Cezmi Ersöz, (D: 03 Eylül 1959, İstanbul) Ozan, yazar.
Cezmi Ersöz, 1959 senesinde İstanbul’da dünyaya geldi. Kabataş Adam Lisesi’ni bitirdikten sonrasında eğitimine İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Politika ve Kamu Yönetimi Bölümünde devam etti.
Edebiyat yaşamının başlangıcını edebiyat dergilerinde yayımladığı şiir ve eleştiriler oluşturdu.
Daha sonda Cumhuriyet, Güneş, Özgür Gündem, Aydınlık şeklinde günlük gazetelerde yazıları ve röportajları yayımlandı. Peşinden Deli ve Leman dergisinde yazdı…
Cezmi Ersöz’ün Eserleri
AŞK OLSA GEREK
O şekilde tutkuluydun ki hayata başlarken…
Şimdiyse küçücük bir çiçek teselli ediyor seni…
Aradaki o büyük boşluğun adı,
aşk olsa gerek…
AŞKTAN NEFES ALAMADIĞIM O YERDE
Çocukluğumun bahçesiydin sen
tüm malum mutluluklardan uzakta,
o sarı saçlı akşam üstlerinde,
ıstırabın eşiğinde…
Nefesim sıkıştığında seni sevmekten
ömrünü okurdum o acı neşede,
boşalırdı ağzımdan o kanlı nefes
sonrasında oldukça özlendiği için acımasızca talan edilen
her baharda dönerdim oaraya…
O sarı saçlı akşam üstleri
asla gitmediğim uzaklardan döndüğüm yer olurdu…
Malum tüm mutluluklardan uzakta
kalırdım orada,
kalırdım çocukluğumun bahçesinde,
aşktan nefes alamadığım o yerde…
BİR DAHA UYANMAZDIN
Martıların sana gerçeği
söyleyecekti
arzu tramvaylarına binmeseydin Acıların seni yeni bir şehre götürecekti
Yürüyüşüne vurulmasaydın…
Garip, ele geçmez, tehlikeli bir hayvandın
Şehrin yaban adamları sana öyleki bakmasaydı
uyur, tekrar uyanmazdın…
BOŞLUĞUNU SOLUDUĞUN HAYAT
Öğrendiğin her şey,
susup arkanı döndüğün,
yenildiğini unutup,
güzelliğini sonuna dek yaktığın her şey
seni senden kurtarmıyorsa
ne anlamı var yaşamının sana sevgili…
Masumiyetin kimi zulümden kurtardı, söylesene
Hem bu arzuda onun adı bile geçmez…
İstikbalin basit bir detay
bu telaşta
Ne yapsan göğsünde hayatına yabancı bir vakit
birikiyor…
Borçlu değildin ömrüne üstelik…
Fakat ne yapsan boşluğa oluşturulan
bir kapı oluyor yaşam,
ne yapsan büyüyor o boşluk…
Ne yapsan suçlu değilsin,
yalnız yerçekiminden muafsın…
O derin ıstırabınsa
seni hayata alışmaktan koruyor yalnız…
Oysa bu bile umurunda değil…
Geleceğin ellerinde sıcaklığı üşüyen
bir mum yalnız… Gördüm…
Geleceğin ellerine yapışan o soğukluk…
Durmadan ömrüne yapışan bu gerçeği soluyorsun sen…
Durmadan o aşkı soluyorsun…
Durmadan ciğerlerini yakan o büyük soğumayı…
KENDİNİ SAKLAMA ÇİÇEKLERİ
Biz aşk bahçemizi ufak tuttuk
seninle
içinde güvensizlik ağaçları,
küstüm otları
kendini gizleme çiçekleri
Hasret kirli bir kan şeklinde yüreklerimizi boğmasın
yalnızlık karanlık bir orman şeklinde
çökmesin içimize diye
biz aşk bahçemizi ufak tuttuk seninle
Önümüzde dokunuşlardan uzak,
İnsafsız ve oldukça uzun bir kış var diye
koca bir yaz kendini gizleme çiçeklerini
suladık durduk yalnızca
Biz aşk bahçemizi ufak
oldukça ufak tuttuk seninle…
SENİN OLMADIĞIN YERDE
Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa
ben koca bir yaşam sığdırdım…
Beni sevmemene isyan edip kaçmak,
sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak,
ruhumun en büyük yanılgısıydı…
Yaşam bana en acımasız yüzünü
sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi…
Ve şimdi aslolan olmam ihtiyaç duyulan yerde,
hayata başladığım yerde,
kalbindeyim…
Olmazsa olmaz oluşunun sırrı bu işte:
Senin olmadığın yerde ne işe yaradığını biliyorum…
KURTLARLA VE ANNENLE DANS ET
İnsanın annesini sevmesi
kendisini sevmesi değil midir
aslına bakarsak
Kendi hayal enerjisini ve o korkulu
düşlerini
Saatinin içini aç, annen
sana bakacak
Öp anneni, tanrıyı anımsa
Beslenme çantana koymayı unutma
karakutunu
Kurtlarla ve annenle her sabah
dans et
Kurtlarla ve annenle her akşam
dans et…
Sen oradasın
Yazılmamış bir şiir şeklinde…
Saf ve masum
Tüm öfkem bu sana
Baş eğmem ve sonsuzca
arzulamam.
Kendi Kaleminden:
“BEN YAZARKEN KENDİ YÜZÜME TÜKÜRÜYORUM”
Geriye Doğru Baktığımda…
Geriye doğru baktığımda, bu sebeple sadece bu şekilde anlaşılıyor bazı şeyler, ben aslına bakarsak ilköğretim 4.-5. sınıftan itibaren yazar olmayı kafama koymuşum. Fakat bu ciddi, planlı projeli bir fikir halinde değil. Doğal olarak babamdan gelen Kuvay-ı Milliye, Kemalistlik, subaylık da var. Bu yüzden iyi, yardımsever, dürüst, çevresinde sayılan sevilen adam doğrusu bir tür kahraman olmak suretiyle yetiştirildik biz. Fazlaca ufak olanaklarla varlıklı evlatlarının önüne geçme projesi…Kemalizm birazcık da bu şekilde bir proje. Hadi bakalım kendinizi gösterin projesi, duygusal bir proje bu. Öte taraftan korkulu bir oyun bu. Baştan aşağı yanlış hesaplarla dolu. Belli olanaklar babanın maaşı belli, makarna yumurta yiyorsun, hadi bakalım benim çocuğum iyi mi geçecek sizi projesi, üstelik iyi adam olacak ve onları da geçeceksiniz. Okuduğun okul belli,mahalle devlet okulları.
Kabataş Adam Lisesi’ne kaydımı yaptıracaktım. Babam hastaydı, ayakları şişmişti. Makasla pantolonunun paçalarını kesmişti ve ayağında terlik vardı. Fazlaca gülünç görünüyordu. Emekli bir albay fakat cebinde parası yok. Müdür “evladı yatılı verin” demiş. Ev Suadiye’de okul Ortaköy’de. O vakit köprü de yok. Gidiş-dönüş 4 saat. Fakat yatılı parası yok. “Gündüzcü olsun, gitsin-gelsin” demiş babam. Tartışmışlar. Müdür, “almıyoruz çocuğunuzu okula” diyince babam çıkarmış beylik tabancasını müdürün masasına koymuş. “Alıyor musun almıyor musun?” odadan bir çıktı, kıpkırmızı bir sima. “Gemileri yaktık oğlum” dedi. “Baba ne gemileri…” dedi ki; “Oğlum durum ciddi”. Minik çelimsiz bir çocuğum. Kaydımızı yaptırdık, girdik okula. İlk dönem iki zayıf geldi karneye. Asla unutmuyorum, babam “teessüf ederim” dedi. “Ulan bu okulda birinci olcam” dedim.
Can Havliyle…
Işyar ailelerinde bir çalkantı vardır. Can havliyle okursun, can havliyle yaşarsın. Uzun solukta ne olacak diye düşünemezsin. Lisede üniversiteye girebilmek için fen bölümlerinden mezun olmak gerekir. Ben de fen bölümündeydim. Arasıra edebiyat sınıfına giderdim. Millet orada Necatigil okuyor, Orhan Veli, Özdemir Asaf okuyor. Özeniyorum onlara, bu sebeple onlar edebiyat deyip kaybetmişler aslına bakarsanız. Üniversiteye giremeyecekler fakat mutlular. Ben başarıya ulaşmış olmayı mutlu olmaya yeğ tuttum. Zira başarıya ulaşmış olmak zorundaydım. Ailenin seni bir kere daha okutma şansı yok. Sınıfı geçmek zorundasın. Halkalar oldukça gevşek doğrusu. “Hadi lan bu yıl de asayım, yaşamın tadını çıkartayım birazcık” söylediğin anda kayarsın. Doğrusu can havli söz mevzusu olduğunda kimse kimsenin bohem serüven arayışını taşıyamaz. Böylece edebiyat hep gizli saklı, yasak bir tutku olarak varoluyor bende. O da meğer yaşamının ta kendisi olmuş, meslek değil doğrusu.
Kemalizm’e gönül bağlamış…
Kemalizm’e gönül bağlamış ve yitirmiş bir aile benim akrabalarım. Danslar, tangolar, radyo piyeslerine ağlamalar, arkası yarın’lar üstüne sohbetler… Bir ütopya yaşamışlar, fakat ütopya duvara çarpmış. Benim babam o ütopyanın duvara çarptığını Özal’la anlamış oldu. Kemalizm’in kaybettiğini, Kemalizm’e gönülden bağlanan o samimi insanların kaybettiğini babamda gördüm. Babamla birlikte ben de yenildim. Zira ben o tarihe ne, o insanların yenilmişliğine tanığım.
Cezmi Ersöz Kaybetmeye…
Cezmi Ersöz kaybetmeye mahkumdur. Kaybettikçe haz alıyorum. Mazoşizm değil bu. Benim ruhum bu şekilde oluşmuş. Yitirmek bana şiirsel bir tad veriyor. Ayağım kaydıkça, birileri tarafınca kazandığım başarı elimden alındıkça ben kendime “Hah tamam şimdi sensin” diyorum. Ben kaybedince kazanıyorum. Kendimle buluşuyorum. Yenilgiyi öven birisi değilim. Fakat bu kadar adaletsiz bir toplumda başarıya ulaşmış olmak bana “yanlış mı yaptım?” sorusunu sorduruyor. Bu suali sorunca kendime tezgah açıp, kendime çelme takıyorum. Bunu yapıyorum ki beni okuyan, yazılarımı seven insanlara birazcık daha yaklaşayım, asla eğer olmazsa onlardan kopmayayım. Başarıyı küçümsememizin bir sebebi de bilinçaltımızdaki korku ile ilgili. Başarıyı istemiyor muyduk? Hem de oldukça. Biz aslına bakarsanız başarıya koşullandırılmış çocuklardık. Sadece öte taraftan kazandığımız başarının tadını birazcık olsun yaşayamadan, zenginlerin, iktidar sahiplerinin, kuvvetli insanların gelip derhal elimizden alacağını düşündüğümüzden, kim bilir bu acıyı hafifletmek için başarıyı küçümsedik. Kendi oyununu, kendi başarını gölgeleme isteği.
İnsanlara Bakıyorum…
İnsanlara bakıyorum, inanılmaz bir tutarlılık çizgisi izliyorlar. O insanoğlu kendi oyunlarını asla bozamazlar. Benim binlerce okurum var. Fakat hiçbir basın organı Cezmi Ersöz’den bahsetmiyor. Ben bunu kendim yaptım. 28 yaşımda egemen medyaya tavır aldım. Doğrusu tabancayı masaya koydum, gemileri yaktım. Onlar da benim ve benim gibilerin onların hamurundan olmadığımızı anladılar. Bugün paraya ihtiyacım olur, antak kalma yaparım, üç gün sonrasında herşeyi yazar çeker giderim, ellerinde patlarım doğrusu. Ciddi bir misyonun sahibiyiz bu anlamda.
Açık Konuşayım…
Bazı şeyler giderek netleşiyor. Eurogold tüm gazetelere tam sayfa, yarım sayfa ilanlar verdi. Açık konuşayım, Öküz ve Leman dergisi Eurogold’un ilanını alsaydı, ben tekrar oraya imzamı atmazdım. İnsan yazar arkadaşından da bu kadar dürüstlüğü bekliyor. Fakat aslına bakarsanız holdingçiler bıçaklamadı bizi, en büyük darbeyi sağımızdan solumuzdan en yakın arkadaşlarımızdan yedik. Benim oldukça sevdiğim insanoğlu acı çekerek öldüler. Hayatlarını örnek aldığım, beslendiğim, gönül bağları kurduğum insanoğlu oldukça düşük maaşlarla, köşelerinde, yaşamdan çekilme etmiş vaziyette feryat çığlığa öldüler. Şimdi benim onların anılarına sadık olmak şeklinde bir misyonum var. Eğer ben Eurogold’un ilanını basan bir yerde yazarsam onlara haksızlık etmiş olurum. Bu dürüstlük anlayışına bugün aptallık şeklinde bakılıyor.
Tesadüfler ve Kaos
Tesadüfler, kaos…bizim hayatlarımızı birisi filme alsa kimse inanmaz. Absürd, akıldışı, garip… Örnek olarak ben pazarcılık yapıyordum. Mahmutpaşa’dan elbezi, havlu filan aldım. Pazarın en fena yerindeyim, mafya var orada, yağmur yağıyor, havlular ıslandı. Bir baktım bir alan kişi geldi. Aaa annem! “Ne kadara havlular?” dedi. Yarısını anneme sattım. Bir başka vakit salça aldım. 25 kilogram. salça. Getirirken elimi kesti, yağmur yağdı, vapura zor attım kendimi. Açtım, bozuk çıktı. Zarar ettim. Akla mantığa uyan yanı yok doğrusu. Beyoğlu Rumeli Han’da dayımın yanında ofisboyluk yaptım. Bankaya para yatırır, vergi dairesine, defterdarlığa giderdim. Çay, dosya, sigorta bildirgesi taşıdığım yerlerde şimdi imza istiyorlar. Her şey akıldışı gelişti bu sebeple. Mantığı yoktu. Hiçbir şey planlanmamıştı. Gene de ben o rastlantılardan, büyülerden, esinlerden yanayım. Sait Faik’de sistem mi vardı? O rastlantılarla yaşayan bir insandı. Hayatlar onu çekerdi, insan yüzleri onu çekerdi, bakışlar, adını koyamayacağımız bir ekip insan davranışları, içsezişler ve yoğun duyarlılıklar onu çekerdi. Ekollerin adı sonradan konulmuştur. Oğuz Atay’ı da bu nedenden oldukça seviyorum. Minik işyar ailesi, plan program yok, anlık duygular…
İletişim, çağdaş yaşamımızın temel taşları içinde yer ediniyor. Günümüzde sevdiklerimize, iş arkadaşlarımıza yada acil durumlarda…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
Yakın bir vakit sonrasında Dünya'ya veda edecek olan 'Mini Ay' aslen insanoğlu Dünya'da dolaşmaya başladıktan…
Babil’in En Varlıklı Adamı – George S. Clason Tür:KitapYazar:George S. ClasonYayınlanma Zamanı:2018Yayınevi:Butik Mevzusu Kitapta Babil’de…
Çoğunlukla genç Instagram kullanıcıları, kendileri için uygun bir profil olmayan Instagram fenomenlerine yada hesaplarına rastladıktan…
Netflix, geniş film, dizi, belgesel ve program arşivine haiz en iyi çevrimiçi gösterim platformların içinde…