Çağlayanlar – Ahmed Hikmet Müftüoğlu
Tür: | Hikayeler |
Yazar: | Ahmed Hikmet Müftüoğlu |
Yayınlanma Zamanı: | 2017 |
Yayınevi: | Panama Yayıncılık |
Mevzusu
Çağlayanlar, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun dini ve ulusal değerleri yücelten öyküleri ile “Alparslan Masalı”nı bir araya getiren eserdir. “Alparslan’ın Hikâyesi” ve Çağlayanlar kitabında yer edinen hikâyeler vatan ve millet duygularını özetleyen yazılardır. Trablusgarp Savaşı’nı yazdığı “Padişahım Menekşelerimi Al, Gülümü Ver”, Anadolu halkını özetleyen “Üzüm” öyküsü ve “Altın Ordu” başta olmak suretiyle on sekiz hikâyenin anlatıldığı eserdir.
Kitapta on yedi hikâye bulunmaktadır.
Çağlayanlar Özeti
Yarayı Kanatan
Birkaç yakın arkadaşın evinde gerçekleşen müzik buluşmasında yaşananlar anlatılır. Batı kültürü, müziği, sanatı ve felsefesinden etkilenen bir doktorun kendi ülkesini ve kültürünü sevmediği, eleştirdiği ve bundan dolayı kendi toplumundan kopuk olduğu incelenmektedir.
Altın Ordu
Türklerin Orta Asya’dan dünyanın dört bir yanına dağılmaları anlatılmaktadır.
Üzümcü
Yazar bir temmuz günü Büyükada’da otururken uzaktan gelen sokak sancılarının sesleriyle hayallere dalar. Bu hikâyeyle yazar Anadolu insanının uyanışına tanıklık eder.
Turhan Iyi mi Çıldırdı
Turhan, Paris’te hukuk ve sosyoloji okumuş bir gençtir. Arzusu siyasetle uğraşmaktır. Milleti için, İslam için yaşamak ve çalışmak. Eserleriyle büyük bir saygınlık bırakmak ister. İslamlar, Türkler ve Tatarlar hakkında ne kadar kitap var ise okur. Türklerin ve Müslümanların geçmişteki güçlerinin ve bugünkü bağlılıklarının sebeplerini öğrenir. Bilgisini ve görgüsünü geliştirmek için tüm dünyayı dolaşır. İstanbul’a vardığında Türklük ve İslam adına bir kez daha hüsrana uğrar. Büyük bir kültürel yozlaşmayla karşılaşır. İslam’ı ve Türklüğü eski günlerine döndürmek için Türk Ocağı’na katılmaya adım atar. Bigün hava kararırken kendini Sultan Selim Camii’nin balkonunda bulur. Kendini korkuluğun üstünden atıyor.
Cebinden çıkan kağıtta şu şekilde yazar: “Ey Yavuz! Milletimin selâmetini yalvaracaktım. Ayaklarına kapanmak için sana yükselmek istedim. Yan yolda gözlerim kararmış oldu. Düştüm. Tanrı günâhımı affetsin!”…
Ayşe Kız’Vato
Türk, Amerikalı, İtalyan ve Alman dört dost, antika koleksiyonunu görmek için Macar Kont Geza’nın konağına giderler. Burada aile yadigârı antikaların yanında duvarda asılı bir Vato tablosu ve bir Gördes halısı ile karşılaşırlar. Anadolu’nun güzel ve saf Ayşe kızları bu halıları büyük bir güçlükle dokumaktadır. Kont, halıya olan hayranlığını dile getirerek, fukara kalsam bile Vato’nun eserlerini satacağımı ve bu halıyı asla satmayacağımı söyler.
Yatağan
Yazar, İstanbul’un en iyi ailelerinden birinin oğlu, genç bir subay olan arkadaşı Tuğrul’un evini ziyarete gelir. Tuğrul, Elena isminde bir hanımla beraber yaşamaktadır. Bigün hanım, Türklüğe ve Müslümanlara hakaretlerle dolu bir mektup bırakarak kaçar ve Tuğrul’un atalarından kalan turkuaz ve mercan işlemeli nevresimi alır. Bu ihanet iki genci şaşırtmaz. Bu sebeple Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşayan tüm milletler ona hep ihanet etmiştir.
Rahat Döşeği
1334 Yılı Kanun, Pangalü. Şilteler ve yataklar Harp Okulu’nun önündeki otomobillere yüklenir. Yaralılar, hastalar hepsi bu okuldan alınır. Yaralı ve bitkin askerler duvarların altına çömelmiş durumdadır. Öte taraftan düşman askerleri gelip geçiyor. Bu görüntü tüm İstanbulluları perişan eder. İki üç asker, bu milletin şerefini hiç kimseye göstermemek için sancakları şiltelerin arasına saklamaya çalışır.
Maviş
Boğaziçinin güzelliği ve ihtişamı anlatılır. Maviş sözcüğüyle kastedilen Boğaziçi’dir.
Bahar
Bir bahar günü İstanbul’udur, yazarla koltuk değnekli bir gencin hüzünlenmeleri öykü edilir.
Bayram
Bir bayram günü yazar çocukluğunun bayramlarıyla şimdiki bayramlar karşılaştırır ve içini büyük bir hüzün kaplar.
Gözyaşı Çeşmesi
Fasih ve Beliğ Beyler, iki ozan arkadaştır. Memleketin içine düşmüş olduğu fena durum sebebiyle büyük bir üzüntü içinde Sarayburnu’na doğru ilerlerler.
Matemin Kuvveti
Eşini kaybeden Yavuz Bey’in Izdırabı anlatılmaktadır.
İnci
Oldukca güzel bir bayan olan Yıldız Hanım’la pulad zırhı içindeki Hilâl Bey’in birbirlerine aşklarını itiraf edişleri dile getirilir.
Yakarış
Türk milleti adına Tanrı’ya yakarış anlatılır.
Sümbül Kokusu
Pazar günü Budapeşte Darülfünunu Tabiyyat şubesinde okuyan Hüseyin Arif, Macaristan’ın dar sokaklarından birinin kasvetli, daracık evlerinden birinde gazete okur. Gazetede Çanakkale Savaşı’nın seyri ile ilgili pek oldukça haber yer verilmiştir. İstanbul’un dört bir yanının Boğaziçi ile çevrili olduğu ve ülkenin oldukça zor durumda olduğu yazılır. Hüseyin Arif, ülkesinin düşmüş olduğu durumdan dolayı büyük bir üzüntü içindedir. Ülkenin cephane durumu oldukça yetersizdir. Sadece düşman askerlerine her taraftan yardım gelmektedir. Türk askerinin tüm imkânlarına rağmen tek sandığı ve üssü vardır. İstanbul; camileri, masmavi denizi ve göğü, mezarlıkları ve surlarıyla. Ona nazaran İstanbul hamalları, Avrupa beylerinden daha asildir. Kalmış olduğu Macar topraklarının sokaklarına nazaran İstanbul sokakları daha aydınlık, daha neşeli. İçinden bir feryat kopuyor. Tanrı’a yalvarır, vatanımı düşmana ezdirmesin. Bu hüznün içinde memleketine ilişkin olan her şeyin kokusunu alır. Sonrasında pencereyi açar. Ev sahibi dört gün ilkin bir sümbül vermiştir. Pencereyi açtığında sümbül kokusuyla irkilir. Sümbül saksısının üstüne düşer ve ağlamaya adım atar. O sırada kapı çalınır. Mehmet Siyavuş’tur. Mehmet’e sümbülü iyice koklamasını söyler. Mehmet Siyavuş da şaşırır. Bu sebeple sümbül İstanbul şeklinde kokar. Mart ayında İstanbul’da Sokak satıcılarında ‘bahar kokusu’ olarak satılan sümbül kokusunu anımsar. İkisi de Ah vatan!’. Vatanı kaybediyoruz.’ Derler, ağlamaya başlarlar. İki genç bir şeyler yapmaları gerektiğine karar verirler. Hüseyin Arif arkadaşına; ‘Yaşamak bir utançtır. Çanakkale cephesinde ölmeliyiz.’ der. Birbirlerine sarılarak vatan için savaşmaya karar verirler. İki günde mallarını satmaya başlarlar. Geçişlik işlemleri için gittiklerinde görevli onlara ‘Öğrencilerin askerliği ertelendi’ der. ‘Gönüllü gidiyoruz’ diyince. Yanıt verirler.
Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü
Samime Hanım koltukta gazete okur. Yanında Ayşecik var. Ayşecik, Samime Hanım’ın hizmetçisidir. Samime Hanım’ın kocası, Ayşecik’in babası ve nişanlısı, Trablusgarp cephesine gittiklerinden beri büyük evde birbirleriyle dost olmuşlardır. Ayşecik, akrabası Samime Hanım’ın kocası Tuğrul Bey’in babasından haber alması ümidiyle bu eve gelir. Sadece Tuğrul Bey kısa bir süre sonrasında cepheye gider. İkisi de cephede yakınları için her gün Tanrı’a yakarma ederken, evde yas havası yaratı. Samime Hanım, Ayşe ile kocası hakkında konuşur, Ayşe ise nişanlısından çekinir; bu şekilde cezbedilirler. Ayşe, Samime Hanım’a savaştan haber olup olmadığını sorar. Samime Hanım gazetedeki haberi okumaya adım atar.
'On üç zırhlıya karşı bir asker'
“Salı sabahı 13 düşman harp gemisi Trablus’un doğusundaki Hamidiye Kalesi’ni yenmeye adım atar. Kalede 11 asker ve bir astsubay bulunuyor. Askerlerden bir süre sonrasında 9’u, 2’si şehit olur. Ve hemen hemen kırılmamış birkaç topla hayatta kalan Mehmed Çavuş isminde bir kahraman, “Dünyanın hiçbir cenginde duyulmamış, hiçbir ülke tarihinde görülmemiş bir direnme ve metanetle, tek başına düşmana karşılık verir ve sonunda bronz toplarla beraber o titreşen gövde de başına düşen yüzlerce gülle altında paramparça olur. Bu şekilde benzeri olmayan askerleri olan millet, dünyanın en büyük milletidir.” Gazetedeki haberi duyan Ayşe feryat edip ağlamaya adım atar. Haberdeki Mehmet Çavuş babasıdır. Ayşe bayılır. Samime Hanım onu sakinleştirmeye çalışır. İkisi de abdest alıp Tanrı’a secde ederler. Dakikalarca ağlarlar ve Tanrı’a yakarma ederler. Samime Hanım Ayşe’ye nişanlısının yaşaması için yatıp Tanrı’a yakarma etmesini söyler. Ayşe rüyasında nişanlısı Tosun’u görür. Bir melek onu yanına alır. Nişanlısı Trablus’ta. Nişanlısıyla babası var. Babası nişanlısını al onun için savaşacağını söyler ve gider. Ayşe Tosun’a sarılmış olur ağlamaya adım atar. Torununun yanına otururlar. Tosun gidemem der. Burada düşman kurşunu askerlerimizin kalbini delerken. Bu sırada Tosun’un dört bir yanından inciler akmaktadır. Ayşe incileri toplayıp padişaha vererek nişanlısının hakkını ödeyeceğini düşünür ve sevinir. Tosun düğmeyi açınca, mücevherler dökülmeye adım atar. Tosun ona: “Benim bedelim” dedi. Bu çöllerin tüm kumları. Ben bitirmeden Trablus bitmez.” der. Padişaha bir demet çiçek getirmesini söyler.
Ona söylediği son cümle şuydu: “Kalbim diyor ki ben şehit olmazsam çiçekleri ne olursa olsun padişaha vereceksin.” Ayşe sabah bahçeden çiçek toplar. Padişaha giderek elinde çiçeklerle Dolmabahçe Sarayı’nın önünde duracak, padişah onu görünce Ayşe’yi yanına çağıracak. Padişaha: “Menekşelerimi al, gülümü ver!” diyecek Bu düşüncelerle evden çıkar. Yolda birkaç asker birliği görür. Aralarında Tosun’da var. Onu görünce gözleri kararıyor ve olduğu yere düşüyor. Görmüş olduğu asker Tosun değildir. Elindeki menekşeler de çamura düşer. Tosun o an rüyasında “Şehit olmazsam çiçekleri ne olursa olsun padişaha vereceksin” der. Ne söylediğini hatırla Ağlayarak şehit bulunduğunu anlamış olur.
Çağlayanlar – Kitap Açıklaması
Bu kitabı sizi düşünerek, sizin için yazdım. Bela gecelerinde, yaşım sızarak, yüreğim sızlayarak yazdım. Ey Türk! Bu satırlarda geçmişin destanlarını, şimdinin ayrılık acılarını söylemek ve inlemek istedim. Bir keman şeklinde… Bu kemanı ana vatanın bağrından yonttum. Tellerini kalbinin damarlarından çıkardım. İstedim ki bu sazın uyumunu yalnız sen duyasın. Bu acıklı iniltiler yalnız sana dokunsun. Dünya zamanı, yurdu uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi yurduna haiz olmayı hak etmemiştir. Bu yurt ya senindir ya da asla kimsenin! Dünyanın her tarafındaki taşsız mezarları, ululuğunun görkemli yapılarıdır.
Göğsünde tutuşan gönül, gönül değil, cephane oldu. Bu uğurda parçalandıkça kinin ve ilmin çoğaldı. Ey zeybek! Bu kitabın yapraklarını hançerinle yırt! Ve hançeri onun kalbinin üstünde bırak! Bundan sonrasında silahının siperi bir kitap olsun. Bu satırları yazarken masalları süslemedim. Senin ruhun şeklinde yalın olmasını istedim. Ötesinde, berisinde, eğer var ise, göreceğin özentiler sana beğendirmek, gururunu okşamak içindir. Gurur! O, her Türk’ün yaradılışındadır. Biz, birbirimizi bundan tanırız, değil mi? Bu masallar ile arzu ettim ki senin firuze ruhuna tatlı bir renk, altın kalbine parlak bir cila vereyim. Görüyorum o renk siyah oldu, o cila donuk… Yas günlerinin alın yazısı.
(Tanıtım Bülteninden)