Kategoriler: Genel

‘Hastama kötü haberi verdiğimde ağladı ama onu ağlatan haber değildi’

Avustralyalı bir onkolog ve A Better Death adlı kitabın ödüllü yazarı Dr. Ranjana Srivastava, yüreğine dokunan o hususi anı dün şeklinde hatırlıyor. The Guardian için bir yazı kaleme alan Dr. Srivastava, bir hastasıyla yaşamış olduğu diyaloğu hatırlarken doktorlukta empati ve nezaketin öneminin de altını çiziyor. Dr. Srivastava, “Hastaların bizi tıbbi zekamıza bakılırsa yargıladıklarını düşünmeyi severiz fakat aslına bakarsak söylediğimiz kelimeleri, gösterdiğimiz empatiyi ve sunduğumuz nezaketi gözlemler” diyor. İşte hikayenin tamamı…



-Şimdi sen orada oturduğun için ağlıyorum.

‘Özür dilerim’ diyorum ayağa kalkmaya hazırlanarak.

-Hayır, lütfen kal!

Bu bizim ilk buluşmamız. “Orada” ayaklarının dibinde, bana yer açmak için hastane yatağının kenarına kıvrılıyor. Her türden hekim tarafınca sorguya çekilmiş ve dürtülmüştü. Son doktoru bana, “Onu gördüğüm anda, sana ihtiyacı bulunduğunu anladım” dedi.

Benim şeklinde onkologlar bu tür ifadelerden hoşlanmaz: Bir hastayı görme sürecinin sonlarına doğru çağrıldığımızda, en fena türden bir haber vermek için çağrılırız. Ben de daha doğrusu, fena haberin parçalarını tutarlı bir açıklamada bir araya getirmek ve her insanın ima etmiş olduğu şeyi doğrulamak için çağrılmıştım: Hastalık ciddi ve prognoz vahim.

Karşımdaki bir eş, bir anne, yeni pişirdiği kurabiyelerden arkadaşına da götürmüş olan ya da komşusunun bebeğine göz kulak olan türden, cana yakın bir insan. Haftalarca devam eden kanser teşhisi sonrası umutsuzluğa tutulmuş bir vaziyette.

Bir cerrah onu ameliyat listesine koydu. İkinci genç cerrah, ikna olmasa da dilini tuttu… Ameliyatı yapması planlanan üçüncü cerrah ise ameliyatı iptal etti. Nedenini anlıyorum: Ameliyat teknik olarak mümkün olsa da, en öngörülebilir netice, hayatından geriye kalan kıymetli zamanı boşa harcama riskiyle hastanede kalış süresini uzatmak olurdu.

Yaşananı kelimelere dökmenin dayanılmaz ağırlığı

İmkansız durumunun açık bir halde bilincinde fakat gene de benim için yaşananı kelimelere dökmenin dayanılmaz bir ağırlığı var. Cerrahın onu ameliyat etmekten kaçınmasının haklılığını açıklamak durumunda kalıyorum.

Kemoterapinin yararlı olmayacağı üstüne tartışıyoruz. Ne kadar süreceğini soruyor, oldukca kısa bir zamanının kaldığını düşünüyor. Koluna dokunuyorum, yutkunuyorum ve başımı sallıyorum.

Ve sonrasında ağlıyor. Gözyaşları gözlerinden aşağı süzülüyor, yanaklarından aşağı kayıyor ve koluna dökülüyor. Mendil arıyorum; gözyaşlarıyla bir devlet hastanesinde olduğumuzu söylüyor.

Fakat sorun şu ki onun eşi olmayan duruşuna fanatik kaldım diye ağlamıyor. Hatta prognozu yada torunlarının büyüdüğünü göremeyecek olması yüzünden de ağlamıyor. Ağlıyor, bundan dolayı şefkat onun içini eritiyor.

Bundan dolayı bir başka cerrah “Orada” (yüzünü buruşturarak pencerenin pervazını işaret ediyor) oturup tüm dünyaya duyuru eder şeklinde yüksek sesle ve hızlıca ona ölmekte bulunduğunu söylemiş ve konuşmasının ortasında telefon görüşmesi yapmıştı. Onun bu şımarıklığını affedilemez bulmuştu.

Buna karşılık o dilini tutan genç cerrah ise ustalaşmış ve nazik davranırken bir iskemle çekip göz teması kurmuştu. Dürüstlüğü ve sıcaklığı o denli rahatlatıcıymış ki adını bile ezberledi. Ondan bahsederken gözleri parlıyor -benimkiler de öyleki, bundan dolayı tam da arkadaşımı tanım ediyor.



Onunla ilk kez, son demlerini yaşayan bir hastayı ameliyattan vazgeçirmeye çalışırken fakat çok da fazla ileri gidemezken tanıştım. Tam o sırada geldi ve lafımı bitirmemi bekledikten sonrasında insanın elini nazikçe tuttu ve ‘Babam olsaydın, ameliyat olmanı istemezdim’ dedi. Yumuşak tonu meseleyi halletti. ‘Eğer şifalı dokunuş denen şeyin bir örneği var ise, o tam da bu’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Hastam tekrardan ağlamaya başlıyor ve bana, bu hastanede kalmaya karar vermesini elde eden olayın anısıyla ağladığını söylüyor.

Bir sabah, asistanlar ve hocaları yatağının başlangıcında toplanmıştı. Hoca fena haberleri peş peşe sıralarken kimseden çıt çıkmıyordu; korkudan boğulacak şeklinde hissediyordu. Derken kalabalığın arkasında önlüklü genç bir insanın ağladığını görmüş oldu. Aniden içinin ferahladığını hissetti.

Delikanlı bir asistan doktordu; tanıştıklarında peş peşe gelen fena haberlerden oldukca etkilendiği için kendini tutamadığını söylemiş oldu. Yanına oturdu onunla sağlığı, evlatları ve parçalanmış umutları hakkında konuştu. Minimum yetkiye sahipti sadece en oldukca vakit harcayan da oydu. Gözünde hepsinin içinde en iyi hekim olarak öne çıkmıştı.

Doktorlar tarafınca çoğunlukla gözden kaçırılan…

Anlattıklarından derinden etkilendim fakat bir parçam hala ameliyatı iptal eden cerrahın da birazcık takdiri hak ettiğini düşünmeden edemiyor. Doğru bir tıbbi sonucu vermişti sadece zor bir konuşma yaparken endişelenmiş olabilirdi fakat açıklamamın onun çerçevesinde bir geçerliliği yok. Zira sahne arkasında alınan kararlardan haberi yoktu, yalnız kendisine iyi mi davranıldığını görmüştü.

Anlattıkları doktorlar tarafınca çoğunlukla gözden kaçırılan, hastaların ise fazlasıyla ehemmiyet verdiği bir tutumu vurguluyor. Hastaların bizi tıbbi zekamız sebebiyle yargıladığını düşünmeyi severiz sadece aslına bakarsak söylediğimiz kelimeleri, gösterdiğimiz empatiyi ve sunduğumuz nezaketi gözlemlerler. Bu özümsemesi zor bir ders.

Doktorlar ve hastaların tıpta hakikaten mühim olan şeylere bakış açıları arasındaki devam eden yar aşikar. Doktorlar oldukca fazla düşünmek ve oldukca azca duymak suretiyle eğitilirler. Hastalarımız yeterince düşündüğümüzü bilirler sadece daha çok hissetmemizi isterler. Teknoloji, makineler ve siyaset doktorları her geçen gün daha da köşeye sıkıştırırken iyi tıbbın aslı açık bir sır olarak kalmakta…

Tanıştıktan günler sonrasında yollarımız ayrılıyor; hasta son kez eve gitmeye hazırlanıyor. Giderken koşullar altında olanaksız şeklinde görünen bir halde fakat kuvvetli karakterini de kanıtlarcasına, bana hafiflemiş bir yürekle ayrıldığına dair güvence veriyor. Ben ve meslektaşlarım tarafınca kendisine gösterilen sıcaklığı devamlı hatırlayacağını söylüyor. Yaşamını uzatmaya yaklaşamadığımız halde, onun baskın tepkisinin minnettarlık olması ne kadar da anlamlı. Fakat felsefeci Lucius Annaeus Seneca bunun önemini esasen biliyordu:

İnsanlar doktora zahmeti için para öder iyiliği için borçlu kalır.



Kaynak: The Guardian / Metin Aktaşoğlu tarafınca Türkçeleştirildi

Bul-Tikla

Son Yazılar

Hippi Özeti, Konusu ve Karakterleri

Hippi – Paulo Coelho Karakterler Paulo: Paulo Coelho’nun genç halidir. Özgürlüğe ve kendini keşfetmeye aç…

2 saat ago

Bir telefon, gamepad’e nasıl dönüşür? (Bir başka deyişle oyun kumandasına)

Akıllı telefonların oyun dünyasında giderek daha mühim bir rol oynadığı bu günlerde, oyun deneyimini iyileştirmek…

3 saat ago

Don Toliver – New Drop Şarkı Sözü

[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…

5 saat ago

Roma mezarından çıkan tuhaf iskelette sekiz kişiye ait kemikler tespit edildi!

Bu hafta duyduğunuz en garip şey olması olası bir meseleyle karşınızdayız. Öykü 1970'lerde Belçika'da geçiyor.…

9 saat ago

Mars’ta gizemli bölgeye seyahat: NASA’nın Curiosity aracı ne yapacak?

Mars'taki gizemli bir vadiyi bir yıl süresince keşfeden NASA'nın Curiosity aracı, yeni ve garip bir…

16 saat ago

Telefonu çekmeyen birine nasıl ulaşılır? (Cevap duman değil)

İletişim, çağdaş yaşamımızın temel taşları içinde yer ediniyor. Günümüzde sevdiklerimize, iş arkadaşlarımıza yada acil durumlarda…

22 saat ago