Nihat Genç (D: 1956 Trabzon) Gazeteci, yazar.
Nihat Genç, 1956 senesinde Trabzon’da dünyaya geldi. Yirmi yaşlarında Ankara’ya yerleşti. İlkokulu, Meryem Mehmet Kayhan İlkokulu’nda, ortaokul ve liseyi Trabzon Tecim Lisesi’nde okuduktan sonrasında 1973-1974 döneminde mezun oldu. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi ve Ankara’da Bankacılık okuluna kayıt yaptırmış sadece siyasal vakalar sebebiyle bu okullardan ayrılmıştır. Sıhhat İdaresi Yüksek Okulu 1983 yılı mezunudur. Okul bitimi Ankara Rehabilitasyon Merkezi’nde arkasından TC. Kültür Bakanlığı’nda toplam dokuz yıl memuriyet yapmıştır.
Gençlik yıllarında gazete ve dergilerde teknik eleman olarak çalıştı. Çeşitli dergilerde ve gazetelerde yazdı. Yazıları, uzun süre Leman dergisinde gösterildi. Çeşitli tv kanallarında programlar yapmış oldu.
TV Programları:
Yazıları (Basılı Yayınlar):
HAKKINDA YAZILANLAR
NİHAT GENÇ: ‘Her ideolojinin bir Sevr’i oluştu’
Söyleşen EROL ELMAS/ Yarın Dergisi
NİHAT GENÇ, 1956 Trabzon doğumlu… Ofli Hoca, Şeriatta Ayıp Yoktur(Öykü), Bu Dönemin Soylusu, Dün Korkusu, Dar Alanda Tufan, Soğuk Sabun(Roman), Gülünç Hikayeler, One Man Show, Köpekleşmenin Zamanı, Çağdaş Dönemin Canileri(Tecrübe etme), adlı kitapları ve Leman Dergisi’ndeki yazılarıyla tek başına bir ekol, bir ordu…Yüreği ve kalemi haricinde hiçbir şeyi yok. Sert ve asil bir kavga veriyor. Slm diyoruz Nihat Genç’e, bir tek merhaba..
YARIN-En sonda sorulacak suali, en baştan soralım. Dergimizi iyi mi buldunuz?
NİHAT GENÇ- Genel görünümünü Nazi mimarisine benzettim. Eğlencesi tamamlanmamış. Her çıkış, her iddiayı uzun süre takipçisiyim. Kimdir bunlar, ne yapmak istiyorlar. İşte birazcık umutlandım. Görevlerimden biri bu, kim ne yapıyor. İnanılmaz, kalleşçe bir medya işgaline karşı bu dergilere normalden daha çok güveniyor, vaha olarak görüyorum. Ümit olarak görüyorum. YARIN- En kısa şekliyle Nihat GENÇ kimdir?
NİHAT GENÇ- Yazdım, çizdim, Nihat diye göründüm. Hala eski bir daktiloyla yazıyorum. Duygusal. Nostaljik olduğundan değil. Bir bilgisayar parasını daha denk getiremediğimden. Her ay kırk-elli sayfa kitap yazısı. Gazete yazısı değil, kitap yazısı. Hatta edebiyat yazısı. Yazınsal metin, trajik bir yapı. Çatışma. Öykü örgüsü.
YARIN- Yedi gün benzer biçimde kısa sürede haftalarca sekmeden peş peşe hikayeler yazıyorsunuz?
NİHAT GENÇ- Ben çocukken sahilde yunuslar kovalar, hamsiler karaya vururdu. Zibil benzer biçimde hamsi. Zibil benzer biçimde denirdi. Eline sepet, çamaşır leğeni alan sahile koşar, doldururdu. Sert siyâsi rüzgarlar esiyor; her taraf öykü kaynıyor, yunuslar hâla kovalıyor. Hangi birine uzansam elim gözüm acıyor. Sadece, teknik tarafı daha mühim. Gençken Kemal Tahir’in karısı Fatma İrfan’a mektuplarını okumuştum. İlk eseri Göl İnsanları’nı 27 kez temize çektim, diyor. Korktum. Herhalde ben yazar olamam, dedim. İlk kitaplarımda o şekilde bölgeler var ki, otuz kırk kez temize çekildi. Vaktim olsa temize çeke çeke en âlasını yaparım. Vaktim yok; öykü bitmiyor, bobinler dönüyor. Ekmek parası, göndermek zorundayım. Nereye kadar gidecek. Bildiğim oldukca yorgunum.
YARIN- Bu kadar kitabınız çıktı, peş peşe baskılar yapmış oldu. Hâlâ param yok mu diyorsunuz, karnınız doymuyor mu?
NİHAT GENÇ- Karnımı doyuruyorum, kiramı veriyorum. Tanrı’a şükür edebiyatla karnını doyuran birkaç kişiden biriyim. Fakat param asla yok. İletişim’den dokuz, Leman’dan bir kitap. Hepsi beş baskıyı devirdi. Yedi -sekiz baskıya gelenler… Telif paralarını dört eşit takside bölüp, yüz elli-iki yüz milyon benzer biçimde parçalar halinde alıyorum. Daha bir milyar benzer biçimde bir parayla tüm tüm tanışmadım. Medyada asla ismim geçmediği halde dört kitabım korsanda. Korsanlar yaşam hikayemi bilse bana acır, satmazlar. Onların da derdi ekmek parası. Bana yazık oluyor. Ben ideolojik destek almadım, medya desteği almadım. Bunu edebiyatın, kelimelerin onuru ve soyluluğu için yapmak zorundaydım. Kelimelerden başka hiç kimseye güvenmedim ve sonunda tek başına bir yazar olarak kaldım. Bu oldukca mutluluk verici bir şey. Devletten tek istediğim kitaplarımı sebilleştirmesin. Ben öldükten sonrasında, değil Türkiye’de, dünyada aslına bakarsanız sebilleşecek, fakat şimdilik ölü değilim. Kahvaltıya, kiraya para lâzım.
YARIN- Bu kadar okunmayı iyi mi başardınız? Hakkaten; edebiyat dergileri uzun seneler engelleme koydu. Medya adınızdan asla söz etmedi fakat üniversitelerde, Anadolu’da oldukca okunuyorsunuz.
NİHAT GENÇ- Türkiye son yirmi yılda lâik -şeriat ve Kürt sorununa kilitlendi. Gına geldi. Aynı yılışık adlar ekranda. Aynı üslupsuz, seviyesizler aynı şeyleri yazıyor. Bir dallama cenneti medya. Ben bir kenara çekilip, bulaşmadım. Otu, böceği, kavak ağacını, ormanları, ırmakları yazmaya başladım. Bu tartışmalar başlarken yeni dünyaya gelen çocuklar artık üniversiteye gelmişti ve hepimiz ülkesini merak ediyordu. Yaşadıkları toprağı öğrenmek. Bu toprağın maddi, tinsel kaynaklarını süsleyerek; coşarak, koşarak anlattım. Tarihçi değilim fakat maganizel tarihçilik yapabilirdim, yaptım. Zamanı sevdirmeye çalıştım. Ziraatçı, botanikçi değilim fakat; akasya, çınar, selvi ağaçları tepemizdeydi, merak edip anlattım. Minik minik de olsa taşla, böcekle, ağaçla kültürümüz ve ruhumuz içinde ilişkiler kurmaya çalıştım. İlmihal tartışmaları ya da kuramsal tartışmalar oldukca şeyi kotarır, kavramlaştırır. Oldukça ihtiyacımız vardır fakat anlamlandırmak için kuvvetli ve sert, coşkun bir edebiyat eğer olmazsa olmazdır. Ben edebiyatı ve kelimelerin enerjisini gösterdim. Kelimelerin büyüsü nerelere kadar uzanıyor. Uzandıkları yere kadar gittim. Okuyucuyu da peşimden sürükledim.
YARIN- Nerelere kadar uzanıyor?
NİHAT GENÇ- Mahkemelere, ağır cezalara da ulaşıyor. Sadece Yunus benzer biçimde bölgelere de. Whitman benzer biçimde, Vergilius benzer biçimde, kırlara, bayırlara. Dosto benzer biçimde çatışma halinde kaynaşan, çağlaşan insan ruhlarına. Şunu söylemek isterim; değişen ülke, sokak değil. Teknik değişimler kolaydır. İşte Japonlar fabrikalarını gelir açar. Yüz kanal izlersin. İnsan ruhundaki, değerlerindeki sarsıntıların maliyeti ise; hem yüzlerce yıl sürer, hem de yazarın görevi ilkin budur. Sert değişimler karşısında bir tarih, bir kültür tamamen kökünden değişiyor. Milyon çağlardır alet hayata geçirmeye, düşünmeye çalışan insanoğlunun en temel güdüleri değişmekte. İnsanoğlunun en sert mutasyonu son iki yüzyıldadır. Son iki yüzyıl. sanki başka bir tür insan indi gezegenimize. Hayal kurması, emek vermesi, korkuları, kent âdetleri her şey kökünden değişiyor. Artık bambaşka bir gelenekten, bambaşka bir tarihten söz etmeye başladık. Akşam değişti, ikindi değişti. Tanrı tasavvuru değişti. Gece değişti.
YARIN- Bu büyük değişiklik nereye kadar sürecek?
NİHAT GENÇ- İşte anti depresyon hapları, prozaclar. İnsanı her an dinlenmiş, rahat ve güler yüzlü icra eden haplar veriyor. Doğrusu; beynin ahlâkla, siyâsetle, vicdan azabıyla, doğru söylemek, doğru yaşamakla derdi ortadan kalkıyor. Diyelim Cavit Çağlar benzer biçimde yüzlerce insan. Asla sıkılmıyor şundan dolayı hap kullanıyor, mutlu oluyorlar. Tarih boyu hırsızların, yalancıların nedamet getireceği, kan tutacağını bekledik, durduk. Artık haplar kurtardı onları. Başka tür insanla karşı karşıyayız. Kimse yaşamdan özür dilemek, insanlardan görevli olmak, kimse tabiattan hatta kendinden görevli olmak istemiyor. Her şey beyin dünyasının hapla düzenlenmesi şeklinde gelişiyor. Artık kendi yok, Tanrı yok, ahlâk yok Tanrı’ya ihtiyacı yok. Tanrı’nın cennet-cehennemine, ateist olduğundan değil; Tanrı’yla asla yüzleşecek durumu olmadığı için inanmıyor. Ya da inanıyor fakat o şekilde haplaşmış beyinle; yeni bir dünya başlıyor, yeni bir tarih.
YARIN- Daha yakın, daha gerçek sorunlara inelim. Kendinizi siyâsi olarak; sağda mı, solda mı görüyorsunuz? Ya da hâla bu kavramların bir önemi kaldı mı?
NİHAT GENÇ- Büyük değişiklik her şeyi sil baştan yapıyor. Ya da yok ediyor. Karşısına geçip “dur bir saniye” diyorsunuz. “Kardeşim, beni bir dinler misiniz?” diyorsunuz. Sürüklenen, almış başını giden, sele tutulmuş hayatlara panikle sadece bu kadarını yapabiliyoruz. “Bir saniye, dur be kardeşim, bir dinle.” İşte bu bir saniyeyi, eleştirel kullanmak istiyorsun. Bu aslına bakarsak hayata hazırlanmış bir talep değil. Bu bir tek kendi şaşkınlığınızı aşma çabası. Şaşırdığım için can havliyle, “dur yahu, bir saniye”. Ve olup bitene eleştirel, dünden bugünden geldik. Nereye gidiyoruz?…dan sorular yöneltiyorum. Eleştirel sorular. Doğal eleştirel olmak solcu olmak anlamına gelmez. Fakat solcu olmanın spekülatif rahatlığı vardır. Ona buna söz yetiştirmekte daha özgür kılar seni. Hızla alt-üst olan bir toplumda bir tarafa geçmek aslına bakarsanız şaşkınlığın ifadesidir. Her şeye acil karar veriyorsun. Bilinçle, düşünceden geçmiş kararlar değil. Fakat bakıyorsunuz ki; altta kalanların canı çıkıyor. İşkenceye uğruyor, sahipleri asla yok, avukatları asla yok, tamamen kimsesizler. Üstlerinden yırtıcı kapitalistler dozerlerle geçiyor. Derhal atılıyor, “yapmayın kardeşim! Bir saniye, acıyın bu insanlara; yaşam bu şekilde olmamalı” diye bağırıyorsun. Bu ani “bir saniyeler” solculuk mu? Son iki yüzyılda öğrendiğimiz solculuk değil. Bu sebeple; teoriden, sınıftan, elkoyuculuk teorilerinden süzülmüş bir tepki değil. Etten kemikten bir insan olarak dayanamayıp verdiğimiz duygusal bir tepki. Ben sol fikir tekniğinden gelmiş biri değilim. Etten kemikten bir insan olarak kendi duygularımla şu “bir saniyelerle” bir yere düştüm. Bu bir saniyelerimle bir yığın fikir birikti. Bir ihtimal; konvansiyonel solcularla aynı kapıya çıkar sonuçta, diyeceksiniz. Aynı kapıya çıkıyor “evet” fakat aynı partilere çıkmıyor. Bu yüzden, sol partilerin tarihten, gelenekten değil şimdi ki tepkilerden tekrardan kurulması lâzım. Zangır zangır acılardan yeni partiler.
YARIN- Gelenekten gelen partilerle derin bir derdiniz mi var?
NİHAT GENÇ- Evet. Taşları yerine koyamıyorlar. ‘Artık kıymet’ kadar hatta ondan da sert anti-depresyon, prozac toplumun içine düştük. Evet; ortak yanımız altta kalanın yanındayız. Fakat; biz niçin yan yana gelemiyoruz? Yan yana gelemeyişimizin sebebi, kişisel ve partisel dedikodulardır. Bu kadar kişiselleşmiş partilerle gençlik bu karmaşıklığı çözümleyemez. Aksine; dünyadan uzaklaştırıp, bir fikir tembelliği, bir kavanoz içi dünya rahatlığı veriyor onlara.
YARIN- Türkiye niçin kendini tüketen ve giderek kendisi de tüketilen bir ülke haline geldi? Bunun ideolojik hareketlerin geri çekilmesiyle bir ilgisi var mı?
NİHAT GENÇ- İnsan terbiyesiyle ilgili. İdeolojik hareketler kendi görüşleriyle ilgili bir âhlak duyuru etti. Bu âhlak; insanı, tabiatı, Tanrı’yı kuşatan âhlaktı. Oldukça kıymetli, vazgeçilmezdi. Fakat sonunda ideolojik bir zarf içindeydi. İdeoloji iktidar hevesi yüzünden kendi âhlakını münakaşaya açmadı. Asla açmıyor. Meselâ; sağ ideolojiler. Bilhassa İslâmcılar holdingleşen Enver Örenler’e tek söz etmedi. Sonunda koca Türkiye rezaletiyle başlarına düştü; hepsi kepaze oldu. Acilen sınıfsız, yurtsuz âhlakı bulmak zorundayız, ideoloji dışı. Bağımsız ve eleştiren; görevli, toprağı seven, öğrenmek isteyen, âhlaklı insanlara ihtiyacımız var. İdeolojilerin âhlakı oldukca yara aldı. Almanya yenilince Osmanlı’nın da yenilmesi benzer biçimde. Bizim âhlakımız yenilmiş benzer biçimde davranmaya başladı. Liberaller, yırtıcı kapitalistler. Bu gülünç. İnsan, doğa, evren, tanrı hepsi burada. Hâla iç içe yaşıyoruz. Hepsine karşı ruhlarımıza çeki seviye vermeliyiz.
YARIN- Anadolu topraklarında, ilahlar niçin hep kurban istiyor? Bu topraklarda ölüm arzusunun yaşam arzusuna galebe çalmasını iyi mi anlamalıyız?
NİHAT GENÇ- Anadolu toprakları üstüne konuşmak oldukca zor. Diyelim 9., 10. ve 11. asırlarda oldukca coşkulu insan kültürü vardı. At üstünde durmaksızın koşan, esrar içen, yakarma eden, dans ederek zikir eden kendinden geçmiş insanoğlu. Şehirleri koruyup haraç alan bu insanoğlu üç kıtaya hücum etti. 14., 15. ve 16. asırlarda kısaca Osmanlı-İstanbul iktidarını kurunca, Anadolu’da isyan kültürü hakim oldu. Ilkin Alevi Baba İshak İsyanları, peşinden Celaliler. 17. yüzyıldan sonrasında Anadolu’ya hakim insan seçimi; bastırılmış, sessiz, yoksul, açlıktan ve sefaletten ölen çaresiz insanoğlu. Oysa; 17. yüzyıldan sonrasında İstanbul’a bir yönüyle dingin, sâkin, mutlu, refah ve âsude insanoğlu egemen oldu. Öteki yönüyle; bu sefil Anadolu’dan, alttan gelenlerin karıştırdıkları kazanlar. Bence; Anadolu yüzyıllardır İstanbul’dan iktidar istiyor. Bugün İstanbul iktidarı dört-beş holdingdir. Yüzyıllardır bu sistem değişmedi. İç savaştan çıkardığı dersleriyle en azından modernizmin TV görüntüsüyle, Anadolu artık kolay kolay bir kan kardeş kavgasına giremez. Yakın tarihteki kan davalarının sebebi; kapalı kasabaların ve kapalı cemaatlerin gençliği hızla tedrisata ve tesir altına alabilme başarılarıydı. Ve gençliği ikna edecek tarihsel bir çarpıklık ortadaydı. Bu tarihsel geri kalmışlık giderilmese de 16, 17 ve 18 yaşındaki evlatları kandırmak güçleşiyor.
YARIN- Türkiye’nin soğuk cenginde kurbanların karabudun olmasının diyalektiği nedir? Ak budun yaşam arzusu, kara budun ise düğüne gider benzer biçimde ölüme gitmek mi?
NİHAT GENÇ- Karabudun; diyelim asırlar boyu isyan etti, ayaklandı. Ya da Osmanlı iktidarına asker verdi. Karabudun kalabalıktı, gençti, öfkeliydi, atları ve okları vardı. Fakat son iki yüzyıldır; atların ve okların yerine yazarları matbuat geçmeliydi, olmadı. Karabudun bir nevi intikam alır benzer biçimde çakallaştı. Ağanın, beyin köpeği, mafyanın tetikçisi oldu. İktidarların bekçisi oldu. İdeolojik hareketlerin kitlesi oldu. Karabudun yüzyıllardır sahipsizliğe dayanamadı. Bu halkın bozulması demek. Artık kaynaşan, kıvıllaşan, can havliyle ona buna hücum eden kalabalıktan söz edebiliriz. Haklı demek oldukca zor. Sağ iktidar elli senedir karabudunla ayakta; onu bilgisiz tutarak. Artık karabudun demiyoruz, “çakal kültürü” diyelim. Gene özverili, sadık fakat hepsi geçimini sağlamak için artık ağanın, beyin eşkıyalığını yapıyor. Hatta en acı şey karabudunun kendi yetiştirdiği evlâtları, yazarları; ağaya, paşaya kapıkulu olmuş durumda.
YARIN- Türkiye hangi koşullarda barışa ve esenliğe ulaşabilir?
NİHAT GENÇ- Etrafı ve içimizdekileri oldukca uzun süre daha düşman, hain ilân etmeye devam edeceğiz. Nerdeyse her ideolojinin kendine özgü bir “Sevr” haritası oluştu. Bir konferansa giderken, “özür dilerim, kendi Sevr haritamı göstermeyi unuttum.” deyip, komiklik yaptım. Sevr haritası göstermeden asla kimse konuşamıyor. Türkiye Sevr haritası göstererek ayakta duruyor. Fakat, mutluluk diye bir şey hâla var. Bunun yolu askerî ikna etmek. Askerîn yüzyıllık hastalıklarını ve saplantılarını tedavi etmek. Meselâ; asker cumhuriyete ve Anadolu’nun bütünlüğüne zeval gelmeyeceğini, bizleri açık yüreklilikle tanıyıp inanabilmeli. Askere; onlardan daha sert bir özlemle bu toprağın bekçisi hepimiz bulunduğunu anlatabilmeliyiz. Biz anlatamayınca, TÜSİAD konu alıyor ve her darbe sonrası Türkiye pastalarını TÜSİAD yiyor.
O halde? Biz ne istiyoruz; gelir dağılımı, toplumsal sigortalar, kişinin gelişimi. Bunlara inandıralım askerî. Cumhuriyete zeval gelmeyecek. Bizlere güvenin. Elimizden iktidarı her sefer asker alıyor. Gene gidip sağ iktidarlara, TÜSİAD’a teslim ediyor. Asker bizlerden o şekilde korkuyor ki; gidiyor milyar dolarları dünyanın en büyük silahlarına yatırıyor. Bizim dönem askere düşman büyüdü. Askerle aramızda bitmeyen bir nefret, bitmeyen bir sürtüşme var. TÜSİAD bunun bilincinde. İçimizde askere nefret beslemeyen kalmadı. Bu nefreti hızla dargınlık ve küslük düzeyine çıkarmalıyız. Bizim dönem sadece; düşmanlık ve nefreti dargınlığa dönüştürme gayretiyle, önümüzdeki kuşakları askerle konuşabilir bir seviyeye getirebilir. TÜSİAD’ın korkusu bu, medyanın korkusu bu; bizim dönem askerle konuşup, halkın yanına askeri alabilir mi? Bu yüzden TÜSİAD yalakalıkla askerîn, Türkiye’nin değirmenini döndürdü. Bizim acil sıkıntımız, siyaset yapamayışımız kısaca; yalakalık yapamayız. Onur benzer biçimde, gurur benzer biçimde hastalıklarımız var. Ülke sevgimizi, halk sevgimizi; onurla, gururla ve asla yalan söylemeden anlatarak îkna edebilmeliyiz.
YARIN- Türk edebiyatı niçin özgünlükten yoksun kaldı? Evrensel eserler yaratamamanın yazınsal bir anlamı da var mı?
NİHAT GENÇ- Evrensel eserler evrende de yaratılamıyor. Yazınsal bir anlamı var şüphesiz. Medya dili, konuşma dili, tercüme dili eserlere egemen olmaya başladı. Oysa; kuvvetli eserler ortaya koyabilmek için kültürün içinde gizlenmiş derin dil yapılarına uzanmamız gerekiyor. Bu şekilde olduğunda da tercüme imkânsızlaşıyor. Bir tek oldukca satmak, çevrilmek isteyen uyanıklar yazarlık yapıyor. Şu şekilde de söyleyebiliriz; artık dünyada, dünya genelinde eserler evrenselleşmeyecek. Bu sebeple; o kültürün orijinal eseri olacak. O kültür dilinin hususi şahikâsı. Sorunuzun ilk kısmına ulaşınca. Türk edebiyatından söz etmek gittikçe imkânsızlaşıyor. Tüm ortaklık edebiyatı başladı bile.
Holdingler kendi yazar sözlüğünü, kendi edebiyat tarihini çoktan yazmaya başladı. Özgünlük kelimesini sevmem, kullanmam fakat şu şekilde diyebiliriz. Bağımsız yazar yetiştirme kapasitemiz ölmüş durumda. Bu edebiyat aslına bakarsanız oldukca zor bir zanaat. Şimdi ölüyor. Sebebi: bağımsız, dik kafalı yazara kimse tahammül edemiyor. Edilmeyince edebiyat kurulmaz. Dandik; çevre, feminizm, eşcinsellik. Beyoğlu’nu kurtaralım mevzularının suyunun suyundan binlerce işe yaramaz münakaşa, roman, edebiyat çıkmaz buradan.
YARIN- Nihat GENÇ niçin karamsar? Bu karamsarlık bu ülkede umudun tükenmesi mi? Bugün bir yazınızda anlattığınız Medine Müdafaası koşullarından daha beter bir durumda mıyız? Eğer değilse hâla bir yol var mı?
NİHAT GENÇ- Hâlâ sabah oluyorsa, ümit var anlamına gelir. Nihat GENÇ asla karamsar değil.Yanlış okunuyor olmalıyım. Eleştirel kültürü karamsar diye okumak hatadır. Üstelik ben; naracı bir edebiyat yapıyorum, eyvallahı olmayan bir edebiyata çalışıyorum. Demek ki; kelimelerime ve kendime güveniyorum. Bu umutsuzluk değil;aksine coşkuyla kılıç sallama, nal seslerinin coşkusudur. Meselâ; derginiz bir umuttur.Burada onlarca parlak zeka delikanlı tanıdım. Her biri oldukca kıymetli bir yol haritası koymuş önüne. Ben kendime güvenimi inşa için yazar olmadım. Başkalarına güvenimi tazelemek için, başkalarına itimatı inşa için; başkalarının filozofisini hayata geçirmeye çalışıyorum. Bu sebeple tamamımız netameli ideolojilerden geliyoruz. Birbirimize fazlasıyla eğlenip dalga geçtik. Hızla ideoloji dışını güçlendirelim. O’cu Bu’cu değiliz; bizi sakatlayan şey, bizim güvenimizi sarsmaktı. Yüzelli senelik Batı’cılık macerasından tamamımız büyük sakatlıklarla çıktık. Ülkemizin üstünde devasa büyüklükte bir siyasî, ekonomik travma duruyor. Acilen toprağımıza, kendimize, bölüşümümüze ve kardeşliğimize itimadı tekrardan sağlamalıyız.
ABD'de yetkililer, 30 yıl sonrasında ilk kez “sıhhatli gıdanın” ne işe yaradığını tekrardan tanımladı ve…
Lazarus'un Genel Özeti Lazarus, ünlü yazar Lars Kepler'in kaleme aldığı sürükleyici bir thriller romanıdır. Kitap,…
AZERİCE SÖZLERİ Elə bil ki sənə yad olub ayrılıq dərdi Axı dərdə düşən yenə qovuşmağ…
Ne ilk ne sonuncusun Düşüp de bu tuzağa kaybeden Kendini terk eder insan Aslen aşktan…
AZERİCE SÖZLERİ Biz hər şeyi bilə bilə ayrılmışıq Dərd çəkmişik ölə ölə ayrılmışıq Ürəyi mənim…
Suni zekâ günlük yaşamımıza girdiğinden bu yana mevzu genel olarak birkaç bağlamda tartışılıyor. İşimizi elimizden…