Edebiyat ile Psikoloji İlişkisi
Edebiyat biliminin hedefi, yazınsal eserlerin dünyasını çözümlemek; psikoloji ve psikanalizin ise insanoğlunun iç dünyasını idrak etmek olduğu düşünülür. Bu bağlamda, edebiyat ve psikoloji birbirini tamamlayan iki alan olarak ortaya çıkar. Edebiyat eserleri, yalnız gerçek dünyayı yansıtmakla kalmaz, hem de yazarlarının iç dünyasının ve düşgücünün ürünü olarak da şekillenir.
Bilhassa 20. yüzyıldan itibaren hızla gelişen psikoloji, binlerce senedir insanoğlunun sanat içerikli yaratıcılığını besleyen edebiyatla yakın bir ilişki içindedir. Edebiyat ve psikoloji ilişkisi, temelde insanoğlunun karmaşık iç dünyasını anlama çabasıyla birbirlerine bağlıdır. Psikoloji, kimi zaman bir yazınsal karakterin zihinsel süreçlerini detaylı bir halde çözümleme etmeye çalışırken, kimi zaman de yazarlar ruhsal teorilerden yararlanarak eserlerini şekillendirirler.
Edebiyatın evrensel dilinde, insan duygularının, düşüncelerinin ve deneyimlerinin anlatılması kanalıyla ruhsal derinliklere inilir. Psikoloji, zihinsel durumları idrak etmek için edebiyatı bir vasıta olarak kullanırken, edebiyat da karakter gelişimi ve içsel çatışmaları daha canlı bir halde işlemek için psikolojiye başvurur.
Edebiyat eserlerindeki karakterlerin karmaşıklığı ve çeşitliliği, ruhsal analizin varlıklı bir malzemesi haline gelir. Edebiyatın güzel duyu ve duygusal boyutları, ruhsal teorilerin anlaşılmasını kolaylaştırarak insan ruhunun derinliklerine ulaşmaya destek sağlar.
Edebiyat ve Psikoloji Arasıdaki İlişkinin Kökeni
Edebiyat ve psikolojinin bir bilim dalı olarak birbirine yakınlık ve uzaklığıyla ilişkilerinin ele alınması zamanı çok uzaklara dayanmaz. Yazınsal̂ eserde yer edinen insan psikolojisinin tarihini belirleme imkânı aslına bakarsanız yoktur. Bir bilim olarak psikoloji ortaya çıkmadan önce de sanatçı duyarlılığı ve sezgisi yazınsal̂ yaratı öznesi olarak psikolojiyi üstü örtük veya büsbütün belirgin olarak kullanıyordu. Sadece bunun bir bilim olarak ortaya çıkıp ele alınması ve yazınsal̂ eserdeki ruhsal unsurların saptanması Freud’la (Froyd) başlar. Freud, genel olarak sanat eseri, özelde ise yazınsal yaratı üzerinde uzun uzadıya düşünmüş ve hem sanat eserinin kendisini hem de sanat eserinde özne olan yazar ve sanatçıyı psikanalitik bir gözle değerlendirmiştir. (…)
Psikoloji biliminin edebiyat, yazınsal̂ yaratı ve edebiyatçıya yönelik çalışmaları Freud’la sınırı olan değildir. Ondan sonrasında da psikolojinin önde gelen derhal bütün adları bu ilişkiyi perçinleyen araştırma ve incelemeler yapmışlardır. Adler, Jung (Yung), Lacan (Lakan), Fromm (Fırom), Reich (Riç) ve Klein (Kılayn) bunlardan yalnız bazılarıdır.
Psikologların edebiyat ve sanata bakışı ve onun üretimlerini ele alıp değerlendirmesi yanında, edebiyatçılar da psikolojinin yazınsal̂ eserdeki yeri hakkında düşünmüş, buna dönük görüşler oluşturmuşlardır. İnsan psikolojisi ve edebiyat daima iç içe düşünülmüş eserin ortaya çıkma bilincinden, yaratılma sürecine, ortaya çıktıktan sonrasında, okuyucuyla buluşmasına kadar pek çok aşamayla psikoloji ilişkilendirilmiştir.
Edebiyat ve psikolojinin en belirgin ve genelleştirilebilir ortak özelliği kendilerine insanoğlunun bütününü hedef ve araç-gereç olarak seçmiş olmalarıdır. Gerçekten de beşerî ve toplumsal bilimler içinde edebiyat ve psikoloji dışında insanı bütünüyle kavramaya ve onun doğasını tanımaya çalışarak yakinen bilmeye dönük bir çabaları yoktur.
Her biri insanoğlunun bir başka yönünü ele alma uğraşındadır. Oysa edebiyat ve psikolojinin ortak özelliği insanı bir bütünlük içinde kavrayarak onun doğasına yaklaşma gayretindedirler. Teknik unsurlardan yalıtıldığında ve genel olarak bakıldığında her ikisinin de insan ruhunu kavramaya, onun düşünce, davranış ve duygularına yön veren bilinçaltı süreçlerine daha yakından bakmaya ve onu çevresinden koparmadan bir “bütün” olarak görmeye çabalayan çalışma sahaları olduğu görülür. Bu duruş ve bakış yakınlığı her iki çalışma disiplinini çoğu bakımdan ortak davranmaya ve birbirinden yararlanmaya götürmektedir.
Gerek edebiyat dünyasının vazgeçilmez öğesi olan yazarın psikolojisinin anlaşılması, gerek o psikolojinin esere yansımalarının ipuçlarının elde edilmesi, gerekse eserde yaratılmış olan tasarı evreni teneffüs eden metin kişilerinin iç dünyalarına nüfuz edilebilmesi bakımından edebiyat ve psikolojinin ortak noktalarının tespiti gerekmektedir. Bu ve benzeri pek çok probleminin yanıtını sadece edebiyat ile psikolojinin ortak ve ayrılan noktalarını tespit ettikten sonrasında bulabiliriz. İsmet EMRE
EK AÇIKLAMALAR:
Yazınsal̂ eserler, edebiyatın bir bilim olarak kabul edilmesiyle beraber çeşitli metotlara göre incelenmeye başlanmıştır. Hem bir sanat dalı hem de bir bilim dalı olan edebiyat; sosyoloji, felsefe, tarih kadar psikoloji ve psikiyatriden de yararlanır.
Edebiyat ile psikoloji ve psikiyatrinin temel mevzusunun insan olması ister istemez aralarında bir ilişkiyi de ortaya çıkarır.
Freud’un hastaları üzerinde ve çeşitli sanat eserlerinde uyguladığı yöntemler esas alınarak yazar ve yazardan hareketle eserdeki kahramanların incelenmeye başlanması ile edebiyat psikolojisi ve psikanalitik edebiyat kuramı ortaya çıkmıştır. Edebiyat psikolojisinin amacı psikolojinin bakışıyla edebiyatı ve yazınsal̂ eseri değerlendirmektir. Psikanalitik edebiyat kuramının amacı ise yazarın bilinçaltını açığa çıkarmak, eserdeki kişilerin ruhsal durumlarına eğilmek ve bir taraftan da eserin iyi mi oluşturulduğunu araştırmaktır.
Edebiyat ile psikoloji ve psikiyatri içinde kurulan ilişki sanatçılara yeni ifade imkânları sunmuştur. Eserdeki kahramanların iç dünyasını yansıtan “iç monolog” ve “bilinç akışı” şeklinde ifade teknikleri bu sayede doğmuştur. Yazınsal̂ eseri inceleyen araştırmacı ya da okur -yaklaşımları değişik olsa da- bir psikolog, bir psikiyatr gözüyle eserdeki kahramanların bilinçaltını ve dolayısıyla eserin arka planını aydınlatmak için bu bilim dallarının birikimlerini kullanır. Böylelik- le yazınsal̂ eserler değişik bakış açıları kazanarak derinlikli bir çözümlemeye kavuşur.
Psikanalitik edebiyat kuramına göre bir yazınsal̂ yaratı incelenirken “yazar, yaratı ve okur” dikkate alınmalı, bu üç faktörden yaratı içerisinde en etkili olan tespit edildikten sonrasında yaratı incelenmelidir. Yazarın iyi mi bir insan olduğu, eserini iyi mi oluşturduğu, eserde karşımıza çıkan kahramanlar ile bunların davranış özellikleri ortaya konmalı ve eserin okuyucular üzerindeki tesirleri araştırılmalıdır.
Edebiyat ile psikoloji ve psikiyatrinin birbirine önemli katkıları olsa da edebiyatın bir sanat dalı olduğu, eserde dile getirilenlerin yazınsal̂ gerçeklik içerisinde kurgulandığı, bir yazınsal̂ eserdeki tasarı kahramanların davranışını yorumlamakla bir psikolog / psikiyatrin gerçek kişilerle yaptığı çalışmaların birbirinden değişik olduğu unutulmamalıdır.
Edebiyat ile Psikoloji İlişkisinin Sonucu olan romanlar
Edebiyatla psikoloji arasındaki karmaşık ilişki, edebiyatımızın varlıklı yelpazesinde “Ruhsal Roman” olarak adlandırılan eserleri doğurmuştur. Bu tür romanlar, karakterlerin iç dünyalarına yoğun bir halde odaklanarak insan psikolojisini çözümlemeye çalışır. Hem dünya edebiyatında hem de Türk edebiyatında, bu türde verilmiş güzel örnekler aşağıda sıralanmıştır:
The Princess of Cleves / Madame de La Fayette: Madame de La Fayette’in “The Princess of Cleves” adlı eseri, ruhsal roman türünün öncülerindendir. Karakterlerin iç çatışmalarını ve duygusal sancılarını ustalıkla işleyerek, 17. yüzyıl Fransız toplumunun duygusal gerilimlerini ele alır.
Zehra / Nabizade Nazım: Nabizade Nazım‘ın “Zehra” romanı, Türk edebiyatının ilk ruhsal romanlarından biridir. Roman, ana karakter Zehra’nın iç hayatına odaklanarak, onun duygusal çatışmalarını ve çıkmazlarını derinlemesine ele alır.
Eylül / Mehmet Rauf: Mehmet Rauf‘un “Eylül” romanı, Türk edebiyatındaki ilk ruhsal roman örneğidir. Roman, bir aşk üçgeninin ortasında kalan karakterlerin iç monologlarıyla duygusal karmaşıklıklarını işler ve bireylerin düşüncelerine odaklanır.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa: Peyami Safa‘nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı eseri, Türk edebiyatındaki ruhsal romanlara örnek olarak verilebilir. Roman, değişik ruhsal profil ve sorunlara haiz karakterlerin hastane koğuşunda yaşadıkları deneyimleri çeşitli açılardan ele alır.
Kabahat ve Ceza / Fyodor Dostoyevski: Dünya edebiyatının mühim ruhsal romanlarından kabul edilen “Kabahat ve Ceza“, Fyodor Dostoyevski tarafınca yazılmıştır. Roman, Raskolnikov adlı karakterin kabahat işlemesi sonucu yaşamış olduğu iç çatışmaları ve vicdan azabını derinlemesine inceler.
Ruhların Kuyusu / Fyodor Dostoyevski: Dostoyevski’nin “Ruhların Kuyusu” adlı eseri, ruhsal roman türünde mühim bir yaratı olarak kabul edilir. Roman, toplumun değişik katmanlarından gelen karakterlerin karanlık düşüncelerini ve iç çatışmalarını işler.
Bu örnekler, edebiyatın insan psikolojisini derinlemesine anlama ve çözümleme etme kabiliyetini vurgular. Ruhsal romanlar, okuyuculara karakterlerin iç dünyalarına daha yakından bakma fırsatı sunar ve insan doğasının karmaşıklığını anlamaya çalışırken bir aynanın önüne geçirir