Bruce Dickinson’a The Mandrake Project 2024 Tour kapsamında bas gitarlarda birlikte rol alan Tanya O’Callaghan, geçen yıl Bruce’un doğum gününü kutlarken onun bulaşıcı ve esin verici yaşam enerjisinden, neşesinden, muzipliğinden ve zekasından söz ederken ondan “polymath of a band brother” diye bahsediyordu. Katılmamak elde değil; Bruce kesinlikle bir polimat şu demek oluyor ki bir hezârfen. MFÖ unutulmaz Peki Peki Anladık şarkısını Ayhan Sicimoğlu’na değil de Bruce’a yazmış deseler kabul edebiliriz.
Yazar, girişimci, pilot, senarist, eskrimci… Fakat hepimiz onu muhteşem sesiyle ve ‘frontman’in lügat karşılığı olacak kadar sahneyi dolduran performanslarıyla tanıyoruz.
Haliyle Kasım 2023’te İstanbul’a geleceği duyurulduğunda ciddi bir coşku ve beklenti oluşmuştu. Zira Iron Maiden’la devam eden birlikteliğinin yanında Bruce Dickinson’ın bazen döndüğü bir de solo kariyeri mevcut. Burada da konseptler çerçevesinde tamamen kendi artistik yaklaşımını ortaya koyduğu oldukça başarıya ulaşmış işlere imza atan 65 yaşındaki efsaneleşmiş, solo olarak İstanbul’a ilk kez geliyordu. İşin daha coşku verici boyutu ise Dickinson’ın son solo turnesinin bundan 22 yıl ilkin gerçekleşmiş olmasıydı.
2005’te çıkan 6. solo albümü Tyranny of Souls‘dan bu yana albüm çıkarmayan Bruce Dickinson, 2024’te solo kariyerinin en uzun boşluğuna da nokta koyarak 7. albümü olan The Mandrake Project‘i 1 Mart 2024’te yayınladı. Konsept albüm, turnesinin yanında 12 bölümlük ve öyküsünü Bruce Dickinson’ın yazıya döktüğü bir çizgi roman serisiyle beraber geliyordu.
Velhasıl tüm bu beklentilerin yarattığı heyecanı konser alanına yaklaştıkça havada duymak mümkündü. Aslına bakarsak Küçükçiftlik Park, konsere gidiş kanalıyla ve çevresinde konser saatinin beklendiği Maçka Parkı’nın varlığıyla atmosferin yoğunlaştığı bir alan olarak oldukça hususi. Vera Müzik organizasyonuyla gerçekleşen konserde Bruce Dickinson’ın ön grubu Malt’tı.
Malt’ı dinleyememenin ekonomisi!
Malt tercihi de coşku vericiydi sadece ciddi bir kitle Malt konserinin mühim bir kısmını kaçırdı. Daha doğrusu Malt’ı dinlemekle yetindi. Fakat burada fazlaca çarpıcı bir detay var. Konser yedi gün içi konseriydi ve kitlenin mühim bir kısmı (eşimin sıradakileri de güldüren tespiti “EYT’li metalciler” haricinde) işlerinden çıkıp, mesailerini bitirip konser alanına geldiler. Ikimiz de o gruptaydık. Kapı açılışı 18.00, Malt’ın sahneye çıkışı da 20.00’ydi. Aslına bakarsak saat oldukça makul, lakin “Malt’ı dinleyememek” noktasında maalesef devreye iktisat giriyor. İnsanların ciddi bir kısmı yeme-içme işini fiyatların mühim halde artış gösterdiği konser alanında değil konser öncesinde halletmeyi tercih etti.
Organik olarak girişler 20.00-20.30 aralığında yoğunlaşıyordu. Böylece Malt, parçalarını iki dinleyici grubuna çaldı: Konser alanı çevresinde gezici satıcılardan aldıkları içecekleri köfte-ekmek ile gömenler ve yeme-içme işini mesai bitiminde halledip konsere girmeye çalışanlar… Elbet tespitim bir miktar mübalağa da içermekte sadece konum kabaca bu şekildeydi.
Malt’ın performansına gelecek olursak davulda Kurban’dan da hatırladığımız Burak Gürpınar’ı görmek yine yine yine mutlu ediyor. Grup oldukça kıvamında bir ön grup performansı sergileyip kitleyi ısıtmayı başarırken Cenk Bey akıllara bir miktar “biçim geçici klas kalıcı” sözünü getirdi. Elbet Cenk Durmazel’in sesi Kendi Adını Taşıyan İlk Albüm’deki kadar şu demek oluyor ki aslına bakarsak 2000’lerin ikinci, 2010’ların ilk yarısı kadar formda değil. Fakat olsun, esasen Malt da vokal performansının lokomotif olduğu gruplardan değil; Malt daha değişik bir enerjinin, hissiyatın ve samimiyetin temsilcisi.
Söz mevzusu Bruce olunca biçim da kalıcı klas da!
Bruce Dickinson için ise aklıma gelen ilk şey; “biçim da kalıcı klas da” oluyor. Asla ara vermeden iki saate yakın sahnede kalan Dickinson ve ekibi, sarstı, coşturdu, tüyleri diken diken etti, en sonda da küçük çaplı mosh pit’lere, efenime söyleyim pogo’lara vesile oldu… O kadar da güzel oldu! Vera Müzik’in Instagram hesabından paylaştığına gore turnenin İstanbul konseri The Mandrake Project Tour’un en uzun performansı olmuş.
Toplam 16 parçadan oluşan setlist’te Bruce’ın solo projeleri içinde adeta parlayan The Chemical Wedding‘den beş parça yer alırken Accident of Birth ve son albüm The Mandrake Project‘ten üçer albüm kendisine yer buldu. Balls to Picasso‘dan ve Tyranny of Souls‘tan iki parça setlist’e girerken Frankenstein cover’ı (The Edgar Winter Group) da konserdeki tek cover olarak dikkat çekti.
Ciddi olarak konserdeki tüm parçalardan fazlaca büyük keyif aldığımı belirtmem gerek sadece bunların bazılarını da öne çıkarmak gerekirse Abduction, Tears of the Dragon, Resurrection Men, Rain on the Graves, The Alchemist, Darkside of Aquarius, Navigate the Seas of the Sun ve The Tower‘ı sayabilirim.
William Blake duygusal dönem tesiri…
The Chemical Wedding albümünde yer edinen Jerusalem parçasından ilkin bir izahat yapma hassasiyetini de gösteren Bruce Dickinson, parçanın duygusal dönem İngiliz şairi William Blake’in 1804’te yazdığı bir şiirinden uyarlandığını dile getirdi. And did those feet in ancient time adlı şiir, tanrısal olarak 1900’lerin başlangıcında Sir Edward Elgar tarafınca bestelenmiş, Jerusalem adıyla biliniyor.
Bruce Dickinson, esasen 1998 tarihindeki The Chemical Wedding albümünde yoğun bir halde William Blake’ten esin almakta. İngiliz edebiyatında bilhassa şiirde fazlaca mühim bir yer tutan duygusal devrin bir başka mühim şairi olan Samuel Taylor Coleridge’in Rime of the Ancient Mariner şiiri de Iron Maiden’ın Powerslave albümünde grubun basçısı Steve Harris imzasıyla yer almıştı. Rime of the Ancient Mariner anlatımı ve temasıyla pek fazlaca sanat eserine esin olmuş bir yapıt…
Dickinson da aslına bakarsak tam bu duygusal dönem sanatçıları benzer biçimde sanatın ve yaşamın değişik alanlarına dahil olan, üreten ve kafa yoran bir sanatçı.
Harbiye’de Kenan’a gider benzer biçimde Bruce Dickinson konserine gitmek!
Her neyse konsere geri dönelim. Bir konser iyi mi sürüklenir, enerji iyi mi yüksek tutulur, korkulu İstanbul sıcağı iyi mi unutturulur adeta ders verdi… Ek olarak kitlenin çooook büyük çoğunluğunun siyah grup tişörtlerinden sıcak havaya karşın vazgeçmemesi saygıyı hak ediyor… Biz eşimle keten gömlek ve şort kombinimizle “HARBİYE’DE KENAN’A GİDİYORUZ” havasındaydık hatta bu konfor öncelikli tercihimiz arkamızdaki grupla keyifli bir küçük söyleşi vesilesi bile oldu.
Bir başka detay ise müzisyen performansıydı. Bas gitarda Tanya O’Callaghan, gitarda Chris Declercq ve Philip Naslund, klavyede Mistheria ve davulda Dave Moreno üst düzey bir performans sergiledi. Konseri takip eden ve sahnenin iki tarafındaki dev ekranlara görüntü veren kameralar, (ve var ise konser rejisi) sololarının neredeyse hiçbirinde gitarist Chris Declercq’i göstermedi. Ya kamera Declercq’in çoğunlukla durduğu sahnenin en soluna dönemiyordu ya kamera ve reji soloyu kimin çaldığını kaçırıyordu ya da bu hususi bir tercihti… İlginç. Her neyse bu çok da fazla eleştiri bir mevzu değil fakat benim benzer biçimde pek fazlaca insanoğlunun da dikkatini çekti.
Tam sahnenin karşısındaki dolunay da sağ olsun Bruce Dickinson’ın keyfini iyice yerine getirdi ve enerjisini yükseltti. Neredeyse her parçadan ilkin küçük açıklamalar icra eden Dickinson’ın theremin performansı da ek olarak ilginçti.
Konserin üç şarkılık ‘encore’ kısmı ise enerjinin en yükseğe çıkmış olduğu bölüm oldu ve grup deposundaki enerjinin tamamını bıraktı. (Hatırlatmak isterim; grup 45 konserlik turnenin 44. konseri için İstanbul’daydı.) İzleyici de bu bölümde konsere neşeyle veda ediyor olmanın sevinciyle kan ter içinde kaldı. Özetle unutulmaz bir deneyimdi; Bruce Dickinson için de o şekilde olmalı… Bu konseri aklının bir kenarına yazacağını düşünüyorum. Son olarak 2011’de Iron Maiden’la Sonisphere kapsamında Türkiye’de konser veren Bruce, arayı bu kadar açmaz ümit ederim.