Mutluluğun Mimarisi Özeti ve Konusu

Mutluluğun Mimarisi – Alain De Botton

Tür:Felsefe
Yazar:Alain De Botton
Yayınlanma Zamanı:2001
Yayınevi:Sel Yayıncılık
Mevzusu

Kitapta insan psikolojisi üstündeki etkilerini felsefi ve sanat içerikli bir bakış açısıyla ele alınır. Yazar, fizyolojik çevremizin ruh halimizi ve mutluluğumuzu iyi mi şekillendirdiğini inceleyerek tasarım, güzel duyu ve duygular arasındaki ilişkiyi derinlemesine araştırır. Kitap, mimarlık tarihinden birçok örnek sunarak, mekânların içimizde iyi mi izler bıraktığını ve yaşamımızı iyi mi yönlendirdiğini ortaya koyar. Mimarinin felsefe, psikoloji şeklinde alanlarla iyi mi sıkı bağlantılar içinde bulunduğunu ve bunun benliğimze tesiri anlatılmaktadır.

Mutluluğun Mimarisi Özeti

De Botton, mimarinin yalnızca binaların görünümüyle değil, insan yaşamının anlamı ve duygusal deneyimiyle de yakından ilişkili bulunduğunu savunur. İnsanlar, yaşam alanlarını güzel duyu olarak güzel bulduklarında yalnızca fizyolojik olarak değil, duygusal olarak da iyileşir. Kitap süresince, iyi tasarımın ruhsal denge ve kişisel kimlik üstündeki tesiri vurgulanır. Sadece mimariye aşırı duyarlı olmak da ara sıra orun yaratabilir. “Eğer bir oda ruh halimizi değiştirebiliyorsa, mutluluğumuz duvarların rengine ya da kapının şekline bağlıysa o süre içinde yaşamaya zorunlu olduğumuz pek fazlaca yer iyi mi etkileyecek bizi?” sözüyle yazar mevzuyla ilgili endişesini dile getirir.

Kitap, insanlığın güzelliği arayışının kökenlerini inceleyerek adım atar. Güzellik, bireysel ve kültürel algılara dayalı olarak değişik şekillerde tanımlansa da insanların doğaya özgü seviye ve orantıya duyduğu organik eğilimden oluşur. Freud’a gore yok olmaya mahkûm olsa bile güzel bir şeyi sevebilme yetisi sıhhatli bir ruhun göstergesiydi. “Ruhumuzda asla silinmeyecek bir yara izi taşıyorsak, mesela yanlış insanla evlenmişsek, orta yaşa gelip de yanlış meslek seçtiğimizi fark etmişsek ya da fazlaca sevdiğimiz birini kaybetmişsek, sadece o süre mimarinin bizi fark edilir bir halde etkilemesi mümkündür. Güzel bir nesne karşısında boğazımız düğümlenir bu sebeple o güzel nesne bizlere mutluluğun elde edilmesi ne denli zor, istisnai bir şey bulunduğunu hatırlatır.” Yazar ek olarak bu mevzu ile ilgili binaların güzelliğinden etkilenebilmemiz için her şeyden ilkin bir miktar acı çekmiş olmamız icap ettiğini söyler.

De Botton, güzel duyu teorilerinin tarihini ve mimaride güzellik teriminin iyi mi değiştiğini açıklar. Klasik Yunan mimarisindeki bakışım, orantı ve denge, evrensel bir güzellik anlayışı olarak örnek verilir. “Klasik üslup Yunanlar tarafınca yaratıldı, Romalılar tarafınca kopyalanıp geliştirildi ve bin senelik aradan sonrasında Rönesans İtalya’sındaki eğitimli derslik tarafınca tekrardan ortaya çıkarıldı.” Yazar, Rönesans sanatında sıkça kullanılan “altın oran” şeklinde matematiksel güzel duyu ilkelerinin, insanların organik olarak rahat hissettiren mekânlar yaratma çabası bulunduğunu savunur.

Arkasından aniden Gotik üslup modası Klasik üslubu temelden sarsacak bir devrime dönüşür ve öylesine gelişir ki Gotik üslubun en soylun, en güzel hem yaşam alanları hem de meclis, eğitim vs. binaları için en uygun üslup olduğu iddia edilmeye başlanır.

Mimaride güzellik terimi tartışmalarına bir dönemliğine son veren yeni dönem mühendisler olur. 18. yüzyılın sonlarında mühendislik tanınıp iyice kabul görmeye başlanır ve mühendisler Sanayi Devrimi’nin yeni binalarının inşasına başlarlar. Burada en dikkat çekici nokta ise araç-gereç teknolojilerine iyi bir halde başat olan bu insanların binaları hangi üslupla inşa etmesi icap ettiğini asla akıllarından dahi geçirmemesidir ve buna karşın devrin en etkisi altına alan binalarını yapmayı başarırlar. Yazar buradan hareketle, güzelliğin işlevsellikle çelişen bir unsur olmadığını, aksine yaşamı daha anlamlı kılan temel bir gereksinim bulunduğunu belirtir. Ona gore güzellik, bir tek güzel duyu bir edinim değil, bununla birlikte insana yaşamın daha iyi olabileceğini fısıldayan bir umuttur. Sadece burada Le Corbusier şeklinde mimariyle ilgili sert görüşlere haiz olan fonksiyonelliğin yanında estetiğin gözetilmesine gerek olmadığını düşünen mimarlar da vardır. Corbusier, geleceğin evlerinin süs ve şatafattan uzak, temiz, disiplin çağrıştıran ve düşük maliyetli olması icap ettiğini savunur. Hatta daha da ileri gidecek olursak ona gore en güzel ve en verimli mimari 40.000 kilovatlık bir elektrik türbini ile düşük basınçlı bir soğutma fanıdır. Kendisine bir söyleşide en fazlaca hangi sandalyeyi sevilmiş olduğu sorulduğunda da “kokpit koltuğu ”yanıtını verir. Uçağın işlevi uçmaktır. Evin işlevlerini de şu şekilde sıralar: 1- Sıcağa, soğuğa ve çevre insanlara karşı koruma sağlamak. 2-Bolca oranda güneş ve ışık almak. 3-İçinde yaşayanlara kişisel gereksinimlerini karşılayabilecekleri odalar sunmak. Yazar bu konudaki düşüncesini “Evet, ‘işlevsel ev’ denince ilk akla gelen, içinde yaşayanların fizyolojik gereksinimlerini en iyi halde karşılayan bir evdir fakat bizi yalnızca soğuktan, yağmurdan koruyor diye de bir yapıya hayranlık duyamayız.” sözleriyle ifade eder.

De Botton, binaların kimlik yansıtmadaki rolünü derinlemesine inceler. İnsanların mekânları yalnızca barınma ihtiyacını karşılamak için değil, bununla birlikte kimliklerini dış dünyaya sunmak için kullandığını savunur. John Ruskin bir bina da iki şey aramamız icap ettiğini söyler: 1- Binalar bizi dış etkenlere karşı korumakla kalmamalı, bununla birlikte bizimle konuşmalıydı. 2- Evlerimiz biz neyi mühim buluyorsak bizlere onu anlatmalı, neyi anımsamak istiyorsak bizlere onu hatırlatmalıydı. Mimari, bireysel ve toplumsal değerleri ifade etmenin en kuvvetli yollarından biridir. Binalar konuşur, demokrasiyi, aristokrasiyi anlatabilir, belirli bir ruh durumunu ve geçmişe duyulan özlemi izah edebilir. Mesela, minimalist bir ev, sahibinin sadelik ve seviye arzusunu eklerken, heybetli bir malikanenin lüks ve statü arayışını simgelediği vurgulanır. Tarihsel olarak, kraliyet sarayları, katedraller ve anıtsal yapılar, güç ve görkem göstergesi olarak tasarlanmıştır. Bir başka örnek olarak, Versailles Sarayı, görkem ve iktidarın mimarideki en belirgin sembollerinden biri olarak gösterilir. Çağdaş dönemde ise Frank Gehry’nin tasarımları, sanat ve bireysel yaratıcılığın kuvvetli ifadeleridir. “Binalar bizlere bir şey anlatırken kimi zaman alıntı da yaparlar. Şu demek oluyor ki kendilerini ya da kendilerine benzeyen başka binaları gördüğümüz bağlamlara gönderme yapar, bu bağlamlarla ilgili anılarımızı tazelerler. Son uç olarak bizlere bu periyodu hatırlatan bir andaç haline gelir.

İlk dinbilimcilere gore Tanrı’yı daha iyi kavramanın yolu güzellikten geçiyordu. Bundan dolayı dünyadaki tüm güzelliklerin yaratıcısı O’ydu. Gün batımları, ormanlar, denizler… Yazar bunu şu sözle ifade eder: “Bu sebeple güzel binalar içinde yaşarsak, bu binaların aslolan yaratıcısı olan Tanrı’nın zarafetinden, inceliğinden, zekasından, bilgeliğinden ve ahenginden ikimiz de payımızı alabilirdik. Mimaride güzelliğin önemine inananlar ister dindar ister olsun ister olmasınlar, aynı olguya dikkat çekiyorlar. İnsan çirkin bir binanın içinde, güzel bir binanın içinde olmasıyla birlikte gelişim gösteremez.”

De Botton, seviye ve kaos arasındaki dengeyi yakalamanın, başarı göstermiş bir tasarım için tehlikeli sonuç bulunduğunu belirtir. Mimaride denge, insanoğlunun içsel dünyasıyla uyum kurmasına destek sağlar. “Seviye ile karmaşıklığın birlikteliğinden güzelliğe yakından bakınca bir başka mimari erdem daha dikkatimizi çeker: Denge. Eski ile yeni, organik ile insan yapısı, lüks ile mütevazı, erkeksilik ile kadınsılık şeklinde karşıtlıkları ustalıkla bir araya getirebilen mimarların yapıtları genel anlamda güzel yapıtlardır. Japon Zen bahçeleri, organik dengeyi simgeleyen mükemmel örnekler olarak verilir. İyi tasarlanmış mekânlar, insanoğlunun içsel seviye arayışını karşılayarak daha rahat bir yaşam sağlar. Doğayla uyumlu tasarımların insan ruhuna iyi geldiği fikri, kitabın temel taşlarından biridir. İnsanlar, doğayı iç mekâna dahil eden tasarımlar yardımıyla refah bulur. Ek olarak bir binanın mahalli özellikler taşıyor olması da insanı mutlu eden şeylerden biridir.

Özeti yazarın bu cümlesiyle sonlandırabiliriz, “Netice olarak şunu söyleyebiliriz. Mimaride hiçbir şey kendi başına çirkin olması imkansız, yalnızca yanlış yere konmuş ya da büyüklüğü ayarlanamamış olabilir. Güzellik binanın değişik bölümleri arasındaki uyumdan doğar.”

Mutluluğun Mimarisi – Kitap Açıklaması

Mutluluğun Mimarisi, Şimal Avrupa mimarisinden Japon ve İslam mimarisine kadar dünyanın değişik yerlerinde ortaya çıkmış ve kabul görmüş mimari üslupları daha yakından tanımanızı, mimari ile felsefe, psikoloji, siyaset şeklinde alanlar içinde daha ilkin asla aklınıza gelmeyen bağlantılar kurmanızı sağlayacak. Bu kitabı okuduktan sonrasında evinizle, sokağınızla, en önemlisi de kendinizle ilgili düşünceleriniz tamamen değişecek.

“Alain de Botton her kitabında olduğu şeklinde bu kitabında da bizi iyi mi yaşadığımız, hayatımızda neleri değiştirebileceğimiz üstüne düşünmeye yöneltiyor.”

-The Times-

“Mimari üstüne yazılmış başka kitaplar kadar ciddi fakat onlardan fazlaca değişik, fazlaca daha keyifli, düşündürücü.”

-GQ-

(Tanıtım Bülteninden)

(Toplam: 1, Bugün: 1 )

Site Footer