Kemalettin Kâmi Kamu (d. 15 Eylül 1901, Bayburt – ö. 6 Mart 1948, Ankara) “Gurbet” şairi olarak tanınan şair ve siyasetçi.
Kemalettin Kamu, 15 Eylül 1901’de Bayburt’ta doğdu. 6 Mart 1948’de Ankara’da yaşamını yitirdi. Kemalettin Kamu, İstanbul Darülmuallimini’nde (Erkek Öğretmen Okulu) son sınıf öğrencisi iken Kurtuluş Savaşı’na katılmak amacıyla Ankara’ya geldi. Matbuat ve İstibarat Müdüriyet-i Umumiyesi’nde (bugünkü adıyla Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü) çalıştı. 1923’te İstanbul’a döndü. Erkek Muallim mektebi’ni bitirdi. Anadolu Ajansı’nda çalıştı. 1933’te Paris’e gitti ve siyasal bilgiler okulundan mezun oldu. 1939 yılında 6. 7. dönem Rize daha sonra Erzurum’dan 8. dönem milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Türk Dil Kurumu Terim Kolu Başkanlığı yaptı. Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetelerinde yazılar yazdı. Atatürk ve İsmet İnönü’nün çeşitli gezilerine katıldı.
İlk şiirleri 1919’da Büyük Mecmua’da yayınlandı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Dergah dergisinde yazdığı şiirlerle ün kazandı. Varlık ve Oluş dergilerinde de şiirlerini yayımladı.
Hece ölçüsü kullandığı şiirleriyle Milli edebiyat akımına bağlı bir şair olarak bilinir.
Başlangıçta aruz ölçüsü ile yazan Kamu daha sonra hece ölçüsüyle ve sade bir dille; milli mücadele, vatan sevgisi, gurbet, aşk, yalnızlık gibi konuları işleyen şiirler yazdı.
Şiirleri ölümünden sonra Rifat Necdet Evrimer tarafından “Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri” (1949) adlı kitapta toplandı.
Kemalettin Kamu’nun Şiirlerinden Örnekler
GURBET
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.
Eriyorum gitgide;
Elveda her ümide.
Gurbet benliğimi de
Bitirmiş bir içimde.
Ne arzum, ne emelim…
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde.
BİNGÖL ÇOBANLARI
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün aynı pınardan doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok,yazma yok, bilmeyiz eski yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı.
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
“Suma”mın başka köye gelin gittiği akşam,
Gün biter, sürü yatar ve sararsan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.
İstiklâl Marşı (aday şiir)
Gözyaşına veda et ey güzel Anadolu
Hakkını korur elbet Türk’ün bükülmez kolu
Cenk ederiz genç koca bugün değil yarın da
Yadımız ağladıkça İzmir ezanlarında
Hakk yolunda kan olur dünyalara taşarız
Ya şerefle vurulur ya efendi yaşarız
Her gün yeni bir hile arkasından satıldık
Her gün yeni bir dille yurdumuzdan atıldık
Yeter ey Kâbe’mizi elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi yolumuzdan yalanlar
Hangi alçak el alır el zinciri boynuna
Kim Yunan’ı bırakır Türk kızının koynuna.
Biz ki Türk’üz muhakkak, her milletten uluyuz.
Yeryüzünde biz ancak yurdumuzun kuluyuz.
Yurt yolunda kan olur, dünyalara taşarız.
Ya şerefle vurulur, ya efendi yaşarız.
Kimsesizlik
Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi;
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi.
Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el,
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım;
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel!
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım.
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana ‘su yok’ desin de!
İrşad
Sevgilim güvenme güzelliğine,
Senin de saçların tarumar olur;
Aldanma talihin pembe rengine,
Hayatın uzun bir intizar olur.
Sevgilim her insan doğarken ağlar,
Çiceklerle açar, sularla çağlar,
Rehgüzarı olur, bahçeler, bağlar,
Nihayet isimsiz bir mezar olur.
Sevgilim baksana bir yanda gülen,
Bir yanda gözünün yaşını silen,
Kimi benim gibi erir derdinden,
Kimi senin gibi bahtiyar olur.
Sevgilim senin de geçer zamanın,
Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü anın,
Böyledir kanunu kahpe dünyanın,
Dört mevsim içinde bir bahar olur!
Gurbet Geceleri
Bekçisiyim, bu serin
Bu siyah gecelerin
Gurbetten daha derin
Bir yara yok içimde!
Korku bilmez ölümden
Her gün yeniden ölen
Bir bade gibi neden
Biteyim bir içimde!
Ne aşkım, ne emelim
Soluk bir karanfilim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde!
Gurbette Renkler
Doğuda kırmızı, batıda turunç,
Yanık bir yörüğü andıran bu tunç,
Şu renk aleminde ne yok ki bizden,
Mavi: Marmara’dan, mor: Akdeniz’den!
Yeşil bir köşedir bana Bursa’dan,
Kara: Erciyes’in yarları gibi,
Sarıda güzü var Uzunyayla’nın
Beyaz: Erzurum’un karları gibi
Güz
Kurudu artık otlar
Bitmiyor tazeleri
Birikinti sularda
Yaprak cenazeleri
Döndü yayladakiler
Erdi dağlara batı
Ovalar daha geniş
Kayalar daha katı
Başım avuçlarımda
Bir ağır külçe hüzün
Düşüyor gözlerime
Çiğ taneleri güzün
Dumlupınar Yolunda
Sakarya’da ebedilik sırrına eren
Kahramanlar arasından geçiyor tren.
Hatırasız harabeler önünde durup
Duyuyoruz ruhumuzda hazin bir gurup.
Sonra yine tiren sesi, yine yolculuk,
Her saniye karşımızda başka bir ufuk!
Ey bu yolda sıralanan gazi tepeler!
Siz de koşup gelirdiniz bilseydiniz eğer.
Bilseniz ki Dumlupınar önünde yarın
Ayini var hürriyete tapanların!
Atama Ağıt
I.
Sırma sarısını yay saçlarına,
Gözüne rengini koy denizlerin;
Düşün dudakların en incesini,
Yüzüne tuncunu ver benizlerin.
Onda yürüyüşün en yiğitçesi,
Onda bükülmezi vardı dizlerin
Gezerdi ülkede bir hızır gibi
Em olup derdine çaresizlerin.
II.
Durgun bir denizi andırır dışı
İçi hiç sönmeyen bir yanardağı.
Sesinde ıslığı eser kuvvetin,
Sözünde şahlanır Hakkın bayrağı
Gökle Güneş gibi buluştu onda
Sezinin sağlamı, duyunun sağı
Yıkarak kökünden osmanlılığı
O gömdü tarihe bir ortaçağı.
III.
Dağlar dümdüz olur işaretiyle,
Ürperir ovalar avazesine;
Devrilir hıncına çarpar ordular
Kaleler dayanmaz yelpazesine.
Fikrin, güzelliğin, aşkın, her şeyin
Bağlıydı daima en tazesine
Yaşadı başı dik, dünyaya karşı
Getirdi dünyayı cenazesine!
IV.
Onsuz kaldığın bilse tabiat
Bağlar üzüm vermez, bahçeler kurur;
Okşar saçlarını ezelin eli,
Yüzüne ebedin ışığı vurur.
Övünür insanlık eserleriyle,
Yurt onun sevgisi üstünde durur.
Adıdır kurduğu devlete temel,
Ünü kurtardığı millete gurur!
V.
Fâni varlığını kaybetti ama,
Simgesi yurdumun burçlarındadır
Engin ufuklara uzanmış kolu,
Hızı altıokun uçlarındadır!
Kadının, erkeğin hafızasında
Gencin, ihtiyarın duşlarındadır
Yayla yellerinde eser gölgesi,
Sesi bahçemizin kuşlarındadır.
VI.
Ben mi yazacaktım göçüm gününü
Dökerek ardından böyle gözyaşı?
Ben ki ona büyük gezilerinde
Oldumdu bir küçük yol arkadaşı
En son durağına varmadan ömrün
Kapadı yolunu bir mezar taşı…
Büyük kurucusu cumhuriyetin
Hürriyet aşıkı milletin başı!
İstiklâl Ordusu Şehitlerine
Düne kadar en akur ölümlere güldünüz,
Bugün bütün milletin gönlüne gömüldünüz,
Rahat, rahat uyuyun son âşiyanınızda!
Artık ne gözlerinizde köye dönmek emeli,
Ne yaranızı saran ince bir kadın eli,
Belki arkanızda yok bir ağlayanınız da!
Varsın dolu bulunsun bir emelle gönlünüz,
Siz tarihin övdüğü herkesten büyüksünüz,
Zemzem kudsiyeti var her damla kanınızda!
Fâni akislerini kaybeden sesleriniz,
En mağrur alınlara diyebilirler eğil,
Ebediyet en küçük payedir yanınızda!
Çünkü hürriyet için söndü nefesleriniz;
Yâdınıza yabancı bâdiyelerde değil,
Ana vatanınızda, ana vatanınızda!
İzmir Yollarında
Belki şimdi sana son
Sözlerimi yazmadan
Gözlerim kapanacak
Belki var daha beş on
Dakikalık bir zaman
Anne, için yanacak
Mektubum okunurken.
Lakin ölümün eli
Alnıma dokunurken
Beliren bir emeli
Çok görme bana sakın.
Ben tanrıya en yakın
Bir yola sapıyorum.
Milletimin uğrunda
Türbemi yapıyorum.
Düşündüm huzurunda
Edebi bir akşamın.
Düşündüm ki babamın
Dizi dibinde geçen
Yirmi iki seneden
Elimizde kalan ne?
Sorarım sana anne!
Madem ki gün gelecek,
Herkes aynı meleğin
Önünde eğilecek.
Niçin o güne değin
Çan sesleri duyayım?
Bugün de bir yarın da!
Bırakın uyuyayım
İzmir kapılarında.
Anne, elveda artık!
Şu iki üç asırlık
Gecenin gündüzünü
Görmeden gidiyorum.
Ne beis var diyorum
O günün seherinde
Senin ince yüzünü
Görüyor gibiyim ya!..
Ey genç gecelerinde
Beşiğimi bekleyen,
Ediyorum emanet
Seni Anadolu’ya.
Sütünden ekmeğinden,
Ne verdinse helal et.
Söyle Hacer’e o da
Hakkını helal etsin.
Gönülcüğü dilerse
Başka birine gitsin!
Ben ermeden murada
Ecel kırdı kolumu
Artık beyhude yere
Beklemesin yolumu.
O ne anne, o güzel,
Gözlerinden akan ne?
Geri dönmedim diye
Ağlıyor musun anne?
Kemalettin Kamu