Orhan Seyfi Orhon (d. 23 Ekim 1890, İstanbul – ö. 22 Ağustos 1972, İstanbul) Şair, gazeteci, yazar, yayımcı, siyaset adamı.
Asıl ismi Orhan Seyfettin Orhon’dur. Miralay Mehmet Emin Bey ile Nimet Hanımın çocuğu olarak 23 Ekim 1890 tarihinde İstanbul/ Üsküdar-Çengelköy’de doğdu. İlkokulu Çengelköy İptidaisi’yle Havuzbaşı Mektebi’nde tamamladı (1902), Beylerbeyi Rüştiyesi’nden sonra Mercan İdadisi’nden mezun oldu (1909). Önce Tıbbiye Mektebi’ne girdi. Ancak bir anestezi uygulamasında fenalaşınca, bu mesleği yürütemeyeceğine karar verip ayrıldı. Girdiği hukuk fakültesini 1914’te bitirerek, kısa bir memurluk sonrası gazetecilik ve öğretmenlik yapmaya başladı. Zonguldak (1946-1950) ve İstanbul (1965-1969), milletvekili oldu. Milliyet, Tasvir-i Efkâr, Cumhuriyet, Ulus, Zafer, Havadis ve Son Havadis gazetelerinde fıkra yazarlığı yaptı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında tanınan, aruzdan heceye geçtikten sonraki şiirlerini Yeni Mecmua (sayı 1-16 temmuz 1917- eylül 1918), Şair (1918-1919), Büyük Mecmua (1919), Yarın (1921-1922) dergilerinde yayımlayan Orhan Seyfi Orhon, Hecenin Beş Şairi‘nden biri olarak da edebiyat tarihimizde kendinden söz ettirdi.
Orhan Seyfi, Beylerbeyi Rüştiyesi’nde okurken Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret‘in etkisinde kalarak şiirler yazdı. Daha sonraki yıllarda bu etkilenme, yerini Ziya Gökalp‘e bıraktı.
Onun kişiliğini bulduğu ve adını duyurduğu yapıtı ise, Gönülden Sesler’dir.
Tüm hece şairleri gibi temiz, duru bir Türkçeyle şiirler yazdı. Kişisel duygularını lirik ve incelikli dizelerle okurlarına ulaştırdı. 1930 sonrası, “serbest şiir“in ortaya çıkması ona duyulan ilgiyi de azalttı.
Şiirlerini kitaplaştırmadan önce de şiirlerini kendi yönetimindeki Hıyaban (15 günlük edebiyat dergisi, 1911), Papağan (ilk seri, 1924-1927, 239 sayı), Akbaba’yla (1919, sonradan Yusuf Ziya Ortaç çıkardı) mizah dergileri olan Güneş (1927, 15 günlük, 17 sayı), Edebiyat Gazetesi (1932, haftalık, 146 sayı), Aydabir (1935-1937, aylık, 15 sayı), Çınaraltı (1941-1944, haftalık, 146 sayı) gibi dergilerde yayımladı.
Şiir:
Derleme:
Monografi:
Roman:
Destan:
Makale:
Öykü:
Fıkra:
VEDÂ
Hani, o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken vedâ busemi,
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?
Hani, ey gözlerim bu son vedâda,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda,
Birini çağırmak için imdada
Yaktığı ateşi yakmayacaktın?
Gelse de en acı sözler dilime,
Uçacak sanırım birkaç kelime.
Bir alev halinde düştün elime,
Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?
ANADOLU TOPRAĞI
Senelerce sana hasret taşıyan
Bir gönülle kollarına atılsam.
Ben de, bir gün, kucağında yaşayan
Bahtiyarlar arasına katılsam.
Bu bakımsız, en kuytu bir bucağın
Bence İrem Bağı gibi güzeldir.
Bir yıkılmış evin, harâb ocağın,
Şu heybetli saraylara bedeldir.
Kadîr Mevlam, eğer senden uzakta
Bana takdir eylemişse ölümü;
Rahat etmem bu yabancı toprakta,
Cennette de avutamam gönlümü.
Anladım ki: Sevda, gençlik,şeref, şan…
Asılsızmış şu yalancı dünyada.
Hasretinle yâd ellerde dolaşan
Hızr’ı bulsa yine ermez murâda.
Yalnız senin tatlı esen havanda
Kendi milli gururumu sezerim.
Yalnız senin dağında, ya ovanda
Başım gökte, alnım açık gezerim.
Hürüm derim, eskisinden daha hür,
Zincirinle bağlansa da ayağım.
Şimdikinden daha ferah görünür,
Zindanında olsa bile durağım.
Bir gün olup kucağına ulaşsam,
Gözlerimden döksem sevinç yaşını.
Sancağının gölgesinde dolaşsam,
Öpsem, öpsem toprağını taşını!
ANNEMLE HASBIHAL
Anne, zannetme ki günler geçti de
Değişti evvelki hissim gitgide!
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum;
Seneler geçse de ben yine buyum!
Senden umuyorum teselli yine!
Bugün şefkatine, muhabbetine
Zanneder misin ki yok ihtiyacım?
Belki eskisinden daha muhtacım!
Dünyanın tükenmez kederlerinden
Kalbim kırılsa da böyle derinden,
Hayatım büsbütün ye’se kapılmaz.
Teselli bulurum içimde biraz
O derin sevgini hatırlarım da!
Her gece hıçkıran dudaklarımda
Hasretle anılan senin adın var.
Anne, hayatımda bir tek kadın var.
Beni aldatmadı, sevdi daima!
Gittikçe ruhumu saran bu humma
Başka sevgilerden yadigâr, anne!
Sevmeyen sevenden bahtiyar, anne!
Sorma ki başımdan çok şey geçti mi?
Ah… eğer anlatsam sergüzeştimi!
Nasıl terk edildim, nasıl atıldım;
Anne aldatıldım, ah aldatıldım,
Belki her zamandan fazla severken.
Bir lahza bahtiyar olayım derken,
Bilmezsin kaç gece böyle ağladım!
Şimdi tecrübem var, artık anladım:
Aşk, o bir masalmış, yalanmış meğer!
Seven bir kalp için sığınılacak yer
Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş…
İnsanlar ne kadar merhametsizmiş.
DİYORLAR
Ölürsem yazıktır sana kanmadan
Kollarım boynunda halkalanmadan
Bir günüm geçmiyor seni anmadan
Derdine katlandım hiç usanmadan
Diyorlar: “Kül olmaz ateş yanmadan
Denizler durulmaz dalgalanmadan!”
Saadet benziyor boş bir seraba
Düşüyor her seven gönül azaba
Gelmiyor çekilen dertler hesaba
Diyorum: “Sebep ne bu ızdıraba?”
Diyorlar: “Kül olmaz ateş yanmadan
Denizler durulmaz dalgalanmadan!”
GÖNLÜM
Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor çiçek çiçek.
Tükenecek ömrü böyle
Çırpınarak, titreyerek
Ne şerefli bir adı var,
Ne bir büyük maksadı var.
Her gün biraz zedelenen
İki ipek kanadı var!
Sabırlıdır, gözü toktur,
Zavallının derdi çoktur.
Yorulunca konacağı
Bir yuvası bile yoktur.
Her şey ona karşı durur:
Güneş yakar, kış dondurur.
Bazı tutar kanadından
Bir fırtına yere vurur.
Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor titreyerek.
Zavallının bir baharlık
Ömrü böyle tükenecek!
O BEYAZ BİR KUŞTU
O, beyaz bir kuştu, uzun kanatlı;
Ardında ışıktan bir iz bıraktı.
Yel gibi dağları aştı bir atlı
Arada bir engin deniz bıraktı.
Uzaktan gelirken derin akisler,
Kapadı geçtiğim yolları sisler.
Tutuştu içimde birikmiş hisler;
Gönlümü o kadar temiz bıraktı.
O, beyaz bir kuştu, ak kanatlıydı;
Yel gibi dağları aşan atlıydı;
Hayâldi, hayâlden bile tatlıydı;
Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı!
VASİYET
Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;
Riyayı bir günlük bir yana atın!
Tutunuz tabutun kenarından;
Bir derin çukura beni fırlatın!
Kalınca büsbütün sizden uzakta,
Vücudum çürürken kara toprakta,
Uzanın rahatça sıcak yatakta,
Yaşamak gururu içinde yatın!
Yüz yüze getirmez bizi asırlar,
Meydana vurulsun saklanan sırlar,
Sayılsın şahsıma ait kusurlar,
Korkmayın, içine yalan da katın!
Anlayım: kimlermiş dost sandıklarım;
Muhabbetlerini kıskandıklarım.
Anlayım: ne boşmuş inandıklarım.
Şu yalan hayatı bana anlatın!
Dostlarım, anmayın artık adımı,
Siliniz gönülden eski yâdımı.
Kırınız sonuncu itimadımı:
Ölünce bir daha beni aldatın.
Microsoft, 1980'lerde piyasaya sürdüğü iki program Paint ve Notepad'e, aradan geçen 40 senenin arkasından suni…
"Woke" terimi, süre içinden ilk anlamından oldukca değişik bir halde evrim geçirdi. Geleneksel olarak baktığımızda…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…
Tüm dünyada gözler ABD seçimlerine çevrildi ve kesinleşmemiş sonuçlara gore Cumhuriyetçilerin talibi Donald Trump seçimden…
Türkiye Suni Zeka İnisiyatifi’nin (TRAI) düzenlemiş olduğu Türkiye Suni Zeka Zirvesi bu yıl yedinci kez…
Yavaş bir bilgisayar, derhal her insanın üretkenliğini engellemiş olan ve boş yere gecikmelere yol açan…