İskender Pala (D: 8 Haziran 1958, Uşak) Edebiyat profesörü, yazar ve divan edebiyatı araştırmacısı.
Prof. Dr. İskender Pala, edebiyatçı ve edebiyat araştırmacısıdır. Divan Edebiyatı üstüne yapmış olduğu emekler ile tanındı.
İlkokul’u Uşak’ta ki Cumhuriyet İlköğretim okulu’nda tamamlamış oldu. Kütahya Lisesinde yatılı olarak okudu. 1976 senesinde liseden almış olduğu iki mezuniyet belgesi ile iki değişik bölüme kayıt olmuştur. İmam Hatip diplomasıyla Erzurum Mustafa Kemal Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Kısmına, lise diplomasıyla Konya’da Mühendislik Kısmına yerleşmiştir. Tercihini edebiyattan yana kullanan İskender Pala, Erzurum Mustafa Kemal Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde başladığı eğitimini yatay geçiş yaparak İstanbul Üniversitesinde 1979 senesinde tamamlamıştır.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Kısmı’nde Câmiu’n-Nezâir temalı Lisans Sav emek vermesi yapmış oldu. Doktora çalışmasını ise gene İstanbul Üniversitesi’nde yapmış oldu; Aşkî, Yaşamı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı. Divan edebiyatı branşında 1983 senesinde Tabip, 1993 senesinde İstanbul Üniversitesi’nde Doçent, 1998 senesinde da Kültür Üniversitesi’nde Profesör oldu… İstanbul’da ikamet eden yazar evli ve 3 çocuk babasıdır.
Okuma hayatına Peyami Safa‘nın eserleri ile başladığını belirten yazar, ilk okumuş olduğu kitapların 9. Hariciye Koğuşu ve Yalnızız bulunduğunu söylüyor. Ömer Seyfettin, Refik Hâlit, Reşat Ekrem okunduktan sonrasında, Osmanlı Zamanı ve Edebiyatla tanışması Erzurum ve İstanbul’da ki üniversite yıllarına denk gelmiş.
1998-2015 içinde Süre gazetesinde haftalık Kültür-Sanat yazıları yazmıştır.
Hazırlayıp sunmuş olduğu TV programları:
Üstelendiği Görevler:
Öteki:
Tecrübe etme:
Araştırma:
İnceleme:
Derleme:
Tiyatro:
Seçki:
Yaşam öyküsü:
Tercüme:
Hatıra:
Hikâye:
Roman:
Ödülleri:
NEDEN VE NASIL YAZAR OLDUM?
Selamdan sonrasında, Azizim,
Ben İskender Pala. Ders kitaplarının arasına mahrem sevgililerin resimleri benzer biçimde saklayarak evin soba yanan tek odasındaki kış gecelerinin Teksas ve Tommiks’lerini geride bıraktığım ilk mektep yıllarından sonrasında -ki kendilerini takip eden nefes benizliler yanlış istikamete gitsin diye Apaçilerin atlarının ayaklarına nalları ters çaktıklarını bu vesile ile bilirim- okuduğumu hatırladığım ilk kitap Peyami Safa’nın 9. Hariciye Koğuşu olmuştu. Kitabı elime aldığımda ilkin Kızılderili reisi Oturan Boğa’ya ihanet ettiğimden dolayı utandığımı ve bir asker hikayesi okuyucağımı vehmederken safran boyalı koridorlardan eter kokusu duyarak sükût-ı hayâle uğradığımı hâlâ unutmam. Galiba kitabın adındaki Koğuş kelimesinin en masum askeri anlamıyla bu şekilde düşünmüş ve yerli kızılderili hikayeleri hayal ederken Uşak sokaklarında asker koğuşu hayal eder olmuştum. 9. Hariciye Koğuşu’nu lise yıllarımda tekrardan okuduğum vakit ben de roman kahramanı benzer biçimde hasta yatağındaydım ve ıztıraplarımın ince sızılarında bir haram lezzeti duymuştum.
Bunu Peyami’nin Yalnızız’ı takip etti. O kitabından aklımda kalan tek cümle -eğer yanlış hatırlamıyorsam- “Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım.” idi ve ben Peyami’nin, yalnızca bu cümleye anlam katabilmek için o koca romanı yazdığına inanmıştım. Hakkaten de ilk gençlik yıllarımın tüm ruh ummanları bu cümleyle çalkalandı ve Türkiye’nin 70’li yıllarına rastlayan tüm gençlik düşünce ve bunalımları yavaş yavaş beynimin cidarlarında acıyla, nefretle formatlanmaya başladı.
EĞER BİR ŞAİR OLAMAMIŞSAM
Yıllarım kitap satırlarının arasından süzülürken Ömer Seyfeddin, Refik Hâlid, Reşat Ekrem ve ötekiler birer dönem benim hit’lerim oldular. Kütahya kahvehanelerinin kesif sigara dumanlarıyla grileşen duvarları ve Tekel markalı iskambil destelerinin konçinaları arasından sıyrılıp -ki heder edilmiş o birkaç yıla hâlâ acırım- sıhhatli nefesler aldığım zamanlarda kitaplarla muaşakaya devam ettim. Spor yapıyor ve kitap okuyordum. Hâlâ özlemini duyduğum ve dudağımda tatlı gülümseyişlerle hatırladığım güzel bir hayattı, her insana tavsiye olunur!..
İtiraf etmeliyim ki şiir kitapları asla ilgimi çekmiyordu. Çünki yazdığım dörtlüklere sitayişler yağdırıp ileride büyük ozan olacağımı söyleyen dostlarım ve hocalarım yoktu. Bugün bir ozan olamamışsam ve ömrüm şairleri kıskanmakla geçiyorsa eğer, bunun sorumluları onlardır.
Siz adına taşralılık kompleksi deyin, ben imkansızlık diyeyim; gençliğimi savurduğum şehirlerde kimsenin, en azından benim çevremdeki insanların kitapla alâkaları bulunmuyordu. Bu yüzden kitap biriktirmeye başlamam üniversite sıralarına rastlar. Bugün kütüphanemde ortaokul yıllarından kalma tek kitap vaktiyle cildini de kendi elcağızımla yaptığım Yaşam Büyük Türk Sözlüğü’dür. Şevket Rado’nun haftalık fasiküller hâlinde yayınladığı ve inşaatlarda amelelikle geçen bitkin günlerin terapi seansları benzer biçimde bilmediğim kelimelerini okumayı alışkanlık edinerek yazdığım şiirler için kafiye kelimeleri aradığım 74 yazında şiire de tevbe etmeğe zorunlu oldum. Aslına bakarsanız o sonbaharda üniversiteli olmuştum.
BİRDENBİRE BUL AŞKI
Osmanlı zamanı ve edebiyatıyla tanışmam, Erzurum ve İstanbul’da geçen üniversite yıllarıma rastlar. Tanpınar’ın 19. Çağ Türk Edebiyatı Zamanı’ne çarpılmıştım. Onun açmış olduğu kapıdan girerek artık İsmail Hami’ler, Uzunçarşılı’lar, Pakalın’lar, Öztuna’lar okuyordum. Türk Klasik Edebiyatı’nı sevmiştim ve bir dönem, onunla ayrı dünyaların insanı olduğuma yanarak geçti. Âşıktım, fakat onu tanımıyordum. Nihad Sami merhumun Resimli Türk Edebiyatı Zamanı benim Divanu Lugati’t-Türk’ümdü. Oradan berceste eserleri tanımaya ve okumaya başladım. Mesnevî, Gülistan, Kelile ve Dimne, Eflakî Menakıbı, Hafız Divanı vs. derken Kebikec benim de dünyamı kemirmeye başladı. Dante, Homeros, Shakeaspeare, Gothe bilgimin diğeri yüzünü oluşturdular. Artık rahmetli Harun Tolasa hocamın hazırladığı Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası ile tanışma vakti gelmişti. Arkasından Ferid Kam, Tahirü’l-Mevlevi, Köprülü, Gölpınarlı, Banarlı, Tarlan, İpekten, Alparslan, Çavuşoğlu, Karahan, Çelebioğlu vb. Hepsine Taala’dan rahmet dilerim.
Ve Stuart Mill’in ifadesiyle “Mukaddes su, bir baştan yüzlerce başa ayrıldı.” Şimdi size bir kütüphanede çalışıyor olmanın binbir yararını sıralamam abes olabilir; sadece benim için ne olduysa işte o vakit oldu, bilimsel okumanın lezzetini o vakit kavradım. Artık elyazmalarının âherli dünyasını, ebru ciltlerin mikleplerini, ortaçağ Türk sanatının dizilip gelen rik’alarını, siyakatlarını anlamaya başlamıştım. Güllerin ve bülbüllerin, ebrûların ve gamzelerin, gazellerin ve kasidelerin kırkıncı kapısından girme zamanıydı o. Önümde bir uygarlık duruyordu ve şimdi ne Troya kentini keşfeden Schliemann, ne Tut-enk-Amon nam Firavun’un mumyasını çözen Champollion; ne mikrobu keşfeden Pasteur, ne de arzın cazibesi kanununu keşfeden Galileo Galilei benim kadar mutlu olamazlardı. O uygarlık aynasında hüsn-i ta’lillerin fıstıkî feracelerine bürünmüş güzellerinin ve onların müraat-i nazîrlere bulaşmış ateşi çevresinde kelebekler benzer biçimde dönen derbeder şairlerin nefeslerini duyabiliyor; saraylar ve konaklarda, sokaklar ve dükkanlarda, tekkeler ve medreselerde, mesire ve sayfiyelerde hangi âhenkle yaşayıp, ne tür vezinlerde güldüklerini ya da ağladıklarını, sevindikleri ya da üzüldüklerini anlayabiliyordum.
Türk klasik şiiri meğer benim için bir tarz-ı yaşam imiş; beni o şekilde buldu. Hâlâ şiir yazamam, fakat şiirin özgü behçesindeki seyranın yolunu yordamanı iyi bilirim. Bunu, Fuzulî‘den, Bakî‘den, Nef’î‘den, Yahya‘dan, Nailî‘den, Galib‘den, Nedim‘den öğrendim. Galib Dede “Ansızın bul aşkı, bu tuhfe bulanındır.” diyordu ve ben, tam da onun söylediği bir armağan benzer biçimde ansızın aşkımı bulmuştum.
OTURAN BOĞA GAZEL YAZMAYA BAŞLAYINCA
Bu aşk beni iflah etmeyecekti, biliyordum. Artık kitaplarım, divanlar olmuştu ve çocukluğumda tüm acıma duygularımı sömüren kızılderili reisi oturan boğa şimdi müstesna gazeller yazmaya başlamıştı. Üniversite yıllarından sonrasında yanlış bir karar ile asker olmuş, gülle bülbülle söyleşi ederken ansızın üniformayla postalla uğraşmaya başlamıştım. On beş yıl sürecek bu dönem içinde okumayı ve yazmayı asla bırakmadım; hatta dönem dönem okuyup yazmayı bir teselliye bile dönüştürdüm. Anladım ki Divan şiiri için yazdıkça daha oldukça yazmak gerekiyordu; ve daha oldukça yazmak için de daha oldukça okumak… Tarih, uygarlık zamanı, toplumsal bilimler, felsefe, sosyoloji, sanat vs. Ne bulursam okuduğum yılların semeresini asla durmadan yazmam ihtiyaç duyulan yıllarda gördüm. Divan şiirinin püf noktalarını ve eski şairlerin hayatlarını keşfetmiştim. Bu bana hem bir görüş açısı, hem de yazma kolaylığı sağlıyor; derhal her mevzuda eskilerin ne söylediklerine dair birkaç beyit nakletme cesareti veriyordu. Benim için yazıda bir mevzu sıkıntısı da yoktu üstelik.
En sıkışık zamanlarda bir divanın gazeller bölümünden fala bakar benzer biçimde bir sayfa açıp ilk karşıma çıkan gazel hakkında yazı yazmanın keyifli bir serüven bulunduğunu söyleyebilirim size.
DİVAN ŞİİRİNİ SEVDİREN ADAM
Yalnız Divan edebiyatı yazmakla kalamadım. “Divan şiirini sevdiren adam” olmanın ötesinde misyonlar yüklenmişti omuzlarıma. Divan şiirini sevdirmekten dolayı normal olarak haz duyuyordum, fakat tüm çabamın divan şiiriyle sınırlıymış benzer biçimde anlaşılmasına da tahammül edemiyordum. Ve oldukça geçmeden periyodik gazete yazıları girdi devreye. Artık sanattan, kültürden, tarihten, uygarlık tarihinden de anlatmak gerekiyordu.Ve doğal aşktan… O en oldukça bildiğim, sevdiğim ve bıkmadan usanmadan yazabileceğim bir mevzudu ve ne zaman acil yetiştirmem ihtiyaç duyulan bir yazı istenirse benden, derhal ah mine’l-aşk deyip bilgisayarın düğmesine basmam kafi oluyordu.
Aşk, gazellerin mevzusuydu ve ben derhal tüm ömrümü gazeller içinde geçirdim. Velhasıl vakit, gazele bulandı bir kez ve satır satır elem kendini gösterdi!.. Aşk ve elem!.. Ve Divan şiiri…
Hâlâ çekilen derd ü meşakkat budur işte.
YouTube, kısa sürede Avrupa, Orta Doğu ve Cenup ABD'daki bir çok ülkede Premium abonelik fiyatlarına…
Microsoft, 1980'lerde piyasaya sürdüğü iki program Paint ve Notepad'e, aradan geçen 40 senenin arkasından suni…
"Woke" terimi, süre içinden ilk anlamından oldukca değişik bir halde evrim geçirdi. Geleneksel olarak baktığımızda…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
Tüm dünyada gözler ABD seçimlerine çevrildi ve kesinleşmemiş sonuçlara gore Cumhuriyetçilerin talibi Donald Trump seçimden…
Türkiye Suni Zeka İnisiyatifi’nin (TRAI) düzenlemiş olduğu Türkiye Suni Zeka Zirvesi bu yıl yedinci kez…