FAUST (GOETHE, Alman-Duygusal)
Eserde insanoğlunun iyi yaratıldığını, fena şeyler yapsa da sonunda mutluluğu yakalayacağını söyleyen Tanrı ile bunun tersini korumak için çaba sarfeden Mefistofeles iddiaya girer. Bunun için tüm bilimleri araştırmış, kendisini büyüye vermiş Faust’u seçerler. Umduğunu bulamadığı için intiharın eşiğine kadar gelen Faust’a Mefistofeles kendisini tanıtır ve onunla da iddiaya girer. Faust’u içinde bulunmuş olduğu bunalımlı yaşamdan alıp değişik dünyalara sürükleyen Mefistofeles sonunda iddiayı kazanmıştır.
Ek olarak bakınız ⇒ Goethe Kimdir? Yaşamı, Yazınsal Kişiliği, Eserleri
HACI MURAT (TOLSTOY- Gerçekçi Rus Yazar)
Hacı Murat, büyük Rus yazarı Tolstoy’un olgunluk süreci romanları içinde içeriyor.
Hacı Murat, on dokuzuncu yüzyıl Kafkas halkları içinde efsaneleşen, Şeyh Şamil’le davalıdır. Hacı Murat, yurt edinme, hayata tutunma, bağımsızlık, tutsaklık, ihanet ve iktidar sarmalında biçimlenen bir davanın kahramanıdır. Zayıflıklarının ve gücünün bilincinde bir kahraman, acımasız bir coğrafyanın geniş yürekli insanları arasındaki iktidar mücadelesinde taraf olmak zorunda kalmıştır; Rusları da sevmez, Şeyh Şamil’i de…
Ek olarak bakınız ⇒ Tolstoy Kimdir? Yaşamı, Yazınsal Kişiliği, Eserleri
ANNA KARENİNA (TOLSTOY)
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve devrin aristokratlarını en doğru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Anna Karenina’nın ana teması her şeyden ilkin Rus ailesidir. Bu romanda Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açmış olduğu düş kırıklıklarını ve düşüşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, devrin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir. Bunun karşısında Kiti ve Levin’in arasındaki sağlam temellere dayalı aşk, Anna Karenina’nın kendini beğenmişliğini ve temsil etmiş olduğu aristokrasinin köksüzlüğünü ortaya koymaktadır.
SAVAŞ VE BARIŞ (TOLSTOY)
Cenk ve Sulh, dönemin Rusya’sını iyisiyle kötüsüyle özetleyen bir yapıt. İnsanın olduğu yerde tamamlanmamış olmayan aşk, hırs, iyilik ve düşmanlık ve entrika. Bir yanda ne için yapıldığı bir türlü bilinmeyen ve onca insanoğlunun hayatını kaybetmesine sebep olan savaşlar; öteki yanda “sulh”ın ufak bir sınıfın sürekli kaderi oluşu. Muharebede da barışta da dürüstlüğü ilke edinmiş kahramanlar…
Hep aykırı bir tip olan Piyer Bezukof ve onun şahsında iyiliğin üstünlüğü… Hanımefendilerin genel konumları ve çıkar çevrelerinin ince hesapları… “kanlı sargılar içindeki tüm bu bozuk insan etleri…” cümlesiyle özetleyebileceğimiz Cenk. balolar. partilerle süslenen sulh… Kısacası; Strakof’un deyimiyle “Yaşamın, dönemin Rusya’sının, tarihin, derslik kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana insanlığa ilişkin ne var ise; insanoğlunun mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün anlatıldığı bir eserdir Cenk ve Sulh.
İNSAN NE İLE YAŞAR (TOLSTOY)
İnsan Ne ile Yaşar?: Tanrı, vazifesi olmasına karşın yeni doğum yapmış bir annenin ruhunu -merhametine yenik düşmüş olduğu için- alamadan dönen meleğini üç şey öğrenmesi için insan suretine büründürerek dünyaya gönderir: ”İnsanın içinde ne barındırdığını öğren”, ”İnsana neyin verilmediğini öğren” ve ”İnsanın ne ile yaşadığını öğren”. Bu üç bilgiyi edindiğinde, kısaca insanı tanıdığında melek Rabb’inin sonsuz merhametini de kavradığı için yeniden semaya yükseltilir.
SUÇ VE CEZA (DOSTOYEVSKİ, Rus Gerçekçi)
Kabahat ve Ceza, kötülüğü ve fenalık sonucu insan vicdanın yaşamış olduğu azapların her türlü hukuki cezadan daha etkin bulunduğunu özetleyen, Dostoyevski‘nin büyük eseri… Toplumdaki çarpık hakkaniyet anlayışını Raskolnikov karakteriyle irdeleyen Dostoyevski; kötülüğü ve fenalık sonucu insan vicdanının yaşamış olduğu azapların her türlü hukuki cezadan daha etkin bulunduğunu ileri sürer. Raskolnikov’un öyküsü aslen birazcık da her insan içinde mevcud gizli saklı bir yanının öyküsüdür.
KARAMAZOV KARDEŞLER (DOSTOYEVSKİ)
Minik bir Rus köyünde toprak sahibi olan Fedor Pavloviç Karamazov’un dehşetli, esrarengiz ölümü, kısa sürede yalnız yaşamış olduğu beldenin değil tüm Rusya’nın ilgiyle takip etmiş olduğu bir dava haline gelir. Ölümden, toplumda asla sevilmeyen, ömrünü ilkesizlikler üstüne kurmuş maktûlün büyük oğlu Dimitri Karamazov sorumlu tutulmaktadır…Ne var ki; insanoğlunun bilgiyle donatılmış aklı ve maddi deliller, yaşamın karışık ve akıl almaz oyunları karşısında bir çok süre aciz kalmakta ve yazgı ağlarını örmektedir…
KUMARBAZ (DOSTOYEVSKİ)
General’in evinde hususi öğretmen olan Alexis Ivanovitch, sevgilisini borçtan kurtarmak için girmiş olduğu kumarhanede, kazanmak ya da kaybetmekten daha mühim bir şeyi, içindeki kumarbaz ruhu farkına varır. Ve bu farkedişin peşinden rulet masaları başlangıcında yitirilen işin, aşkın hatta bizzat yaşamın öyküsü adım atar….
ANA (Maksim GORKİ, Toplumcu Gerçekçi Rus Yazar)
Maksim Gorki‘nin en mühim eseri olan ‘Ana’ romanında 1905 Çarlık Rusyası’nda başlamış olan toplumsal uyanışın mücadelesi anlatılmaktadır. Yaratı, yeni doğmakta olan bir toplumun düşüncesini, görüş ve anlayışını yansıtır bizlere. Gorki’nin insanla toplumsal şartlar arasındaki çelişkiyi ve anlaşmazlığı belirtmek için en fazlaca başvurduğu yol, direkt doğruya olayların gerçekçi bir metotla anlatma hikayesidir.
EKMEĞİMİ KAZANIRKEN (Maksim GORKİ)
Maksim Gorki’nin ayrılmaz bir tüm oluşturan üç özyaşam öyküsü romanı, yazarın çocukluk ve gençlik yıllarına olmasıyla birlikte 19. yüzyılın bitiminde Rus ufak burjuva katmanlarının hayatına da alabildiğine nesnel bir ayna meblağ. Büyük kentlerin uzağında, dünyaları ufak, hayata yönelik talepleri ve gereksinimleri sınırı olan, kolay, dini inanç ile batıl inancın karışımından oluşmuş bir tutuculuğun zemininde ayakta durmak için çalışan bu insanların içinde var olma ve oradan çıkışın öyküsü… Ekmeğimi Kazanırken, yazarın hemen hemen bir çocukken dış dünyayı tanımaya ve hayata fazlaca zor şartlarda tutunmaya çalışan insanların mücadelelerine şahit olma sürecini anlatır. Yazarın, ninesinin koruyuculuğu ile dış dünyanın acımasızlığı içinde gidip geldiği bu yıllarda, yaşamının ikinci bir sığınağı da uzak akrabalarından bir mimarın yanıdır.
YÜZBAŞININ KIZI (PUŞKİN, ROMANTİK RUS)
XVIII. yüzyıl Rusya’sının büyük ustası Puşkin, onu izleyen çağdaşları ve tüm bir dünya edebiyatı üstünde derin etkisinde bırakır bırakmıştır. Puşkin’in akıcı, süssüz ve berrak diliyle anlattığı 1773 ayaklanması, akıllardan silinmeyecek bir tablo çizer gözler önüne. Pugaçev’in önderliğindeki isyancıların renkli yaşamlarından görüntüler, o güne dek kimsenin cesaret edemediği seviyede gerçekçi bir şekilde çizilir. Tüm bunların ortasında, tüm engellere rağmen kendini korumayı başaran tertemiz bir aşk filizlenir.
MEYHANE (Emile ZOLA, Naturalist Fransız Yazar)
Kendi Yorumuyla;
“Meyhane bir gazetede yayınlandığı süre görülmemiş bir insafsızlıkla saldırıya uğradı, mimlendi, kendisine yakıştırılmayan kabahat kalmadı. Yazar olarak benimsediğim amaçları burada iki satır içinde açıklamak lüzumlu mi, bilmiyorum. Kenar semtlerimizin kokuşmuş ortamında bir işçi ailesinin kaçınılmaz düşüşünü tasvir etmek istedim. İçkinin ve aylaklığın sonu, aile bağlarının çözülümüne, fuhuşun pisliklerine, dürüstlük duygusunun giderek yitirilmesine, netice olarak da yüz karası bir rezillik ve ölüme varıyor. Bir tek eylemsel bir terbiye dersidir bu kitap.”(Emile Zola)
NANA (EMİLE ZOLA)
Nana, bir fahişedir. İlk önceleri bir tiyatro oyuncusu olan Nana sonrasında fahişe olur ve yaşamı bir düşüş içine girer. İlk basılmış olduğu gün on binler satan ve Fransa’yı ayağa kaldıran “Nana” eleştirmenler içinde da büyük ayrılıklara ve tartışmalara yol açmıştı. Bu romanda Zola, bir kadının, bir rejimin (II. İmparatorluk Fransa’sı) ve bir toplumun çürüyüşünü resmediyor. Bu resimde cinsellik, tarih ve mit hep beraber yaşıyor ve tükeniyor; aynı anda ve aynı fena ağız kokusu içinde.
GERMİNAL (EMİLE ZOLA)
Emile Zola, Germinal’i gerçek yaşamdan kurgulayarak, kısaca içinde yaşayarak, gözlemleyerek kaleme almıştır. 9 Şubat 1884’te Anzin Maden Ocakları’nda bir işbırakımı patlak verir. Zola soluğu derhal orada alır. Orada günlerce kalır. Not defteri elindedir; sorar, araştırır, gözlemlerde bulunur.Meyhanedeki maden işçileri ile konuşur. Kazılan yeni galerilere olsa olsa altmış santimlik deliklerden girilir. Maden ocağından çıkan işçilerin tanınmayacak durumda olduklarını görür. “Güldükleri süre zenci sanırsınız.”
Ocak çevresinde barakaları, barakaların içinde açlık sınırında insanları, ocaklardaki kâr hırsı ile dikkatsizlik edilmiş kolan lambaları, kazaları, ölümleri ve işçi sınıfının direnişini anlatır. Bu öyleki bir kavgadır ki; sımsıcak ekmeğin kokusunu ve ılık ılık akan terin, kanın kokusunu ve bu amansız kavgayı içiçe ve usta kurgularla nefes soluğa, sanki olayın içindeymişsiniz şeklinde yaşatır size Zola. Aşkı, sevgiyi ve sevdayı ekmek kavgası ile ilmik ilmik işleyen devasa bir roman çıkar karşınıza. Öyleki bir romandır ki, bir yanda işçi sınıfıyla örgütlü savaşım durur, diğer yanda kuyuya yerleştirilmiş bir anarşist dinamitle birden savrulursunuz. Son nefeste dahi sevginin doruğa çıktığına sadece Germinal’de şahit olabilirsiniz. Etienne ve Catherine arasındaki ilişki, bununla birlikte bir savaşım içindeki aşkı da anlatır. Maden işçilerinin duyguları, kararmış yüzlerinden sımsıcak bir sel şeklinde akar yüreklere. İnsanca bir yaşam kavgası ve aşklarıyla, o dönemki gerçek maden işçilerinin yaşamını ortaya koyar Zola.
KIRMIZI VE SİYAH (STENDHAL, REALİST FRANSIZ)
Stedhal‘in yaşanmış bir ya da iki vakası birleştirerek değindiği bu romanın baş kahramanı Julien Sorel’in yazar ile birçok yönden örtüştüğü ileri sürülür. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği belediye başkanının karısı ile dedikodulara neden olan bir ilişki kurar. Paris’e gider. Orada da kendine kapılarını açan aristokrat bir ailenin kızı ile yaşamış olduğu aşk, onu yaşamın girdaplarına götürecektir. Gururlu, kibirli, asi, ödünsüz bu delikanlı, kendi bireysel değerleri asil sınıfın kıymet yargılarına çarptıkça geri püskürtülür. Hastalıklı şeklinde görünen psikolojisi, kim bilir toplumsal yarılmışlıklara bir isyandır.
Yaşamı, yanından ayırmadığı iki bavuluna sıkıştırmış, ömrünün son yıllarını ufak bir İtalyan kentinde konsolosluk görevinden almış olduğu üç beş kuruşla sürdürmek zorunda kalmış Henri Beyle (Stendhal), aynen Julien Sorel şeklinde ödünsüz, aşkı, yaşam boyu aşkı aramış, kendini kabul ettirmek istemiş ve hep yalnız kalmış, istediği, düşündüğü şeklinde değil, yaşayabildiği şeklinde yaşamıştı.
PARMA MANASTIRI (STENDHAL)
Parma Manastırı”nda, Rönesans esnasında bir İtalyan prensliğinde yaşanmış olan entrikalar anlatılır. Romanın kahramanı Fabrice Del Dongo, özgürlüğüne düşkün, duygusal, alışılmadık, aşka bağımlı bir soyludur ve bu özellikleri cemiyet kurallarına ters düşmektedir. Manastırı, bir yanan karşı konulmaz tutkulara dönüşen karmaşık duygusal ilişkileri anlatırken, bir taraftan 19. yüzyılın ilk yarısındaki İtalyan ve Fransız toplumlarını amansız bir eleştiri süzgecinden geçirir.
MADAM BOVARY (G.FLAUBERT, REALİST İNGİLİZ)
19. yüzyıl romanının en başarıya ulaşmış örneklerinden birisidir Madam Bovary. Hem ele almış olduğu mevzu, hem de Flaubert’in üslubudur metni çarpıcı kılan. Anlatılan, Emma Bovary’nin ağlatısal yaşam hikayesi ve karşılıksız aşkları şeklinde görünmekle beraber Flaubert, Emma’nın şahsında, 19. yüzyıl Fransız hanımının kıstırılmış yaşamını, evlilik müessesesinin insan doğasına aykırılığını, toplumsal kıymet yargılarının ve terbiye anlayışının ikiyüzlülüğünü ele alır.
Emma Bovary, okumuş olduğu romanların etkisiye aristokrasiye ve büyük burjuvaziye hayranlık duyan, aristokrasinin bir parçası olmayı hayal eden ve buna ulaşmak için, çabalayan, bu sınıfa giremese de, en azından onlara yakın olmayı arzulayan bir hanımdır. İçten yapılmış bir pazarlık değildir onunkisi fakat bir üst sınıfa dahil olabilmesinin tek yolunu o sınıftan erkeklerle beraber olmakta bulmuştur. Eylemsiz, silik, Emma’nın isteklerini karşılamaktan uzak önde gelen Charles ise karısının hırsı sebebiyle felakete sürüklenir.
VADİDEKİ ZAMBAK (BALZAC, REALİST FRANSIZ)
Vadideki Zambak, Balzac‘ın olgunluk çağının en mühim eserlerinin önderlik yapar. Kocasıyla mutlu olmayan fakat ona ihaneti de insana saygı açısından kendine yalkıştıramayan Henriette ve cocukluğunun tüm acılarını onun dizinde bir ana sevgisiyle karışık rahatlık içinde gideren Felix, çağlar süresince insani sevgilere ve fedekarlıklara örnek olacak karakterlerdir. Romanın vakaları 1801-1836 yılları aralığında geçer. Yaratı, köy yaşamı sakinleri içinde yer alırsa da kahramanları yalnız birer köylü değildir…Bununla beraber, Balzac’ın cocukluğunda çekmiş olduğu acıların ve yıkıntıların tüm izlerini bu romanda görmüş olacaksınız.
GORİOT BABA (BALZAC)
Altmış dokuz yaşlarında bir yaşlanmış olan Goriot Baba 1813’te iş yaşamını bıraktıktan sonrasında Madam Vauquer’in pansiyonuna çekilmişti. İlk ilkin şimdi Madam Couture tarafınca işgal edilen tutmuş ve beş liranın eksikliği yada fazlalığı kendisi için hiçbir ehemmiyet arz etmeyen bir adam sıfatıyla bin iki yüz frank barıncak parası vermeye başlamıştı. Madam Vaupuer bu apartmanın üç odasına peşin alınmış bir para mukabilinde çeki seviye vermiş ve bu para sarı bez perdelerden, Utrecht kadifesiyle örtülü cilâlı tahta koltuklardan, çirişle yapıştırılmış birkaç resimle kent civarındaki meyhanelerin beğenip kabul etmedikleri duvar kâğıtlarından mürekkepli fena bir ekibi güya ki kapamıştı. O zamanlar hürmetle Mösyö Goriot diye anılan Goriot Baba kötüye kullanılmaya uygun cömertliği yüzünden zaman içinde sıfırı tüketmiş, bu işten anlamaz bir sersem olarak görülmeye başlanmıştı…”
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ (Charles DİCKENS, REALİST İNGİLİZ)
Bay Lorry’nin maceralı Dover seyahati, Tabip Manette’in Bastille’den kurtulması, Doktorun güzel kızına âşık Sydney Carton ve Charles Darnay’in Fransız İhtilâli’nin korkulu girdabında yaşanmış olan hazin öyküleri… “İki Şehrin Hikâyesi” Charles Dickens‘ın, Fransız ihtilali esnasında iki şehri; Londra ve Paris’i anlattığı, ilk sayfalarından itibaren merak ve korku dolu sahnelerle örgülediği nefes soluğa bir dönem romanı…
BÜYÜK UMUTLAR (Charles DİCKENS)
Romanda, erişkinlik dönemine yeni bir adım atan Finn’in ulaşılmaz bir hanıma olan büyük aşkı mevzu ediliyor. Dickens’ın romanları içinde mevzu ve işleyiş açısından bambaşka ve üstün özelliklere haiz bir roman. Kısa adı Pip olan Phillip, ufak bir çocukken anne ve babasının mezarı başlangıcında kaçak bir mahkumla karşılaşır. Ablasının mutfağından yiyecek çalarak bu mahkuma yardım eder. Kaçak mahkum Pip’in ona yapmış olduğu yardımı unutmaz.
OLİVER TWİST (Charles DİCKENS)
Oliver Twist, Londra civarlarındaki yoksullar evinde dünyaya gelir. Fazlaca zor şartlar altında yoksulluk içinde yaşar. Bigün kimsesiz ufaklıklara hırsızlık yaptıran bir sokak çetesinin eline düşer. Oliver’i şimdi tehlikelerle dolu yeni bir yaşam beklemektedir.
BEYAZ DİŞ (Jack LONDON, REALİST AMERİKA)
Beyaz Diş:
Kuzeyin ormanlarında yaşam kavgası… Açlık ve hayatta kalma çabası… Beyaz Diş, bir kurt kırması; damarlarında hem kurt hem de köpek kanı taşıyor. Ormanda yapayanlız, hayatta kalmaya çalışıyor. Bigün, o ana dek yaşamış olduğu mağaranın duvarını geçip hayata atılıyor ve her şeyi en baştan keşfetmeye koyuluyor. Vahşî tabiat ananın çetin şartları, yaratılışındaki sertliği her geçen gün daha fazlaca besliyor. Ve sonunda Beyaz Diş, amansız bir kurt oluyor. Derken efendiyi, kısaca insanı tanıyor.
ÖLÜ CANLAR (GOGOL, REALİST RUS)
Ölü Canlar:
Çiçikov, kısa yoldan varlıklı olma peşine düşmüş bir düzenbazdır. O dönemin Rusya’sında bir insanoğlunun itibarı ve zenginliği, haiz olduğu canlarla doğru orantılı olduğundan Çiçikov, ölmüş fakat kayıtları hemen hemen nüfus kütüğünden silinmemiş ‘can’ları kâğıt üstünde kalır ve bu şekilde varlıklı olma hayalleri kurar.
Gogol, Çiçikov’un gezdiği bölgelerde karşılaşmış olduğu insanoğlu üstünde devrin Rusya’sının bozuk düzenini acımasızca eleştiriyor ve Rus insanının tahlilini yapıyor bu eserde. Ölü Canlar, tamamlanamamış olmasına karşın Dünya Klasikleri içinde müstesna bir yere haiz.
ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR (Ernest HEMINGWAY, REALİST AMERİKA)
İspanya’da yaşanmış olan acımasız bir iç cenk… Cumhuriyetçi- Faşist kavgasının yol açmış olduğu yıkım… Oluk oluk akan insan kanı.. Hususi bir görevle İspanya’ ya gelen Amerikalının başından geçenler ve yaşamış olduğu tutkulu aşk. İnsanoğlunun vahşilikte ve barbarlıkta hayvanları bile gölgede bıraktığını gözler önüne seren acı panaromalar. En süratli cenk taraftarlarının ve savaşı tüm korkunçluğuyla yaşayanların sulh özlemi…
SEFİLLER (Victor HUGO, ROMANTİK FRANSIZ)
Sefiller: 19 yıl devam eden pranga mahkumiyetinden sonrasında şartlı olarak tahliye edilen JEAN VALJEAN, toplumdan dışlandığını görür. Bir tek Digne piskoposu kendisine iyi davranır; buna rağmen sıkıntılı acı seneler geçiren Valjean piskoposun bazı gümüş eşyaları çalarak ona ihanet eder. Valjean polis tarafınca yakalanır ve geri getirilir. Piskoposun kendisini kurtarmak için yalan söylemesi ve buna ek olarak iki kıymetli şamdan armağan etmesi Valjean’ı fazlaca şaşırtır. Böylece Valjean hayatına yeni bir başlangıç halletmeye karar verir.
FARELER VE İNSANLAR -ÖZET- (John STEINBECK, REALİST AMERİKA)
Fareler ve İnsalar: George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır. George küçücük, canlı, yanık tende, keskin bakışlı bir adamdır. Lennie ise iri bir insandır. Ölgün gözler düşük fakat geniş mi geniş omuzlara haizdir. George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır. Bu büyük dostlukta, beraber hep emek harcayarak çiftlik ararlarken kat ettikleri yollar süresince kendini göstermiştir. Birbirlerine fazlaca bağlanmışlardır.
George akıllıdır, işini bilir. Tabiatı sever. Lennie ise dev kuvvetine haizdir. Fakat ruhen çocuktur. Halleri davranışları çocukçadır, aptalcadır. Lennie’nin yumuşak bulmuş olduğu her şeyi okşama alışkanlığı vardır. Bu ikisi Soledad nahiyesinin çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve derhal yola koyulurlar. Oraya vardıklarında bu çiftliğin patronu bu tarz şeyleri pekte iyi karşılamaz. Patronla kalmayıp birde patronun oğlu çıkar başlarına dert. Kendisi küçücük olduğundan Lennie şeklinde iri vücutlu insanlara gıcık kapar ve bu tip insanları asla sevmez. Insanın adı Curley’dir. Fakat Curley’nin başlangıcında da bir dert vardır. Yeni evlendirilmiş olduğu karısı. Çiftlikte oynaşmadığı adam kalmadı, derler onun için ve gözünü yeni gelen George Ve Lennie’ye dikmiştir. Bilhassa George’un çiftlikteki en iyi arkadaşları Slim’dir. Çiftliğin bunağı ise Candy denilen bir eli bileğinden kesilmiş olan bazıları için işe yaramayan yaşlı bir adamdır. George ve Lennie’nin planları bu çiftlikte bir ay çalışıp kendilerine bir çiftlik satın almaktır. Doğal Candy’i ve Candy’nin biriktirdiği parasını yanların alarak.
Üç kişinin imgesel; kendi topraklarını işlemek, kimsenin emri altına girmemektir. Lennie’nin tek isteği ise evlerindeki tavşanlara bakmaktır. Çiftlikte birde seyis vardır. Fakat zenci olduğundan öteki çalışanlar tarafınca dışlanıyordur. Çiftlikte akşamüstü iş bittikten sonrasında nal oyunu oynanır. Milletin tek eğlencesi bu oyundur. O sırada Lennie samanlıkta Slim’in ona verdiği köpekle oynuyordur. Fakat daha ilkin fareyi severken öldürmüş olduğu şeklinde bu köpek yavrusunuda oracıkta aşırı sevmekten öldürmüştür. Sonrasında Lennie’nin yanına Curley’nin karısı gelir. Lennie hanımla birazcık konuştuktan sonrasında hanım aynen “benim saçım da yumuşaktır saçımı okşa” demiştir. Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için hanım korkuya kapılmıştır ve çığlıklar atarak samanlığı ayağa kaldırır. Lennie’de buna sinirlenerek kadının ağzını kapatır ve onu nefessizlikten öldürür. Oradan hızlıca kaçar. Bunun üstüne çiftlikteki hepimiz başta Curley olmak suretiyle Lennie’yi aramaya çıkarlar. Lennie ise daha evvelinde başlarına bir vaka gelirse George ile anlaştıkları çalılıkların arkasına firar etmiştir. George’u buldukları yerde öldüreceklerini bilmektedir. Lennie çocuk ruhlu olduğundan kendini savunması fazlaca zor olsa gerek. George kahrolurken Lennie’nin saklandığı yere gelmiştir bile. Lennie elindeki ufak ölü köpek yavrusuyla onu beklemektedir. George Lennie’nin arkasına ona hüzünlü hüzünlü bakar. Lennie haiz olacakları evi ve bakacağı tavşanları hayal ederken bir el tabanca sesi duyulur. Curley ve çalışanlar yanlarına geldikleri süre Lennie’yi yerde ölü olarak yattığını görürler ve George’a aptal aptal bakarlar. George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slim’le beraber vaka yerinden uzaklaşır.
DÜNYA NİMETİ (Knut HAMSUN, NORVEÇ)
Dünya Nimeti, 1917’de çıktı. Tenha toprakları canlandırmak için insan gücünün verdiği imtihanları, doğa güçleriyle çetin savaşları hikâye eden bu roman, katı ve boş topraklara düşen alın terlerinin ilkin kıt kanaat, giderek eli açık hasadını, bu başarıdaki büyük hazzı dile getirir. Bu kitapta Hamsun 20. yüzyıl insanının destanını yazmış. Önüne bir model almadan, başaran insanoğlunun büyüklüğünü gözler önüne sermiştir..
Roman, bilgisiz bir göçmen olan İsak’ın kolay, bilgisiz karısı İnger’le beraber, çorak ve haşin toprakları sabırla iyi mi verimli, yeşil bir yurt parçası haline getirdiğini anlatır.
VE O HİÇBİR ŞEY DEMEDİ (Heinrich BÖLL, ALMAN)
Evlilikte yakınlaşma ve yabancılaşma temasını işleyen Ve O Hiçbir Şey Demedi, romanın iki kahramanının sesleriyle ulaşır okura. Her ikisi de değişimli olarak içsel ve dışsal yaşantılarını anlatırlar. Böylece bu iki kişinin birbirine koşut giden yaşamları ve aslen birbirine ulaşmaya çabalayan bu insanların yalnızlığı açığa çıkar. Minik bir kiralık odada karısı ve üç çocuğuyla bir arada hayata devam etmenin sıkıntısına katlanamayan Fred Bogner, onlardan ayrılır. Kiliseye ilişkin bir büroda telefoncu olarak çalışmaya adım atar. Cenk sonrası Almanya’sının bir büyük kentinde sokakları arşınlar, içer ve oyun makinelerinde süre öldürür. Karısıyla bir otelde geçirdiği hafta sonundan sonrasında ise kati ayrılık kaçınılmaz görünür. Sadece fazlaca geçmeden Bogner sevmekten asla vazgeçemediği karısında yepyeni bir insan bulur. Cenk sonrası Alman edebiyatının en gerçekçi ve en sarsıcı romanlarından önde gelen Ve O Hiçbir Şey Demedi, Alman yazar Heinrich Böll‘ü üne kavuşturan roman olarak bilinir.
BABASIZ EVLER (Heinrich BÖLL, Alman Yazar)
Yazar; romanı, savaşın dehşetini değişik bir bakış açısından sergiler. Kitapta cenk,cephelerden değil, fakat ‘sonrasında’, savaşın bitiminin peşinden, o muharebede ölmüş babaların ve kocaların geride bıraktıkları insanların evlerinden yola çıkarılarak anlatılır. Bu bakış açısından dış dünyada ‘bitmiş’ olan cenk, babasız ve kocasız kalmış olanlar için hala kim bilir fazlaca daha korkulu bir şekilde sürmektedir.Evlatların dulların ‘yeni’ yalnızlıkları, genel anlamda yıkıma sürüklenmiş bir toplumda bireysel yıkımların üstesinden gelebilmenin zorluğu ve kimi süre da olanaksızlığı, ‘savaştan sonraki cenk’ın temel sorunlarıdır. Heinrich Böll’ün Babasız Evler’i, barışla son bulamayan savaşların sonrasız öyküsüdür.
CEMİLE (Cengiz AYTMATOV, KIRGIZ)
Fazlaca güzel bir kız olan Cemile, asil ve asil bir aileye gelin olur. Fakat bir süre sonrasında eşi ikinci dünya savaşına asker olarak gönderilir.Gençliğini ve gelinliğini yaşayamayan Cemile ufak kayını ve köye savaştan sakat olarak dönmüş olan Mehmet ile birlikte cepheye erzak taşımaya adım atar. Cephede bulundukları sırada Mehmet, devamlı Cemile’nin dikkatini çekmektedir.
Şundan dolayı Cemile eşinde bulamadığı ilgi ve yakınlığı Mehmet’te bulmaktadır. Sonrasında ikisi içinde bir aşk başlamaktadır. Bir süre sonrasında eşi savaştan köye döner. Cemile ise bu durum karşısında Mehmet’le beraber köyü terk eder.
BABALAR VE OĞULLAR (TURGENYEV, RUS-REALİST)
Eserlerinde ümit, umarsızlık ve hüsran şeklinde duyguları yoğun olarak işleyen Turganyev romanlarının zirvesini oluşturan “Babalar ve Oğullar“da adeta yaşamış olduğu bunalımlar çağının insan ruhundaki akislerini çizer. Eserlerinde zıt kişiliklerin, mutlulukla mutsuzluğun, maddeyle ruhun, iyiyle kötünün çarpışmasını da tüm şiddetiyle hisettirir.
“Babalar ve Oğullar”da Turganyev; Nihilist (hiçbir iradeye boyun eğmeyi ilke olarak kabul etmeyen görüşlerin genel adı) bir kişilik olan Bazarov’un dünyada varolan tüm kuruluşların yıkılması icap ettiğini savunarak neredeyse iki kere ikinin dört etmemesi icap ettiğini hayal ederken fikir yapısının tam tersi duygularla oradan oraya savruluşunu izletiyor bizlere. O denli ki aşkı bile inkar eden bu şahıs bir hanıma aşık bulunduğunu anlayınca kendini inkar etme durumuna düşüyor.