Cahit IRGAT (D: Lüleburgaz, Kırklareli, 21 Mart 1916 – Ö: İstanbul, 5 Haziran 1971) Şair, yazar, oyuncu.
Cahit Irgat, Edirne ilkokulu, Vefa Ortaokulu ve Edirne Öğretmen Okulu’nu okudu. Son sınıfta Ankara Devlet Konservatuvan’na geçti, orada dört yıl öğrenim gördü. İstanbul’da resmi ve özel tiyatrolarda aktörlük yaptı, filmler çevirdi. 150’ye yakın filmde rol aldı.
Öyküler, tiyatro yazıları da yazdı, bir de roman (Geri Dönemezsin, 1948) yayımladıysa da şairliğiyle tanındı. Romantik ve egzotik ilk şiirleri Cahit Saffet imzasıyla Varlık (1 Nisan 1935) ve başka dergilerde çıktı. Sonradan (1942), kitaplarını oluşturan toplumcu şiire geçti; bunların hemen hemen hepsinde kötümser, öfkeli, büyük insan topluluklarını, sosyal gerçekleri aradığı, deştiği görüldü.
Çok genç yaşta ölen evladı Mustafa Irgat (1950-1995) ile tiyatro oyuncusu Zeynep Irgat, İngiliz Edebiyatı Profesörü Mina Urgan’la evliliğinden olan çocuklarıdır.
1940 kuşağı içinde Nâzım Hikmet şiirinin biçimsel yönden etkisinden uzak duruşuyla kendine apayrı bir yeri kazandırdı. Çoğunlukla kısa şiire ilgi duydu. Kimi şiirleri bu kısalık içinde birbirini izleyen, sayılarla birbirine bağlanan şiirler halindedir.
Onun şiirleri Asım Bezirci‘ye göre:
“Nâzım Hikmet’in şiirinden çok; Garip şiirine, bu şiirin gülümsetici, ironiye dayalı özelliklerine yakındır. İçerik yönünden de Garip anlayışının çok ilerisinde bir öze sahiptir.”
Şiir:
Roman:
Anı
SON YALNIZ
Kaç bin alkış, gözyaşı ucu
Sarmaş dolaş arkadaşlık pabucu
Aynaların bu kaçıncı öpüşü
Bu gece mi bu yağmurun yağışı
Bir oyuncu geçiyor iki büklüm sus
Yaşadığı günlerin doruklarından
Kala kala bir yağmur gözlerinde biriken
Aynalarca uykusuz
IRGATIN TÜRKÜSÜ
Ben ben değilim artık ben
İnan bu son gülüşüm
Toprağa gömülüşüm
Sana çiçek vermemden.
El tarlasında kırıldı beden
Mezar bu fabrika, bu urba kefen
Ben ben değilim artık ben
Soyulmuşum.
Boşa işlemiş zaman
Bankalar kurulmuş sırtımdan
Dik dünyayı tırman tırman
Koşulmuşum.
Boşa dönmüş değirmen
Ben ben değilim artık ben
Dünya kara kapkara
Yanmış yenmiş etimden.
Kutsal yürek tutuşmuşum
Gün kıpkızıl bir yara
Ben ben değilim artık ben
Umut gülüyor çocuklara.
İçten içe yanan yarın
Çığlık çığlığa yaralıların.
BİR DALDA İKİ SALINCAK
Yürümüş otlar dizine
Kentin ışıkları gözüne
Herkes cümbüşüne sazına
İlmik senin boğazına
Vardı elbet bir merhaban bu kente
Geldiler gördüler mi sallandığını acaba
Salıncaklar kuruldu şimdi başka ağaca
Dirin kaça, ölün kaça
Ne dört kitap, nice mezhep, nice din
Bu ağacı insana insan diye gösterin
İTHAF
Niçin yaşadığını, öldüğünü bilmeyen
dert çeken dost,
Çürüyen dost,
Sizin için söylüyorum ;
Milyonlarda harp ölüsü adına,
İyiliğin, kardeşliğin, ümidin,
Aynı hakkın, hürriyetin,
İnsanlığın şarkısını.
II
Biz insanlar;
Bir avucun
Beş parmağı kadar kardeş
Boyun eğmiş, razı olmuş,
Gömülmüşüz çamuruna alın terinin,
Mayasına, hamuruna, kara ekmeğin.
Fabrika bacaları çatlayacak hırsından.
Sefaletler, felaketler ve kötü niyet
Her gün götürüyor içimizden birini
Şu fabrika, şu vapur, lokomotif düdüğü,
Şarkısını tekrarlıyor ezilmişler şehrinin.
IX
Mevyesini esirgeyen ağaca
Omuz veremiyoruz,
Bunun için adımız kötüye çıktı,
Tecrit kamplarında çıldırdı,
İşçiler, talebeler, genç kızlar…
XIII
Anne girmem bu oyuncak dükkânına;
Orda toplar, tayyareler, tanklar var.
Seviyorum söğüt dalı atımı;
Tekme atmaz, ısırmaz…
Ben yaşamak istiyorum;
Ağaç gibi sessiz sessiz ve rahat.
Karınca kararınca değil,
serile serpile boylu boyumca.
Anne girmem bu oyuncak dükkânına
orda toplar, tayyareler, tanklar var.
XXI
Gül be toprak, gül yüzüne,
Öp elini çiftçinin.
Gül be güneş, saz benize
Gül de güller açılsın.
Kahvede kağıt açan âvare
Şu duvarcı, arabacı, amele
Bel bağlamış yedi karış ömüre.
Biz de bakabilelim
Bir ışıklı pencereden
Bize de pay düşmeli
Şehirlerden, caddelerden, denizden.
İnsan insan paylaşalım
Yaşamayı, komşuluğu, dostluğu
Bağdaş kurup yan yana
Bir sahandan yiyelim,
Dünyamızın sofrasında.
BÜTÜN ŞEHİR ŞAHİTTİR
Başımı rakı değil döndüren
Bu öğle sıcağında
Ekmek kokusundan da güzel
Alnının ter kokusu.
Ver meyveni mürdüm ağacı
Arzum gibi yağ yağmur
Bütün şehir şahittir
Bu kadını sevdiğime.
BİR GARİP YALNIZLIK
Çalmasın kapımı kimseciklerim
Boş bulut yıldız yalnızlığında
Çok uzun gözlerinin içindeyim
Çalmasın kapımı kimseciklerim
Çok uzun gözlerinin içindeyim
Sonsuzluğumu içiyorum bebeklerinden
Körkütük zehir zıkkım
Çalmayın kapalı kapım
Küflü bir akşamüstü terli
Uludum arınmamış camlarda
Ne telefon ne kapı zili
Çalmasın ben evde yokum
Çok uzun gözlerinin içindeyim
Çalmasın kapımı kimseciklerim
MEMNUNUM DİYEMEM
Memnunum diyemem yaşadığıma,
Bana bir şey söylemiyor
Bu deniz parçası, bu taka.
Gün bitti, yollara düştü kahır
Ötme vapur, gelemem
Dört duvara sarılmışım.
Sarmadı gitti beni
Bu yandan çarklı dünya;
İki yakam bir araya gelmiyor
Ivırı zıvırı caba.
Parmak parmak çürüdü
Bir karış ömrüm,
Yalan şeyleri özlemişim, nâfile
Nâfile şiir yazmış,
kahırla yıkanmışım,
Gülmüşüm söylemişim,
boşvermişim her şeye,
Senin için yaşamışım insanoğlu, nafile!
KORKUYORUM
Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
Korkuyorum
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni
Gökler bile değişiyor lahzada
Ardından geliyor bak
Güneşiyle bulutuyla gökyüzü
Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu
Korkuyorum…
SON YALNIZ
Kaç bin alkış, gözyaşı ucu
Sarmaş dolaş arkadaşlık pabucu
Aynaların bu kaçıncı öpüşü
Bu gece mi bu yağmurun yağışı
Bir oyuncu geçiyor iki büklüm sus
Yaşadığı günlerin doruklarından
Kala kala bir yağmur gözlerinde biriken
Aynalarca uykusuz.
BULUT
Bir damla düştü gözlerime
Geçen buluttan,
Hatırladım inanmanın ne olduğunu
Yaşamaya, şiire
Su yolundan uzaklaşmış
Ben su muyum, yol muyum?
Ok yayından uzaklaşmış
Ben ok muyum, yay mıyım?
Ben, buluttan gözlerime
Düşüveren bir damlayım.
RÜZGÂRLARIM KONUŞUYOR
Ben bir harp esiriydim
Bulutları seviyordum, hürriyeti seviyordum
İnsanları seviyordum, yaşamayı seviyordum
Bulutları gözlerimden boşalttılar bir gece.
Yalan söylemeyen bir dünyada.
Ben de yalan söyleyemem.
Ve ben şeffaf, tertemiz
Pırıl pırıl bağırıyorum:
Yetişir oltaya yem
Dile küfür olduğumuz,
Yetişir bozuk para gibi savrulduğumuz.
Gözlerim var, görüyorum:
Yarı çıplak, çırılçıplak
Ölülerle dolu toprak
Ölüler sarmaş dolaş
Ölüler sivil, asker, ihtiyar
Ölüler buram buram
Nefret kokuyor
Ve dilim var, söylüyorum:
Benim de altçenemi
Gözlerimi alacaklar belki de
Yaşamak ve hürriyet istedim diye
Ve belki de bir sabah
Gün doğmadan az önce
Heykelim dikilecek
Bir darağacına.
Microsoft, 1980'lerde piyasaya sürdüğü iki program Paint ve Notepad'e, aradan geçen 40 senenin arkasından suni…
"Woke" terimi, süre içinden ilk anlamından oldukca değişik bir halde evrim geçirdi. Geleneksel olarak baktığımızda…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
Tüm dünyada gözler ABD seçimlerine çevrildi ve kesinleşmemiş sonuçlara gore Cumhuriyetçilerin talibi Donald Trump seçimden…
Türkiye Suni Zeka İnisiyatifi’nin (TRAI) düzenlemiş olduğu Türkiye Suni Zeka Zirvesi bu yıl yedinci kez…
Yavaş bir bilgisayar, derhal her insanın üretkenliğini engellemiş olan ve boş yere gecikmelere yol açan…