Egemen Berköz (d. 13 Nisan 1941 – Karadeniz Ereğli, Zonguldak) Ozan, yazar, çevirmen.
Egemen Berköz, 1941’de Karadeniz Ereğlisi’nde hayata merhaba dedi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Kısmı’nü tamamlamış oldu.
Çevirmenlik ve metin yazarlığı yapmış oldu.
Şiirleri Ataç, Devinim, Dost, Soyut, Yeditepe, Yelken şeklinde dergilerde gösterildi. 1960’lı yıllarda şiir yazan kuşağın İkinci Yeni‘ye en yakın şairlerinden.
Şiir:
Çevirileri:
Ödülleri:
Kolay Bir Yalnızlık da Yeterdi
Kolay bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
birazcık ilkin yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
birazcık şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafifçe gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
trenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bigün bir bayan çamaşır asarken memelerini görmüştür
bigün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bigün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bigün her gün insanoğlu biletler istasyon memurları
ve bigün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulya kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak hanım resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç on dört on beşinci kat ötelerde
rüzgârda perde uçuşmuş durmuş
sonrasında aklında kaktüsleri
sonrasında Ben Shahn’nın ve ABD’nın insanları
sonrasında Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonrasında çantasında bir küçük yeni
sonrasında elinde bir ufak kavun
sonrasında içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat on altı numaranın kapısına kadar
düşünür kolay bir kareli defter de yeterdi
kolay bir kareli defter de.
İç Zehiri Gir Koynuma Sema Tanrıçası
-I-
Odaya sığdık.
Uğultu başladı.
Gece yarısı tireni
Muş tütünü
biber acısı
uğultu başladı.
Yağmur yağdı hüzn’ağdı
ay göğsümün içinde
deli çığlıklar attı
uğultu başladı.
Masada kahve fincanı telve
masada kül tablası izmarit
masada çiçeklik boş
masada ben yalnız
bitkin
bir boşluk. Uğultu başladı
bir dünyadır
düş uzun
uzun gece: kalbim
coşkun
ve kaçak
ve yağmura dönmüştür
ölümün yüzü
kaçak ve suskun
uğultu başladı…
-II-
Rüzgar esmese
sen konuşsan, dümdüz olsa yollar
yürüyüp gidebilsek
gecede
gecede
bir bağlama başlasa
bir türkü
uzakta
şehir
başlamış olacak beraberlik
uğultuyla
başlamış olacak
konuşacak yalnızlar
cesaret mi oynuyor
yalnızlar, şehir
çökmüş bulanık
üstlerine, üstlerine
kapıları pencereleri yolları tıkayan
çocuk sesleri
üstlerinden çekilmiş ay
ay göğsümün içinde
emekli işyar şeklinde gülümsüyor
korkuyu yanlış anlaşılmak şeklinde gülümsüyor
daha yakından bakınca
kaçmak ve
ölüm.
Ölüm
gerilimi yumuşatır
derdi ninem,
ölüm evlerden ırak.
Nineciğim.
Muş tütünü
biber acısı
uğultulu.
Nineciğim.
Gök çöktü
bulanık, üstümüze
üstümüze umarsızlık
sessizlik büyüdü
ses oldu
coşkular coşkular ne oldu
yılgınız
gerilmiş ah
burdan gitsek
uğultuyla
sabahla
burdan…
-III-
Yanmaya başladı birden
sobada
sönmüş sandığım odun.
Perdeyi çektim
gece yok artık.
Yalnız
önümde uzak bir insan haritası
düşlere daldım bir süre
düşlerim
uğultularım
odamın tozlu camları
raflarım dergilerim kitaplarım yazılarım
akmaya başladı birden
toz toz
son bir parlamasıdır güneşin toz
son
bakmadan göz
toz
bomboş oturmalarım
toz
kımıltısız
toz
uğultularım
toz
bir tek dokunuş
toz
ufak çiçeklere hamile
yeni bir hayata…
-IV-
İçinden yaşam fışkıran bir ana adım atmak için ne bekliyorsun?
İç zehiri gir dünyama
yalnızlık tanrıçası.
İşte akıyor ırmak!
İşte yükseliyor yapı!
İşte kaynıyor coşku!
Yaşamak için ne bekliyorsun?
Kolay Bir Yalnızlık da Yeterdi
Kolay bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
birazcık ilkin yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
birazcık şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafifçe gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
tirenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bigün bir bayan çamaşır asarken memelerini görmüştür
bigün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bigün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bigün her gün insanoğlu biletler istasyon memurları
ve bigün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulya kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak hanım resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç ondört onbeşinci kat ötelerde
rüzgarda perde uçuşmuş durmuş
sonrasında aklında kaktüsleri
sonrasında Ben Shahn’nın ve ABD’nın insanları
sonrasında Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonrasında çantasında bir ufuk yeni
sonrasında elinde bir ufak kavun
sonrasında içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar
düşünür kolay bir kareli defter de yeterdi
kolay bir kareli defter de.
Sensin
Ne kadar gençsin.
Dünya güzelisin.
Topraksın. Çiğli, yumuşak, ot kokusu.
Ağaçlar arasından bir yokuşsun, nefes kesen.
Denize inersin, coşkusun.
Bir telefonsun, kısık.
Bir habersin, taze.
Bembeyaz bir kağıtsın, bekleyen.
Dünyasın.
Kavgam.
dinginliğim.
Beyaza Kaçan
Yalnızlığı kurşunluyor geçmiş gün
kendime bakıyorum. Duvara
tebeşirle çiziyorum testiyi
mavi testi, gözleri
trahomlu esmer bir çocuk
şeklinde geliyor
gece. Lambam yanıyor.
Testi ve su. Usu
taş evlerin, ne konu alıyor
çobanların ezgileri
yatağımda bir bayan
sessizliği. Şu ovanın
toprakları bomboş, şu bodur ağaç
beyaz çiçeklerle
kalakalmış. Yalnızlığı
kurşunluyor geçmiş gün
kendime bakıyorum
tüylü kalpaklar dağlar ve uzun
bıyıklarıyla, hüznüme
katılıyor atlılar günden
koparak. Beyaz çiçeklerle ağaç
kalakalmış. Testilerle
su dökünülen sabaha karşı
bacası tüten bir ev anlama gelir
alışmak, siyah saçlı
bir hanımla sevişmiş
şeklinde yaparak. Yere
kilimler seriliyor, çay
buruk insanları uzak Doğunun
ve afyon götürmüş olan
tüylü kalpaklar dağlar ve tüfek
sesleriyle
günden koparak, insanoğlu
karanlık. Duvara
tebeşirle yazıyorum. Testi.
Su. Yalnızlık. Bir ihtimal
kalakalmış bomboş ovada
beyaz çiçeklerle ağaç, ağaç
çocukluk. Kendime
bakıyorum, ne konu alıyor
Rut tepesi, yalnızlığı
konu alıyor Rut tepesi. Rut tepesi
afyon. Duvara
tebeşirle yazıyorum. Afyon.
Kendime bakıyorum. Afyon.
Bir Kedim Bile Yok
Niçin elimdeki gazeteyi attım birden
Niçin kapattım radyoyu
Niçin bırakıp kalktım sofradan
Niçin yarıda söndü sigaram
Niçin kalkınca bulamayacağım
masadan terliğimin tekini
Bulup getirsin bir kedim bile yok
Üstelik bir kedim bile yalnızlığım bile tamam değil
Ne kitaplarım var tozlarını alacak
Ne kedim üzüm yedirecek
Ne kadınım sevecek
Bu iş burada biter diye düşünürüm hep
{Hiç de} bitmez: Başım ağrıyor
Geçer elbet: Denizi düşün on dakka önceki luğu
Fener alayıyla beraber geçen karşıki
evin penceresinden bakan evlatların
avucunda sesleşen, geçer…
Çin Askeri Ah Devran
İçim. Yeşil sarı ovada
ilkyaz selleri, gecenin
hüznü olur ve sığmaz, sığmaz
odama. İçim. Binlerce
hasır şapka, güneş
yakar ve divan sazı kırmızı şarap.
Türkümü söyler. İçim.
Benim türkümü söyler.
Karanlığı deler kırmızı. Yanar
toprak yanar toprak
sigaramın ucunda
karanlığı deler kırmızı.
Hoşçakal
derim günışığına. Gecem
benim gecem adım atar, yağmuru
ve Vivaldi’yi gecem
alır gelir. Susarım. Şiir yazarım.
Karanlığı deler kırmızı
sigaramın ucunda, yanar ellerin
yanar toprak ve alnım.
İçim. Dereboyunda çocuklar
deli çocuklar dereboyunda
ben uzağın türküsünü söylerim
döner devran ve binlerce
olur ah çocuk olur içim.
İçim. Ezgilenir.
Hoşçakal
derim yağmura ve sana
karanlığı deler kırmızı
sigaramın ucunda, yanar ellerin
yanar toprak ve alnım.
İçim. Çin askeri uzağı
ben uzağı bilirim. Bilirim.
Ya Ben mi, Ben
Kirlibeyaz yüzünde rüzgarın
Öfkemi dinlendiriyorum.
Giysilerim. Takvimin sonu.
Demirci topal ve sarı saçlı
anlıyorum. Anlıyorum.
temellerine su sızan evleri
uzak kenti getiren günüme
günüme yaşlı bir ağacı
ağacı.
Dağda kar çoğaldıkça
kuzeyi kapatan dağda
daha esmer buranın evlatları
İstanbul daha uzak
ve bir ırmak tavrıyla kesiyor yolumu dere
ve her sözün başlangıcında
kökleri kemirilmiş, buğday
tarlada çürümüş, tütün
ya ben mi, ben
ne güzel ah özlemin
çoğaldıkça kar dağda.
Dağda kar çoğaldıkça
uzak bir gök iner gününe
ve gözlerinin içine vurur
kırpışan ateşi yalnızlığımın
ya ben mi, ben
temellerine su sızan evler için
yalnız o evler için.
Kapana
Seni kırmızı şeklinde, şiirlerimle bir
susturmak isterim seni, bir yosun
şeklinde yoksul Baraba suyunda
çocukluğumun ezik türküsü ey
çocukluğumun ey bulunmayası gömü
seni iyi mi iyi mi yaşıyorum.
Yalnızım, dayanamıyorum, uzak
denizler geliyor usuma
seni kırmızı şeklinde, coşkumun ortasında
(seni?) kuruyorum, neler kuruyorum
bir ihtimal bir yılgıyı, bir ihtimal ufak bir gizi
unutuyorum, unutuyorum.
Aşka varmayalı kapılar
kapanır oldu yüzüme
bu insanoğlu, bilmiyorum, bu uzak dağ sesleri
niçin bozar oldu dengemi
sazının tellerine dokunur mu
şeklinde, bir ezgi mi, dallanıyorum
insanlara gidiyorum, gidiyor muyum
çocukluğumu bir ihtimal, bir ihtimal çocukluğumu
unutuyorum, unutuyorum.
seni kırmızı şeklinde, şiirlerimle bir
susuyorum, haykırıyorum.
Sorular Sorular
Ölümüm boz yüzü, çağırma beni.
Toprağın katı yüzü, bırak beni.
Ezgilerin çekici yüzü, denemeyin beni.
Dünya beni salıversin.
Salıversin beni kendime
Salıversin beni yirmilerime, onbeşlerime doğru.
Gelincik tarlalarıma, çiçek kurutmalarıma, çocukluk uykularıma doğru.
Bir tabanca bana bakıyor.
Bir kül tablası.
İki kalem.
Bir kitap.
Birkaç kelime.
Bir saat. Akşamı getiriyor ve bana bakıyor.
Pencereden karşı pencereler.
Antanler.Duman. Ölümün çizgili lekeli yüzü bana bakıyor.
Bir el işareti. Duralım beklemiş olalım.
Bir el işareti. Susalım beklemiş olalım.
Kim gelecek? Konuşacak kim?
Kim vuracak? Vurulacak kim?
Kapılar açılıyor. Bana değil.
Ziyaretçiler geliyor. Bana değil.
Günaydınlar. Merhabalar. Bana değil.
Bana vazoda birkaç papatya.
Bana birkaç sarı, birkaç beyaz.
İçimin karmaşası bana.
Dönelim ölümün pürüzsüz yüzüne.
Bulutsuz rüzgarsız kuşsuz.
Kansız alımlı yüzüne dönelim ölümün.
Papatyalarla süslesek onu.
Kurşunların yerine papatyalar
Gülümsemelerle süslesek onu.
Kinlerin yerine gülümsemeler.
Kendimle süslesem onu.
Karşı dünyadan baksam kendime.
Orda durup sigara içsem dalgın bakarak.
Kalkıp gitsem sonrasında sokaklara, deniz kıyılarına, ilk yaz coşkularına doğru.
Burada oturup birkaç kelime yazarak dalgın sigara içsem.
Kalkıp gitsem gelincik tarlalarıma, çiçek kurutmalarıma, çocukluk ilk yazlarıma doğru.
Peki, sen nerdesin?
Bu şiirde nerdesin sen?
Kurşunlarda mı? Gülümsemelerde mi?
Kinlerde mi? Papatyalarda mı?
Kim bilir bir kuşsun sen uçup gidiveren uzaklara mevzu veren unutuveren.
Yeniyetme
Çiçekler sana geliyor bak
çiçekler suskular ben
umarsız sokaklar sokaklar tirtir
uzak bir dağ yeşillenir gizli saklı
umarsız ellerim ellerim gizli saklı
sonrasında ben iki çifte adım
asla ve gizli saklı
kiremitler kıpkırmızı bak
pencereler karanlık karanlık ezgi
bir taş atsam başlamış ezgi
bir karanfi ağacı kurusa karanfiller nefes ufacık karanfiller
asla ve gizli saklı
sonrasında ben iki çifte adım
yeniyetme bir yol uzar önümde
teneke saksılarda susku.
Egemen Berköz
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
Yakın bir vakit sonrasında Dünya'ya veda edecek olan 'Mini Ay' aslen insanoğlu Dünya'da dolaşmaya başladıktan…
Babil’in En Varlıklı Adamı – George S. Clason Tür:KitapYazar:George S. ClasonYayınlanma Zamanı:2018Yayınevi:Butik Mevzusu Kitapta Babil’de…
Çoğunlukla genç Instagram kullanıcıları, kendileri için uygun bir profil olmayan Instagram fenomenlerine yada hesaplarına rastladıktan…
Netflix, geniş film, dizi, belgesel ve program arşivine haiz en iyi çevrimiçi gösterim platformların içinde…
Rüya – Ivan Sergeyeviç Turgenyev Karakterler Anlatıcı: Hikâyenin merkezinde yer edinen anlatıcı, adı verilmemiş bir…