Ara sonlanmış oldu, İnci Taneleri ekranlara, Dilber ve arkadaşları da pistlere geri döndü! Hem de ne dönüş. Yeni bölüm fragmanındaki en dikkat çeken an Dilber ile Piraye’nin göz göze geldiği andı. İkilinin beraber ilk sahnesi beklenen suretiyle bölümün en gerilmiş noktasıydı. Kimisi benzer kimisi oldukça alakasız bir sürü kırılgan noktaya, taze ya da kabuklaşmış bir sürü yaraya haiz Dilber ile Piraye, kalabalık masada bir tek ikisinin haberdar olduğu bir çatışma içinde birbirlerine diş gösterdi.
Bu aşamada Piraye, baştan beri kendini yer yer gösteren (ilk bölümün peşinden kaleme aldığım yazıda “Selma Ergeç’in oynadığı Piraye karakterinin acele parlayan tarafını Ergeç’in oyunculuğuyla seyretmek oldukça keyifli. Gelecek bölümlerde bir hiddet patlaması sahnesi umuyorum” demiştim) öfkesini eylemsiz agresif bir halde masaya koyarken, Dilber’i yaralamak için muhtemelen alkolün de etkisiyle çirkinleşmekten ve bel altı vurmaktan da geri durmadı.
Buradan bir tercih çıkarabiliriz sanki… Zira senaryonun seyirciye müzikholde işaret etmiş olduğu düşünceyi destek sunar halde otele dönüldüğünde Azem ile Dilber yüzleşti ve Azem, Dilber’i sevdiğini deklare etti. Artık öykünün ciddi bir süre Piraye-Azem ihtimalini dönem dışı bıraktığını görüyoruz. Piraye’nin mevzuyu bir takıntıya dönüştürüp Dilber’in başına yeni bir bela olarak çökmesi olası. Süre gösterecek…
(Caz tutkunu Piraye’nin maceralarında ise son olarak “Pek Türkçe müzik dinlemeyen” Piraye Hanım’ın Ozbi’nin Geceyi Anlatmış parçasını ezbere biliyor olması Piraye’nin Azem’e poz kestiğini de gösteriyor! Ben anlamıştım dostlar! Gerçek cazcı bu değil…)
‘Dilber, Azem’i kati yolacak’ dedik, yolmadı!
Otele geri dönmekte yarar var. Kısmı izlerken “gerilmiş buluşma” esnasında Azem oldukça fena bir tavırla Dilber’i masada bıraktığında “Dilber otelde Azem’i kati yolacak!” dedim içimden sadece otelde Dilber mevzuyu şirinlikle kapatmaya çalışırken Azem, “Seni seviyorum fakat birlikte olamayız” tavrına girince Dilber haklı olarak isyan etti. Sadece hem “Yattın mı o hanımla?” sorusu hem de Azem’in suali yanıtsız bırakmasını “Evet” olarak yorumlaması Dilber’i Azem’in gözünde haklıyken haksız duruma düşürdü! Fakat ne olursa olsun Dilber haklı…
Ana karakterin hep doğru kararlar vermesi hep takdirimizi kazanması mümkün de değil gerçekçi de… Haliyle Azem de bazen Dilber’e atfettiğinden daha çok çocuklaşıyor, fena kararlar alıyor, saçmalıyor. Oldukça travmatik bir 10 senenin peşinden Dilber’in onu “Azem olduğundan” koşulsuz sevmesinin yoğunluğunu kaldıramıyor Azem ve bu oldukça organik fakat duygularını doğru tanımlayarak onlarla baş etmek yerine “Elalem ne der?” filtresiyle hem kendini hem de Dilber’i pejoratif bir arabesk haline sürüklüyor!
Ah be Azem Hoca! Yıkıla Yıkıla varken Konuşsana Bir Tanem demek oldu mu?
Oysa ne gerek var Azem Hocam?! İlla Dilber’le Müslüm Baba’ya sürüklenecekseniz Hangimiz Sevmedik‘le adım atar; ne bileyim Seni Yazdım ya da Sevda Yüklü Kervanlar ile devam edip, beraber acı çekecekseniz de avazınız çıkmış olduğu kadar “Hayatım karanlık yerlerde geçer / Yüreğim kırılmış kadehe benzer / Yüzüme nefretle bakmayın yeter / Kötüysem düşkünsem kime ne bundan” diye Mısır Palas’ı inletirdiniz… Her neyse Azem’le Dilber orta noktada buluşur diyelim ve öyleki umalım…
Dilber hakkında bir gelişme de Zahir cephesinde yaşandı. Yıldız yardımıyla Zahir’i bıçaklamanın ucundan dönen Dilber, bir ihtimal tehdit edildi sadece Zahir’in teslim olma kararıyla bir süre nefes alma imkanı da bulacak. Fakat doğal ki bu çözüm değil! Dilber, Zahir’den kurtulamıyor ve görünen o ki kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Ne yazık ki pek oldukça hanım cinayetinde şahit olduğumuz benzer biçimde…
Zahir, “Bu sevda ikimizi de yakacak” demekten çekinmedi. O sırada Piraye, Hanım Dayanışma Derneği’nde Azem’in değindiği ve hanıma yönelik sertlik ile hanım cinayetlerine dikkat çeken bir konuşma yapıyordu. Bu da oldukça ironik oldu aslına bakarsak… Piraye’nin samimiyetle bu şekilde bir yazı yazamamış olması ve işi -konuşmanın üstünden geç(e)meyecek kadar- tamamen bir adama devretmesi üzücü, bu yazıyı yazmanın kağıt üstünde bir bayan cinayeti sabıkalısı Azem’e düşmesi de ironikti…
İşin daha da çarpıcı olan boyutunu ise yazıyı kimin yazdığını ve konuşmayı kimin yaptığını bir kenara koyunca görüyoruz aslına bakarsak. Kendi başına konuşma, çarpıcı olsa da ne acı ki yeni bir şey söylemiyordu. Bu yaraya bu şekilde temas edilmesi çarpıcıydı. Ek olarak konuşmada İzzet’in çok önemli aforizması da kendine yer buldu. Dizinin 8. bölümünde İzzet söz hanım cinayetlerine vardığında “Bu bir seri katil vakası değil mi hocam, failin çeşitli olduğu” demişti. Bu şahane tespit kendisine Piraye’nin konuşmasında yer buldu.
Piraye’nin hitabı demişken Azem’in kızı Dere’e de değinmek gerek. Bu bağlantıyı şöyleki kuruyoruz. Piraye konuşmasını tamamlarken bir tek ayaklarını gördüğümüz bir bayan konuşma meydana getirilen salonu yürüyerek terk ediyordu. Yüzünü hemen hemen görmesek de maddi durumunun iyi bulunduğunu anladığımız Dere, Azem’in hep bir adım önünde onu takip ediyor. Burada da Dere’in Hanım Dayanışma Derneği’nin etkinliklerine çağrı edilen bir iş hanımı olabileceğini gördük.
En azından bağlantılarının kuvvetli bulunduğunu biliyoruz. Bunu da şuradan anladık; Azem, Dere’in koruyucu ailesini bu kez Özgür’le ziyaret etti ve Dere’in uyuşturucu bağımlılığı tedavisi için nereye yatırıldığını öğrendi. Azem, Özgür’le kuruma gittiğinde ise bir kez daha kişisel verilerin gizliliği duvarına tosladı. Fakat acayip olan bir şeyler vardı…
Yetkili -daha sonrasında Azem’in arkadaşı Nergis’in de tespit etmiş olduğu üzere- hem “Bu şekilde biri burada kalmadı” dedi hem de “Data veremem…” Azem’le Özgür odadan çıktıklarında ise şüpheli bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş oldu. Arayan Dere ya da Dere’le bağlantılı biriydi. Kısaca Dere de çevresi de arandığını biliyor. Bölümün sonlarına doğru Azem’e gelen “Evlatların peşini bırak! SEN BİR KATİLSİN!!” mesajı ise bu bağlantıların bir sonucu olsa gerek. Azem’in masasına ne olur ne olmaz diye telefon numarası bıraktığı yetkili de ileti atmış olabilir, Dere’le bağlantılı bir başkası da…
Bu süreçte Özgür’ün Azem’in yüzüne çarptığı bir gerçekle, geçmişte Azem’in sinirli, ilgisiz, tutkulu ve meşgul bir baba bulunduğunu öğrendik. Dere’in Hande ile olan tartışmalarından meğer Azem habersizmiş. Dere’in fena arkadaşlarından da… Kim bilir Dere’in o arkadaşları yüzünden saplandığı batak Hande’nin ölümüne niçin oldu. Bölüm bu çerçevede pek oldukça yeni sual işareti doğurdu.
Özgür’ün Cihan pelerini giydirilmiş olduğu anlarda ise Batman ve Robin ya da Cihan ve Necmi kendilerini Reyyaz’ın kurduğu yeni bir ikilemde buldu. Sırat dönem dışı kalırken de Aleyna’yı kurban edip etmemek içinde kalan vicdanlı mafyalar, Reyyaz’ın İstanbul’daki tüm operasyonlarını devralmak doğrusu Sırat’ın yerine geçmek için Aleyna’yı muhtemelen öldürülmek suretiyle Reyyaz’a teslim edip etmemek ikileminde…
Reyyaz aslına bakarsak Berzan’a da oldukça oldukça mantıklı gelen ve gözleri kısıp vicdanın tanıdığından geçmeyen bir açıdan bakınca oldukça kolay görünen bir teklif sundu:
“Bana ihanet eden sizinle hiçbir alakası olmayan bu kızı ver, size istediğiniz gücü vereyim.”
Elbet Cihan ve Necmi ikilisi zor yolu seçecek ve Aleyna’yı vermeden işi çözmeye çalışacak. Reyyaz’ın buna yönelik tepkisi de “Peki o süre” olmayacaktır elbet!
Son olarak yumuşak detaylara hızlıca değinmek gerekirse İzzet’in olduğu her sahne gene oldukça eğlenceliydi. Neredeyse tüm destek oyuncular benzer biçimde Furkan Rıza Demirel de şahane bir iş çıkarıyor. Yıldız (Umut Beste Kargın) ve Zerre (Orkuncan İzan) de bilhassa ortak sahnelerinde döktürüyorlar. Daha ilkin de söylediğim benzer biçimde yan karakterler kesinlikle Bir Demet Tiyatro kalitesinde. Bunlara müzikholün sahibi Kamuran’ı (Deniz Erdoğan) da ekleyebiliriz. Bu bölümde iki kardeş Yılmaz Erdoğan ve Deniz Erdoğan’ın tokalaşarak da olsa ilk kez bir araya gelmesi de güzel bir detaydı.
Bununla beraber bir kez daha Didem Madak vurgusu yapılması da dikkatlerden kaçmadı. Dizinin 7. bölümünde Piraye’nin kızı Ayça’nın okurken uyuyakaldığı kitap, 2011 senesinde hemen hemen 41 yaşlarında kanser sebebiyle yaşamını kaybeden ozan Madak’ın 2007’de çıkan Pulbiber Mahallesi adlı şiir kitabıydı. Azem Hoca bu kez öğrencisine 2002’de çıkan Ah’lar Ağacı kitabını armağan ediyordu.
Annesini erken yaşta kaybeden Didem Madak’ın şiirlerinde bu etki açık olarak hissedilirken ozan “Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne süre oldukça özlesem hep bir şiir yazdım” da diyordu. Ayça’nın annesiyle olan sorunlu ilişkisini tekrardan inşasında ya da restorasyonunda Didem Madak’a rahatça başvurabilir. Yılmaz Erdoğan’ın bu tercihinin oldukça anlamlı bulunduğunu düşünüyorum.
Azem’in yazdığı roman çerçevesinde ilkin Azem ve İzzet içinde, sonrasında da Azem ve Nergis içinde yaşanmış olan “romandan caymak” meselesi de çarpıcı. Bir yazar için caymak yada eseri bir kenara koymak söz mevzusu olduğunda bir süredir aklıma Kazuo Ishiguro gelmekte. Gömülü Dev adlı romanı hakkında The New York Times’a verdiği ve 19 Şubat 2015 tarihinde yayınlanan röportajında Ishiguro, ilk 50 sayfayı yazdıktan sonrasında altı yıl süresince asla dönmemek suretiyle Gömülü Dev‘i rafa kaldırdığı süreci anlatıyordu.
Eşi Lorna’nın acımasız sözlerini anımsayan Ishiguro, “Baktı ve ‘Olmamış’ dedi. ‘Üstünde küçücük oynamalar yap demiyorum; tamamen yıkman gerekiyor. Bu tarz şeyleri kimse görmemeli’” diyordu. Gömülü Dev ile konfor alanından çıkan ve kariyerinin en riskli, en acayip ve en coşku verici olarak nitelendirilebilecek işine imza atan Ishiguro, her yazarın haiz olduğu o korkuyu taşıyordu. Azem’de de o korku mevcut. Ishiguro şöyleki tanım ediyordu:
Ne olacak bilmiyorum. Okuyucular bu yolda beni takip edecekler mi? Ne halletmeye çalıştığımı anlayacaklar mı yada bu biçim işlere karşı ön yargılılar mı?
Ishiguro iyi mi almış olduğu risk ile sonunu getirme cesaretini gösterdiği Gömülü Dev‘i “bir çıkış” hatta “bir geride bırakış” olarak görüyorsa Azem de aslına bakarsak yazmaya oturmuş olduğu romanını bu şekilde değerlendirmekte. Buradaki çıkış hem romanın kendisinden hem de Azem için tüm yaşadıklarından…