Kerem ile Aslı, 17. yüzyıldan günümüze gelen bir halk hikâyesidir.
Halk Hikâyeleri
Halk Hikâyeleri, Anadolu’da 16. yüzyıl sonrasında hikâyeci âşıklar halkın sanat ve edebiyat ihtiyacını karşılıyordu. Köy köy geziyor, köy odalarında, düğünlerde, köy ve kasaba kahvehanelerinde sazları eşliğinde hikayeler anlatıyordu. Bunlar kimi zaman evvelinde hazırlanan hikayelerdi, kimi zaman o anda kurgulanan hikayelerdi. Kimi zaman de yaşanmış olan olaylardan hareketle anlatılanlar… Bu hikayelerden en beğenilenleri zaman içinde destanlaşıyordu.
Halk hikayeleri geleneği aslına bakarsak sevgi hikayeleri ve aşıkların yaşam öyküleriydi. İşte Kerem ile Aslı da bunlardan biridir. Kerem ile Aslı hikayesinin üç varyantı olduğu bilinmektedir. İlki Ankara Millî Kütüphane’de bulunan bir 19. yüzyıl cöngündeki Âşık Kerem Hikâyesi”, diğeri “Aslı-Kerem” başlıklı Türkmen varyantı, üçüncüsü ise Prof. Dr. Ali Duymaz tarafınca Van’da derlenen “Kerem’in Erzurum Macerası” adını taşıyan Türkiye varyantıdır. Bunun şeklinde Aşık Acayip, Ercişli ile Selvi Han, Sümmani ile Gülperi de bunlardan…
Anlatıcı aşık ilkin öyküsünü düzyazı biçiminde anlatır, öykü eder. Bu hem anlatıcı, hem de dinleyici için rahatlatıcı olur. Peşinden araya serpiştirilen türkülerle, aşığa, sazı sözüyle tanınan kabiliyetini gösterme fırsatı her aşık için ehemmiyet taşırdı.
Günümüzde bile Doğu Anadolu ve Cenup Anadolu’da benzer etkinlikler sürmekte, düğünlerde ya da ramazan ayında, uzun kış gecelerinde köy odalarında hikayeci aşıklar, eski geleneğe uygun, o hikayelere yeni ekleme ve çıkarmalarla öykü okumaktadırlar.
Halk şairleri, âşıklar bir taraftan şiir söylerlerken, bir taraftan da halk hikâyesi anlatırlardı. Bu anane, sözel olarak başlayıp ondan sonra yazıyla sürdürüldü.
Kerem ile Aslı hikayesinin yaratıcısı, Aşık Kerem ya da Kerem Dede adıyla anılan Azerbaycan yöresi halk şairidir. Aşk serüvenini mevzu edinen şiirleri halk içinde yayıldıktan sonrasında, adı bilinmeyen halk hikâyecileri tarafınca bu şiirler çerçevesinde tekrardan oluşturulduğu ileri sürülür.
KEREM İLE ASLI (Kitabın mevzusu, eleştirisi)
Bugüne dek basılan çeşitli Kerem ile Aslı kitaplarında anlatıldığına bakılırsa, İsfahan şahının (padişahının) oğlu Ahmet Mirza (Kerem), şahın hazinedarı Ermeni keşişin kızı Aslı’ya sevgi duymaya başlar. Ne var ki din ayrılığı yüzünden onunla evlenmesi olanaksızdır; bundan dolayı bunu kızın babası Keşiş istememektedir. Kızını da alarak ailesini kaçırır.
Kerem arkadaşı Sofu Kardeş ile beraber ilden ile kaçan keşişin ve Aslı’nın ardına düşer. Uzun yolculuklar yapar.. Tüm yolculuklar süresince Kerem arkadaşı Sofu’yla beraber Türkiye’nin Kars, Van, Erzurum, Erzincan, Ankara, Sivas, Kayseri, vb illerini gezer. Bugünkü sınırlan haricinde Hoy, Gence, Tiflis, Revan, vb bölgelere ulaşır. Anadolu’nun birçok yerinde, hanlarda, kahvelerde şiirler söyler; yollara, dağlara, akarsulara (Sultan Dağı, Süphan, Nemrut, Kızılırmak, Murat Suyu, vb), hayvanlara (turnalar, ceylanlar, vb), Aslı’ya benzettiği güzellere şiirler söyleyerek derdini anlatır, sevisini sorar.
Aslı’yı yakından görebilmek için kızın annesine tüm dişlerini çektirir. Birçok güç durumdan da halk âşığı olduğundan kurtulmayı başarır.
Hikâyeye muhteşem öğeler de karışır; iki sevgilinin doğumları bir dervişin verdiği büyülü elmayla olur. Zorda kalan Kerem’i Hızır kurtarmış olur. Dağlar, ırmaklar o şiir söyleyince geçit verir. Delikanlıyı sınamak için tabuta giren biri ona oyun edenlerle birlik olduğundan can verir. Kerem ceylanlarla, Gemibeli denen, Nuh’un gemisinin bulunmuş olduğu bir yerde bir kurukafayla konuşur…
Tüm bu yolculuklar esnasında Halep paşasıyla tanışır. Derdini anlatır. Onun sevgisini kazanır. Paşanın talimatıyla keşiş de ikna olur. Kerem Aslı’yla evlenir.
Sadece keşiş, bu evlenme işine gene pek razı değildir. Bunun için de bir cinlik düşünür. Düğün gecesi kızına giydirdiği gömleğe büyü yapar. Gömleğin düğmeleri ne yapılırsa yapılsın, açılmayacaktır. Nitekim de o şekilde olur. Kerem, gerdeğe girdikten sonrasında Aslı’nın gerdek gömleği bir türlü çıkarılamaz. Kerem düğmeleri açarken, bir taraftan düğmeler kapanır. Bir türlü işin içinden çıkamazlar. Bunun için de bir ah çekince ansızın ağzından çıkan alevle yanarak ölür.
Aslı ne olup bittiğinin şaşkınlığını yaşarken, sevgilisinin külleri içinde kalmış kıvılcımla o da saçlarından tutuşup can verir.
Hikâye bu şekilde…
Hikâyeyi Değerlendirme
Kimi incelemeciler, hikâyenin sonunu şöyleki değerlendirirler:
“Yaygın olan Kerem’in bu hâlet-i ruhiye içinde derinden bir “ah!” çekerek ve ağzından bir alev çıkarak yanıp kül olması, Aslı’nın ise bu küller içinde sevdiğini ararken kırk gün sonrasında saçlarından tutuşup yanmasıdır. Hikâye bu şekilde biter ve bu şekilde bittiği bilinir. Sadece {hiç de} o şekilde bitmeyen anlatılar da var:
Kerem bu büyülü düğmelerden kurtulmak için Tanrı’a yalvarmış, duası kabul edilerek sihir bozulmuştur, iki sevgili çektikleri bunca sıktının peşinden birbirlerine ulaşırlar.
Hikâyenin bir başka varyantına bakılırsa yanarak ölen Kerem’in kabri başlangıcında Aslı, kırk yıl bekler, Tanrı’a yalvararak sevdiğini diriltmesini niyaz eder. Duası kabul edilir ve Kerem dirilir, Aslı gençleşir ve iki sevgili muratlarına ererler…”
Hikâyenin manzum bölümleri canlı tabiat betimlemeleri ihtiva eder; sevgiyi, gurbeti içli bir üslupla yansıtır. Sevgilisine kavuşma yolunda çileler çeken ve onun uğrunda yanan Kerem, çağdaş edebiyatta bir sevgiye/ideale bağlanıp can verebilen kahramanın simgesi sayılır.
1854’ten başlayarak birçok basımı meydana getirilen hikâyeyi Sabri Koz’a bakılırsa ilk araştırma altına alan da M. Sadık’tır. Onun 1893 tarihinde (Maarif, S. 126,9 Kanunievvel 1309/21 Aralık 1893) piyasaya çıkan yazısının başlığı “Kerem Yandı mı Yanmadı mı?” biçimindedir. Fakat hikâyenin gözden geçirilmiş baskıları çeşitli dönemlerde yapılagelmektedir.
Cumhuriyet döneminde emek harcamalar daha yoğunlaşır. Kimi kaynaklar bu emek harcamaları şöyleki sırlar: Besim Atalay (1930), Pertev Naili Boratav, Fuat Köprülü, İlhan Başgöz, Muhan Bali, Saim Sakaoğlu, Fikret Türkmen, Ali Duymaz, Eflatun Cem Cenup (1959), Şevket Rado (1972) işleyip yayımladılar.
Şükrü Elçin metni araştırma mevzusu yapmış oldu (1949) Ermeni âşığı Civanî, eseri Ermeniceye uyarladı. Üzeyir Hacıbeyli Azerbaycan’da opera için besteledi. Ahmet Adnan Saygun da Sabahattin Batu’nun yazdığı metne dayanarak Kerem Operası’nı besteledi (1952).
KEREM İLE ASLI’DAN
“0l gün ola mı, ola mı?….”
Yar yolundan gelen saba,
Eyle kelamı kelamı;
Gider isen yar yarana,
Eyle selamı selamı.
Her dem ayrılık mı bizlere,
Ela gözler süze süze,
Yazılmıştır eğnimize,
Özlem kala mı kala mı?
Bugün dosttan haber aldım,
Fikredip kaygıya daldım,
Aşk ateşi cana saldım,
Yaktı gönlümü gönlümü.
Gülistansız bülbül ötmez,
Yaram çoktur melhem tutmaz,
Değme tabib ilaç etmez,
Gezdim alemi alemi.
Kerem’im şu yerden gitsem
Nasip olup yare yetsem,
Yar elinden bade içsem,
0l gün ola mı ola mı?
“Ben dönerim, gönül dönmez…”
Hey ağalar nicedeyim,
Ben dönerim gönül dönmez;
Bir yavruya düştü meylim,
Ben dönerim gönül dönmez.
Keklik şeklinde sekişliden,
Göğsü elvan nakışlıdan,
Bir harami bakışlıdan,
Ben dönerim gönül dönmez.
Bana kaş oynatır nadan,
Öptüm, kaşından bakış açısından
Aslı, bir keşiş kızından
Ben dönerim gönül dönmez.
Yoluna koymuşum canı,
Didemden akıttım kanı,
Kerem sevmiş oldu Aslı Hanı,
Ben dönerim gönül dönmez.
“Yanar ağlarım…”
Ala gözlerine kurban olduğum
Hep senin derdinden yanar ağlarım
Kime arz edeyim acayip halimi
Ellerin yanında görür ağlarım
Benden kaçar sevdiğim, gayrden kaçmaz
Dahi pek küçüktür, aşıkın bilmez
Yalvarsam Mevla’ya dileğim geçmez
Yüzümü bölgelere sürer ağlarım
Gene düşt’ayrılık vücut şehrine
Yürek mi dayanır dilber çevrine
Sürülünce insan mahşer yerine
Hakk’ın divanına durur ağlarım
Kerem der bu firkatla yanarsam
Tükenir ömrümüz bigün ölürsem
Bu hasretle kıyamete kalırsam
Kefenim boynuma sarıyor ağlarım