Metin Eloğlu (d. 11 Mart 1927 İstanbul, ö. 11 Ekim 1985 İstanbul) Ozan ve ressam.
Metin Eloğlu, ortaokuldan mezun olduktan sonrasında, 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi Fotoğraf Kısmı’ne girdi. 1946’da siyasal nedenlerden dolayı iki ay tutuklu kaldı. Vaka üstüne Akademi’deki kaydı silindi.
1947’de başladığı askerlik hizmetini, disiplinsizlik sebebiyle almış olduğu uzatma cezaları sebebiyle sadece 5 yılda tamamlayabildi.
Edebiyata öyküyle adım attı. 1942’de Servet-i Fünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsü gösterildi. 1943’te İzmir’de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan “Sabah Şarkısı” şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok emek verme ve sergiye imza attı.
1967’de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976’da meydana getirilen Yarımca Sanat Şenliği’nde birincilik ödüllerine layık görüldü. Eserlerinde adının haricinde Mehmet Metin, Mehmet Güvenli, Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ek olarak birçok eleştiri yazısı kaleme aldı. 1985’te İstanbul’da öldü.
Eloğlu’nun ilk kitabı, Orhan Veli‘nin ‘Şoförün Karısı’, ‘Dedikodu’ (bkz. Garip) ve ‘Tahattur’, ‘Altın Dişlim’, v.b. benzer biçimde, lumpen ortatabakanın dilini ve duyarlılığını yansıtan şiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor. Fakat gene bu kitabında Nazım Hikmet‘in ‘İnsan Manzaraları’nı bilen bir ozan de seziliyor.
Eloğlu ilk kitabıyla, lumpen çevrelerin, kenar mahalle insanının dilini, sözcüklerini, duyarlılığını, fazlaca başarı göstermiş bir konuşma dili, edası ve örneksiz bir ironiyle yansıtmayı başarıyor. Orhan Veli’de dilsel alanda kalan bir tutumu geniş bir alana çıkararak şiirimize yeni bir ufuk kazandırıyor.
Sultan Palamutta konuşma dilinin engin tatlarını, edalarını, tonlamalarını fazlaca başarıyla kullanan bir ozan kimliğiyle şiirini geliştiriyor. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor ve ironi’yle, yeni şiirimize getirmiş olduğu olanakların alanını daha da genişletiyor.
Horozdan Korkan Oğlan’da gittikçe artacak olan dil soyutlamacılığının, tasarı bir dil yaratma eğiliminin ilk emareleri var. Gene de bu kitabına bir denge ve sentezin ürünü diyebiliriz.
Türkiye’nin Adresinde İkinci Yeni‘ye (Ece Ayhan vb.) yakın bir dil deneyciliğinin ürünleri içeriyor. Behçet Necatigil‘in son şiirlerini çağrıştıran bir dilci tutum bu. Denebilir ki bir terimi irdeliyor, sözcük birimlerine indirgiyor, sonrasında en güç anlaşılır şekilde olabildiğince uzak çağrışımlarla geri kuruyor (bu tutumuyla Türkiye’nin Adresinde olduğu benzer biçimde, gene Ece Ayhan‘a yaklaşıyor).
Metin Eloğlu, ilk kitaplarıyla, kendi sürecini ve kendinden sonraki kuşakları büyük seviyede etkilemiş bir ozan.
Humor, ironi ve toplumsal eleştiriciliğiyle Can Yücel, Cemal Süreya v.b. şairleri, lumpen çevrelerin, orta tabakanın dilini şiirleştirmesiyle dolaysız konuşma tonu ve gene ironi ve toplumsal eleştiricilik özelliğiyle Ataol Behramoğlu‘nu etkilemiş olduğu söylenebilir.
Vedat Günyol onun şiirini şu şekilde değerlendirir:
“Metin Eloğlu, şairâneliği ellerinin tersiyle şiirden atıp, senli benli günlük konuşma dilini benimseyen Garipçileri de aşarak, ayıp terimine bir doğallık, bir bağışlanırlık, hatta hatta bir sevimlilik kazandırır. Ozan, kitaplarına koyduğu adlarla da sürdürür bu çabasını: Düdüklü Tencere’nin arkasından gelen Sultan Palamut (1957), Odun (1959), Horozdan Korkan Oğlan (1961), Ayşemayse (1968), şiiri ‘havalarda uçan nazenin bir balon’ sayan komik anlayışı yıkmaya çalışır. Adeta sille tokat verip veriştirerek. Türk şiirinin bu bıçkın, bu hırçın, bu külhan ağızlı uçan şairi, zaman içinde, hele Odun’dan sonrasında, yavaş yavaş yatışıp, toplumsal eleştiriden uzaklaşarak, gülmece ve yergiden gene de kopmadan, daha bir ölçülü, daha bir özenli dille kişisel yaşantılara, daha fazlaca kendi yaşantısına, aşklarına, tutkularına, özlemlerine döner, yer yer dilin kurallarını çiğneyip yeni sözcükler yaratarak. (Çalakalem, 1977)
Mehmet H. Doğan ise onun şiiri ve şairliğini şu şekilde değerlendirir:
“Metin Eloğlu ilk şiirinden son şiirine kadar, kendi içinde değişmesine rağmen hep kendi kalan nadir şairlerden biridir. İçinde yer almış olduğu şiir akımları -ne “Acayip” ne de İkinci Yeni- onun şiirine damgasını vuramamış, tersine o bu şiir akımlarını bir yanıyla beslemiş, zenginleştirmiştir. 1960’tan sonraki şiirlerinde bu kendine özgülük daha da belirginleşir. Bugün, görünce derhal tanıyıverdiğimiz bir Eloğlu şiiri var ise, bu, 40 senelik şiir işçiliğinin, sabırlı, an misali çalışmanın ürünüdür: hiçbir sözcüğü, hiçbir dizeyi, hiçbir imgeyi rastlantıya bırakmayan; ince dikenli tellerle örülü; kimi yerde alay, yergi, kimi yerde acıyla dolu bir şiirdir bu. Kendi kurallarını kendi koyar, kendi dilini kendi yaratır. Anlaşılmak için büyük çaba göstermez, fakat bir yerde “anlamla oynamayın” demeyi de unutmaz. Kendince açık, girdisi çıktısı olmayan bir şiir.
İlk üç kitabını kapsayan birinci dönemde Eloğlu “işlek bir İstanbul Türkçesi kullanır, tüm İstanbulluların basa basa kullandıkları sözcüklerin en usta istifini yapar, ikinci devrin Eloğlu’su ise dilin kaldırabileceğinden fazlaca dile yaslanmıştır (Doğan Hızlan, Papirüs, Kasım 1966). Eloğlu bu zamanda sık sık iki anlamlı bileşik sözcüklere, gündelik dile en alışılmadık, en gizli saklı, minimum işlenmiş fakat işlenebilir, ilk bakışta garipsenen, fakat yinelendikçe insana daha bir yakın gelen kullanımlara başvurur. Bu şiirin özünü, insanoğluna yakıştıramadığı hamlıkların, yozlukların kıyasıya eleştirisi; her gün bin türlüsü içinde yaşadığımız çelişik durumlar, şaşırtmacalar, acılar, pişmanlıklar, kafa tutmalar, öfkeler, sitemler; ölüm korkusu, yaşamın ve tabiatın doyulmazlığı; arkadaşlıklar, dostluklar, sevdalar ve ilk bakışta Eloğlu şiirinden beklenilemeyecek benzer biçimde gelen ümit ve İnsana itimat oluşturur.”
Ödülleri:
AYŞEMAYŞE
Tüyü eksikleri olan yetimliğimde miydin neydin, oysa babam gene sağ
Fakat adın Ayşe’ydi, ya da ayşemayşeydi ki
Seni sırtımda bir küfe ana-kız benzer biçimde sevdim
Değdim de denebilir – bakışıyorduk ya – xxxx
Kış aksırığı hohlanmış ellerine
Sonrasında senler bir başıboşluğa tüydü gitti
Çalpara eteklerin çapraz ellerimde
Sen de o şekilde mi yap dedim kendi kendime
Coş savrul koşukoşuver esri
– Ne haddime? –
Ne haddime mi
Oh, her çimdik morartısına indiğimde
Bir dişi çukur – çıkmak kim bilir –
Basamaklar noksandı hep
Tabanlarımla merdiven içiçe
Yepyeni bir göz takınıyordum sav
Senin senden önceni görmeyesiye
Adın Ayşe miydi, ayşemayşe miydi ne
Kıraça daldım fazlaca, kireç kerpiçe som buğday ekercesine
Yufkayı un-ufak edercesine, ne ki en acıkımlık
Gölgesinde bir leş yatırın çınarına ilk balta bu sevi
İçi vıyıl vıyıl kurt, o da bir çeşni
Fakat kıç cebinde hep o yassı şişe
İlle seni övdüm seni bildim seni sevdim yaşadım
Doğrusu bir gidişat ki pırnakıl bencesine
Her insana duyur emi
Ötesi tüm ayşemayşe
Ha, bir de dulun penceresine tırmanmıştım yaz serinliğinde
İbrişim dokurcasına keten kenevir yerine
Ah ödünç Ayşe, ah yaşamın eğirdiği kıvrak yün
Kâh kendini didiklercesine edindiğim büklüm filoş
Dur, tâ gitme
Bülûğ gövdede bir yanı gevşek örgüm
Varını nakışlarcasına mıydı beni sevmen
Alı al molu mor kilimler saçağında
Bir azman çiçek benzer biçimde bükülmezliğimde, hoş
Dipdiri sırmayı tiftikleyip de püskül kılmacasına
Sımsıcak, yorgan-döşek, bitirim
Maraş’ları Muş’ları hep geze geze
İstanbul’dan asla mi asla çıkmadım
Nice senler saysam yol süresince sevdiğim
Tepeden tırnağa ayşemayşe
Sana bağdaş kuruşlarım mı? tuzuyaş’ın biriydim
Hep o ben yaşımda
İster şuydun de, ister buydun; doğrusu Metin
Eh, bana bir türkü şimdi, ilki Karacaoğlan’dan
Hasan yanım hâlâ çocuk tâ Alamanya’larda
Özetleyeyim mi?
Bu bir sevi tınazı
Ve de ben kırık-dökük bir yaba
VARKEN
Hemen hemen yaşarken bu efendi ümit;
Karanlık günlerin aydınlığa döneceği.
Sakın tavsama sakın yüksünme;
İnsanın yarası sağken iyileşir
sağken omuz silkersin bunca engele
ergene, ereğine sağken ulaşırsın.
Toprağın bitiminde bir su var, o seni iletecek;
yaz tükendi miydi sonbahar sofraları
dağların ardı ova
bulanığın sonu duru
Küfün altı meneviş.
Etin, nohutun, zerdalinin tadı;
Erişkinlik, barışıklık;
Özlemler kavuşmalar;
Ayışıgı, ishak kuşu, aynalıçarşı
Sen yaşarken!
İbibikler sen yaşarken tüner eriğin dalına
Mavilik sen yaşarken o tavanda gezinir
Sen yaşarken pembeleşir ortancalar.
İşte aşkın, hürlüğün, tutsaklığın;
Koca beyazlık, günbaşı serinligi;
Sen hemen hemen yaşarken, ölmeden ilkin!
Son nefesinde; keşke şu şekilde yapsaydım! deme
Aklını başına toplamak elindeydi
Yüreğini pekiştirmek aslına bakarsan elinde.
Söyle
Diriye, gümraha, düzenliye özenip
Fena, viran, bozuğa gücenmez miydin?
Güzelle çirkini, yalanla gerçeği tartacak terazi
Yaşarken elindeydi…
İnsan yaşarken varır bir ölmezliğe.
UYAN
Hadi uyan
Aydınlık çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu
Bu türküyü dinleyemeyecek misin
Haydi uyan
Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın
İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine
Yoksul olsan da uyan
Acayip olsan da uyan
Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için
Madem ki iyisin iyiyi yaşatmak için
Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için
Hadi uyan
Denizi dinle, yaşamak desin
Toprağı dinle, barışmak desin
Göğü dinle, sevişmek desin
Bir plâk konmuş benzer biçimde gramofona
İşte aşk, işte hasret, işte savaşmak gücü
Uyan diyor uyansana
Hadi uyan
Sevdiğim uyan
Ne olur uyan!
ABD'de yetkililer, 30 yıl sonrasında ilk kez “sıhhatli gıdanın” ne işe yaradığını tekrardan tanımladı ve…
Lazarus'un Genel Özeti Lazarus, ünlü yazar Lars Kepler'in kaleme aldığı sürükleyici bir thriller romanıdır. Kitap,…
AZERİCE SÖZLERİ Elə bil ki sənə yad olub ayrılıq dərdi Axı dərdə düşən yenə qovuşmağ…
Ne ilk ne sonuncusun Düşüp de bu tuzağa kaybeden Kendini terk eder insan Aslen aşktan…
AZERİCE SÖZLERİ Biz hər şeyi bilə bilə ayrılmışıq Dərd çəkmişik ölə ölə ayrılmışıq Ürəyi mənim…
Suni zekâ günlük yaşamımıza girdiğinden bu yana mevzu genel olarak birkaç bağlamda tartışılıyor. İşimizi elimizden…