular. Önce Cûde Gazi meydana girdi ve er diledi. Bir kâfir karşı geldi. Cûde onu tepeledi. Birbiri ardınca yirmi kâfir yok etti. Müminler şad oldular. Şemun çok sinirlendi.
İlyas oğlu Sünbat adındaki pehlivan Cûde’nin karşısına dikildi. Bir hayli cenk oldu. Bir ara Sünbat’ın kılıcı Cûde’nin kalkanından kurtuldu ve atının başına dokundu. At yıkıldı. Hemen at yetiştirdiler. Cûde’nin oğlu Süleyman hamle kıldı ve atasını kurtardı. Sünbat’ı ağır yaraladı, meydandan çekilmeye mecbur etti. Müslümanlar şad oldular.
Öğle oldu, namaz kıldılar. Bu kez Feridun Acemî adlı biri meydana girdi. Süleyman’a gürzüyle saldırdı. Kalkan,Süleyman’ın elinde parçalandı ve atından yere düştü. Süleyman’ın kardeşleri Evhad ve Musa hamle kıldılar, Süleyman’ı kurtardılar. Sait oğlu Ali hamle kıldı; Feridun, Ali’ye kılıçla vurdu. Ali kılıcıyla savdı. Kılıcını kırdı. Lâin geçmek istediğinde Ali öyle bir vurdu ki iki parça oldu. Müslümanlar “Aferin!” dediler. Daha sonra yedi kâfir tepelendi. Kâfirler tarafından figan koptu.
Bu kez Ahmer meydana girdi. Ali’ye bir gürz vurdu ve kalkanını iki parça etti. Ali, atıyla birlikte yere yıkıldı. Abdüsselâm atını meydana sürdü. Ahmer’e birkaç oyun yaptı, Ahmer kızdı, bir gürz vurdu. Abdüsselâm’ın kalkanı dağıldı. Süngüyle vurunca atından yere yıkıldı. Adamları bağrıştılar, Abdüsselâm’ı alıp meydandan dışarı çıkarttılar. Ahmer o gün meydanı tuttu ve kırk Müslüman yiğidi mağlup etti.
Kimini öldürdü, kimini de yaraladı. Yine meydana er diledi. Kimse giremedi. Ahmer bu defa Müslüman askerleri üzerine saldırdı ve bir hayli kişiyi yaraladı. Sonra dönüp meydana geldi. Kâfirler şad oldular. Şemun, Ahmer’in bu başarısı karşısında onu ödüllendirdi. Ona kaftan giydirdi. Döndüler, çadırlarına geldiler, içki meclisine oturdular. Ahmer, Şemun’a: “Yarın o Cafer’i ve Muhammed’i gördüm” diyen ihtiyarın ellerini bağlayıp sultanımın huzuruna getireceğim, dedi. Kayser ona dua kıldı. Diğer taraftan müminler çok üzüldüler.
Abdest alıp akşam namazını kıldılar. Sabaha kadar tevhitler, tekbirler getirdiler. Sabah olunca kâfir askerleri savaş yerine akın akın geldiler. Alay alay durup saflar bağladılar. Müminler de hendekten dışarı çıktılar ve saflar bağladılar. Abdülvahap meydana girdi ve: “Muhammed Aleyhisselâm’ı gördüm ve önünde çok gazalar eyledim. Kim ölümü istiyorsa meydana gelsin.” dedi. Ahmer, bu serzenişi duydu ve meydana girdi. Süngüsüyle hamle kıldı.
Abdülvahap bu hamleyi savuşturdu. Abdülvahap hamle kıldı. Ahmer, bir gürz darbesiyle Abdülvahab’ın kalkanını dağıttı ve gürz göğsüne isabet etti. Ağzından burnundan kan boşandı ve atından yere yığıldı. Bu defa Emir Ömer atını meydana sürdü ve Ahmer’in önünü kesti. Ahmer, emir giysileriyle bu zatı görünce seslendi: “Kimsin?” Emir Ömer: “Müminlerin serveriyim.” dedi. “Tamam, ben de seni ister dururdum.” dedi.
Cenge tutuştular. Bunlar cenkteyken Abdüsselâm Cafer’in yanına geldi ve: “Ey uğursuz! Senin yüzünden bu kadar mümin yok oldu… Sen ata bindiğin vakit ne uğursuz saatmiş. Neredeyse Ahmer, Emir Ömer’i öldürecek… Âlemi harap ettin, durmuş bekliyorsun…” diye kötü sözler söyledi. Cafer sabretti, hiç tınlamadı. Ahmer, Emir Ömer’in süngüsünü ve gürzünü savdı. Sıra Ahmer’e geldi, bir gürz darbesiyle Emir Ömer’in kalkanını iki parçaya böldü.
Gürz atın başına dokundu ve at yıkıldı. Cafer’in artık sabrı kalmadı. Bulunduğu yerden yıldırım gibi bir nara attı ki duyanlar yer gök birbirine değdi sandılar. Müslümanlardan ve kâfirlerden ne kadar insan varsa sersemlediler. Ahmer, kendini toparladı. Karşıdan kendine doğru heybetli bir kişinin geldiğini gördü. Bu kişinin bindiği atın ayakları yere değmiyormuş gibiydi. Yaklaşınca yüzünden örtüsünü kaldırdı. Ahmer, baktı ki bir oğlandır, kızdı ve: “Hey!… Başka adam yok mudur ki seni gönderdiler?” dedi.
Cafer: “Gençliğime bakma, Kuşade’yi, Mihriyayil’i ve Şameseb’i tepeleyen benim.” dedi. Elindeki süngüyle hamle kıldı. Ahmer: “Ben de seni karşımda görmek istiyordum.” dedi ve hamle kıldı. Cafer, kamçıyla çarptı ve Ahmer’in süngüsü parça parça oldu. Ahmer, gürzüyle saldırdı. Cafer, Ahmer’in gürzüne karşı sırtını tuttu. Hakk Teâlâ sakladı ve bir kılına zarar gelmedi. Müminlerin tekbir sedaları yedinci kat göğe erişti.
Abdülvahap bağırıp “Aleyke aynullahey pehlivan-zâde” dedi. Tevabil de “Barekallah ciğer köşem, seni Allah kötü gözden, kötü dilden saklasın. Allah’ım başına devlet külahı olsun, onun başına kasteden başlar kurusun, kötülük eden diller çürüsün.” dedi. Diğer yandan Şemun ve Şemmas onu görüp hayrette kaldılar ve: “Hay Allah! Bu kimdir ki Ahmer gibi pehlivanın gürzüne sırtını tuttu.” dediler. Bunlara korku düştü, nefes alamaz oldular. Cafer, kükredi ve Ahmer’e: “Hazır ol! Kendi bağının koruğu tatlı mı, ekşi mi sana göstereceğim.” dedi.
Yetişti ve bir darbe vurdu, Ahmer’in kalkanı parça parça oldu. Gürz başına dokundu ve yere yıkıldı. Ağzından ve burnundan kan boşaldı. Müslümanların sedası göklere çıktı. Cafer Gazi, atını durdurdu. Kâfirler başka bir at yetiştirdiler. Ahmer, ata bindi. Kendini toparladı ve Cafer’in üzerine yürüdü. Cafer’in yiğitliğine hayran oldu.
Cafer’e: “Ya Cafer! Gece oldu, hele var, bu gece dinlen, ben de boş bulundum, yarın yine buluşuruz.” dedi. Cafer: “Hoş ola!” dedi. İkisi de döndüler. Müminler Cafer’i coşku ile karşıladılar. Sevinçle getirdiler. Bütün müminler Cafer’e aferin dediler. Kâfir askerleri de çok üzgün bir vaziyette döndüler. Şemun ve Şemmas Ahmer’e: “Ya Ahmer! Sen çok uğraştın. Yoksa o nerede sen nerede!” dediler.
Ahmer: “Ben, ömrümde bunun gibi yiğit görmedim.” dedi. Bu taraftan, müminler, abdest alıp akşam namazını kıldılar. Cafer imamlık etti. İbadetten sonra yediler, içtiler. Sonra Cafer, kendi çadırına geldi. Rum kıyafetine büründü atına bindi, kâfir askerlerine doğru yürüdü. Giderken lalası Tevabil’e uğradı. Tevabil: “Ya Cafer! Nereye gidiyorsun?” dedi.
Cafer: “Himmetin benimle birlikte olsun, Rum askerlerine gidiyorum.” dedi. Tevabil: “Gitme, yakalanırsın.” dedi. Cafer: “Allah deyip gidiyorum, alnıma ne yazılmışsa görmeliyim, dedi. Yürüdü. Atını bir yerde gizledi. Şemmas’ın çadırına vardı. Ahmer, bir kızıl altından yapılmış kürsüde oturmuş,Cafer’in erliğinden bahsetmekteydi.
Ahmer, orada bulunan beyler ve maliklere: “Ömrümde bunun gibi yiğit görmedim. Güzel yüzlü ve iyi huylu bir yiğit…” dedi. Daima içki içip, Cafer’i hatırlayıp konuşur ve başını salladı. Cafer, biraz durdu, gezindi. Daha sonra Ahmer kalktı, gitti. Cafer onu takip etti. Ahmer, askerden uzaklaştı, gitti. Birkaç adamı da yanındaydı. Onlara da izin verdi, dönüp gittiler.
Cafer, “Bir görelim Ahmer nereye gider” dedi. Ardınca bir iki dere tepe aştı. Bir sahraya çıkıp geldiler. Ahmer sahranın ortasındaki bir bahçenin kapısına geldi. Atından aşağı indi, içeri girdi. Atını koyuverdi. Kapıyı kapattı. “Ola ki Muhammedîlerden biri gelir” dedi, gitti. Ardından Cafer de girdi. Baktı, bağın içinde merdiven dikilmiş bir köşk. Ahmer’in bağın içinde yürüdüğünü ve adam aradığını gördü.
Ahmer, “Sakın, Muhammedîlerden biri gizlenmiş olmaya” dedi. Yukarı çıktı. Baktı, bir taht bağlanmış, tahtın üstünde ayın on dördüne benzer güzel bir kız oturuyor. Meclis kurulmuş, yiyecekler hazır, altın gümüş şamdanlar yanıyor. Ahmer de geldi, kız karşıladı. Kolunu boynuna sardı, alıp tahta geçirdi ve sordu: “Niçin geciktin?” dedi. Ahmer: “Şemmas’ın yanındaydım.” dedi. Kız, işaret etti, bir sıcak kuzu büryânı getirdiler. Bir iki lokma yediler.
Ahmer kadehi aldı eline: “Bu şarabı beni meydanda zor durumda bırakanın aşkına içiyorum.” dedi. Kız: “Seni kim zor durumda bıraktı?” dedi. Ahmer, Cafer’in erliğini ve güzelliğini anlatmaya başladı. Bu sözleri saklandığı yerden işiten Cafer: “Acaba bu yiğit Müslüman olmaz mı? diye düşündü. Ahmer, her kadeh kaldırışta Cafer’in ismini tekrarlayıp “O yiğidin aşkına içiyorum.” diyordu. Cafer, hemen paldır küldür merdivenden aşağı indi ve: “Sıhhat olsun.” dedi. Ahmer’in içine korku düştü. “Kimsin?” dedi.
Cafer: “Şu kadehleri kimin aşkına içtin beyim? Seninle savaştık. Ben seni düşman sanıyordum, hâlbuki sen bana dost imişsin. Benim aşkıma kadeh kaldırıyorsun, gel şimdi iman et, Müslüman ol ve bana arkadaş, kardeş ol. Canını cehennem ateşinden kurtar.” dedi. Ahmer: “Hey! Sen burada ne yapıyorsun?” dedi.
Cafer: “Beni nerede anarlarsa ben orada hazır olurum.” dedi. Ahmer: “Hele hoş geldin, şimdi seninle güreş tutalım; eğer sen beni yenersen ben Müslüman olayım, eğer ben seni yenersem sen benim dinime gir.” dedi. Cafer: “Hoş söz.” dedi. Bunun üzerine Ahmer aşağı inip bir güzel tuman giydi ve durdu. Cafer’e: “Pehlivan sen benim kuşağımı tut, ben de senin kuşağını tutayım.” dedi. Bu söze razı oldular. Ahmer üç defa zorladı, Cafer’i yenemedi, kızdı.
Cafer’e bir yumruk vurmak istedi, ancak Cafer öyle bir nara attı ki Ahmer’in ve kızın akılları kaçtı. Cafer, Ahmer’i yavaşça yere indirdi. Şahin gibi göğsüne çıktı. Hançeri boğazına dayadı. Ahmer gözünü açınca Cafer’i üzerinde gördü. Cafer: “Ya Ahmer! Sözünde duruyor musun?” dedi. Ahmer: “Er olan sözünden dönmez.” dedi.
Cafer, Ahmer’in göğsünden kalktı. Ahmer doğruldu ve yüzünü yere koyup: “Ne yapayım ki Müslüman olayım?” dedi. Cafer, Kelime-i Şahadet’ i okuttu. Ahmer iman etti, Müslüman oldu. Kız dahi birlikte Müslüman oldu. Ahmer, kıza: “Çabuk bir kadeh doldur.” dedi ve Cafer’e sundu. Cafer: “Bizim dinimizde şarap içmezler, haramdır.” dedi. Kız bu sözü işitti, içki edevatını topladı. Taze pişmiş kuzuyu ortaya getirdi. Yediler, şeker şerbetini içtiler. Ahmer: “Ya Cafer! Sana bir lakap koymak istiyorum, bende hatırın kalmasın.” dedi.
Cafer: “İyi olur.” dedi. Ahmer: “Senin adın Battal olsun.” dedi. Battal: ”Ben de sana bir ad koyayım.” dedi. Ahmer:”İyi olur.” dedi. Cafer: “Senin adın, Ahmet Turan olsun.” dedi. Mutlu ve şen oturdular. Battal Gazi çok şükretti. Ahmet Turan: “Ya pehlivan! Kalk şimdi yerine git. Ben de askerime varayım. Yarın bu meydana gel. Ben de geleyim. Birbirimizle cenk edelim. Beni meydanda yere yık, ben de çaresiz kalayım. Bütün askerler bu durumu görsünler. Sonra da kâfir askerine karşı neler yapacağımı gör, dedi.
Battal: “İyi olur.” dedi ve ikisi de askerlerinin yanına vardılar. Sabah oldu. Her iki asker grubu karşılıklı saf bağladılar. Seyyid Battal büyük bir cesaretle meydana atını sürdü. Çağırdı: “Ahmer nerede? Gelsin!” dedi. Ahmer de Battal’ı gördü ve meydana atını sürdü, ancak Ahmer geceki gibi değildi, sözünden dönmüştü. Battal: “Ya Ahmer! Ahdinden sapmışsın!” dedi. Ahmer: “Gece söylediklerim ciddi değildi, sarhoştum.” dedi.
Elindeki süngüyle saldırdı. Seyyid Battal onun süngüsünü kamçısıyla karşıladı, süngü parça parça oldu. O anda Ahmer Battal’ın önünden kaçmak isterken Battal öyle bir ayak darbesi vurdu ki iki ayağı üzengilerden çıkıp tepesinin üzerine yedi adım öteye yıkıldı. İslâm askerinden bir ses yükseldi ve hepsi aferin kıldılar. Seyyid Battal tıpkı şahin gibi sıçradı, Ahmer’in göğsüne çıktı, hançerini boğazına dayadı: “Ya Ahmer! Sözünde duruyor musun, yoksa ölür müsün?” dedi.
Ahmer aman diledi. Seyyid Battal ayağa kalktı. Ahmer de doğruldu ve başını Battal’ın ayağına dayadı. Yüzünü kâfir askerinden yana döndürdü. Yüksek sesle ve samimiyetle dedi ki “Eşhedü Enlailahe illallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü ve Resûlüh” diyerek kelime-i şahadet getirdi. Sonra Battal’a dönüp: “Ya pehlivan! Sen biraz dinlen, gör ki bu asilere neler yaparım.”dedi ve atını ileri sürdü. Nara attı ve: “Ey kâfirler! Sizden ve sizin dininizden soğudum.
Muhammed’in dinine girdim ve canımı cehennem ateşinden kurtardım. Şimdiye kadar Ahmer’dim, bundan sonra Ahmet Turan oldum.” Dedi. Şemun bu sözleri duyunca feryat etti ve Cafer, Ahmer’i sihirledi. Çabuk bir çare bulun!” dedi. Adı Şehlas olan bir vezir vardı. Şemun onu Ahmer’e gönderdi. Şemun: “Hey sana ne oldu? Seni sihirlediler. Beri gel de seni vaftiz edeyim.” dedi. Ahmet (kalkarak): “Gel sen de Müslüman ol, yoksa başını keserim.” dedi. Vezir kızdı.
Ahmet ileri yürüdü. Şehlas’ı atından yere indirdi. Başını kesti ve kâfirlere doğru fırlattı. Şemun feryat etti. Kâfir askerlerin benizlerinde kan kalmadı. Mızran adlı bir kâfir vardı, meydana girerek: “Ya Ahmer! Sana ne oldu? Atanın, dedenin dinini terk edip ne yapmak niyetindesin?”dedi. Ahmet onu da İslâm dinine davet etti. Çok lakırdı söyledi. Kabul etmeyince, Ahmet bir kılıç darbesiyle Mızran’ın başını uçurdu. Birbiri ardınca kırk kâfiri öldürdü. Artık kimse meydana giremedi ve Ahmet öne çıkıp Battal’ın önünde baş eğerek: “Ey pehlivan! Dilerim ki bu askerlere saldırayım.” dedi.
Battal müsaade etti ve Ahmet atından inerek atının kolanını sıktı. Sonra kalabalık asker topluluğuna hücum etti. Onun arkasından Seyyid Battal Gazi de hamle etti. Battal Gazi’yi Cûde ve dört oğlu takip etti. Emir Ömer üç bin er ile hamle yaptı. Diğer dostları da cenge girdi. Bir gün ve bir gece boyunca şiddetli cenk oldu. Müslümanlar zor durumda kalınca Battal yüzünü göğe döndürerek: “Ey Allah’ım! Bu cenge ben sebep oldum, beni mahcup etme!” dedi.
Hemen o anda şiddetli bir rüzgâr çıktı. Toprak savruldu ve kâfir askerlerinin göz çukurları toprak ile dolarak gözleri kör oldu. Battal atını sürüp safları yararak bayrağın yanına geldi. Bayraktarı iki parça etti ve bayrağı indirdi. Kâfir askerleri korkup kaçmaya başladılar. Müslümanlar yakaladıklarını öldürdüler. Üç gün kovdular, kırdılar, sonra geldiler. Hazine ve bayrak darmadağın edildi. Battal, gazileri bir yere toplayıp Şemmas’ın çadırını Ahmet’e verdi.
Yetmiş bin kâfir kılıçtan geçirildi. Yedi bin de esir alındı. Esir alınanların tümü Müslüman oldular. Seyyid Battal tümüne atlar ve giysiler bağışladı. Yeni Müslümanları Kayser’in oğlu Rabi’nin üzerine gönderdi. Ondan sonra pencik çıkardı. Geri kalanı gazilere dağıtarak kendisine bir tane bile kabul etmedi. Sonra dönüp Malatya’ya geldiler.
Fetihnâme yazıp o pencik malı ile birlikte halifeye gönderdi. Ne zaman ki Cûde, Halife Hazretlerine geldi, mektubu o zaman okudular. Seyyid Battal’ın bu fethine mutlu olup sevindiler ve bu haberi Şam vilayetine bildirdiler. Yedi günden sonra halife emretti ve Cûde’ye kaftanla pahalı elbiseler verdiler. Battal ve diğer beylere de iyi birer kaftan verildi.
Cûde Malatya’ya gelip Seyyit Battal ve Emir Ömer’in yanına vardı. Diğer beyler de hediyelerini iletti. Halife hepsine gönül alıcı davranışlarda bulundu. Bütün beylerin hatırları hoş oldu. Yemek, içmek ve eğlenmekle günlerini geçirdiler. Böylece bu hikâyede burada bitti.”