Bu kitapta çok farklı zamanlarda ve aapayrı vesilelerle kaleme alınıp yayınlanmış yedi makaleyle henüz yayınlanmamış bir makaleyi bir araya getirdim. Bu makalelerin bazıları uzun yıllar önce kaleme alınmış, bazılarıysa nispeten yakın bir zamanda yayınlanmıştı. İlkin İngilizce olarak kaleme alınmış olan üç tanesini ise Türkçeye çevirmem, daha doğrusu Türkçe yeniden yazmam gerekti. Her hâlükârda, ve bu makalelerin ana fikir ve temel yapılarına pek dokunmamakla birlikte hepsinin içeriğini önemli ölçüde değiştirdiğimi, yeni kaynak ve malzemeler ekleyerek makalelerin hacmini epey büyüttüğümü ve hatta bazılarını neredeyse yeniden yazdığımı söyleyebilirim.
Yazılış tarih ve amaçlarını göz önüne almaksızın bu makaleleri Osmanlı/Türk musıkisinin tarihine dair birkaç tema etrafında toplamak mümkün.
İlk bölümde bu kitaba başlığını veren makale bulunuyor. 1990’lı yılların sonlarında İngilizce olarak kaleme alınan bu makale 2006 yılında İngiltere’de yayınlanan dört ciltlik “The Cambridge History of Turkey”in editörlüğü Suraiya Faroqhi tarafından yapılan üçüncü cildinde “The Ottoman Musical Tradition” başlığıyla yer aldı. Bu cildin kapsadığı Osmanlı İmparatorluğu’nun 1603-1839 dönemi aynı zamanda Osmanlı/Türk musıki geleneğinin oluşum ve olgunlaşma dönemidir. Bu bakımdan makalenin “kısa tarih” başlığı gerçeklere aykırı düşmüyor.
İkinci bölümdeki iki makalede geleneksel Osmanlı/Türk musıkisi icralarının üslûp ve tekniğinin iki temel niteliği ele alınıyor. İlk şekilleriyle bu iki makale 1993 yılında bugün artık baskısı çoktan tükenmiş bir kitabımın birer bölümü olarak yayınlanmışlardı.
İlk makalenin başlığındaki “Oda Müziği” ifadesi müziğin icra edildiği mekânı tanımlamakla kalmaz. Fiziksel mekânların çok ötesinde, doğrudan icra tarz ve üslûplarına, müzikal iletişim türüne, estetik beklentilere ve algı biçimlerine dair önemli özellikleri de kapsayan bir kavramdır bu. Sadece icra
mekânı, kullanılan çalgı türü veya kıyafet gibi aksesuarlara indirgenemez. Bir “otantiklik” kaygısı da değildir söz konusu olan. Osmanlı/Türk müziğinin bir “oda müziği” olarak anlaşılıp icra edilmesi gerekiyor. Bunun hem tarihsel nedenleri ve önemli teknik gerekçeleri hem de, bu ikisinin de üstünde, bazı temel estetik nedenleri var.
Bu bölümün ikinci makalesinde sözünü ettiğim “virtüozluk” kavramı ise nispeten yakın tarihlere (yani Tanburî Cemil Bey’e) kadar Osmanlı/Türk geleneğinde pek bilinen bir şey değildi. Çalgı icralarında Batılı anlamda bir virtüozluk geleneği oluşmamış, yerleşmemişti çünkü. Bugün dahi olup olmadığı tartışmalıdır. Virtüoz sâzende yetişmediği gibi, Türk müziği sazlarında saf teknik hünerleri geliştirip ön plana çıkarmaya yönelik yöntemler ortaya koyma ihtiyacı da hissedilmedi. Her sâzendenin tekil özgürlük ve ifade alanı olan taksim dahi hiçbir zaman bir saf virtüozluk ve teknik gösteri fırsatı olarak değerlendirilmedi. Batılı anlamda virtüoziteye yönelik teknik beceriler de zaten estetik olarak makbul addedilmedi, olağan zevk ve tercihlerin bir parçası olmadı. Bunların neticesi olarak da virtüozluğu ön plana çıkaran bir çalgı repertuarı yüzyıllar boyunca oluşmadı, oluşamadı. Bütün bunların sebep ve sonuçlarına bu makalede değinmeye çalışıyorum.
Bu iki makalenin ilk yayımından bu yana yirmi yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen koyduğum teşhis büyük ölçüde geçerliliğini koruyor. Bu bölümdeki iki makalede amaç genel bir değerlendirmede bulunmak. Öngörüler yapmak, herhangi bir “tedavi” önermek değil; Türk musıkisini “kurtarma planı” yapmak hiç değil.
Üçüncü bölüm bir tek besteciye odaklı. Hakkında çok şey yazılıp aslında somut çok az şey bilinen bir besteci: İsmail Dede Efendi (1778-1846). Osmanlı/Türk müziğinin hiç kuşku yok ki en önemli bestecisi olan Dede Efendi hakkında birbirinden çok farklı üç makaleyi –Dede’nin henüz kaleme alınmamış modern bir biyografisine küçük bir katkı olur ümidiyle– bu bölümde bir araya getirdim.
Dede Efendi eserlerinin kabataslak da olsa bir kronolojisini çıkarma denemesi olan bu bölümün ilk ve en uzun makalesi Osmanlı/Türk müziğine hasredilmiş Türkiye’deki yegâne ciddi dergide 2010 yılında yayınlanmıştı.3 Dede’nin Yenikapı Mevlevîhanesi ile bir ömür boyu süren ilişkisinin bazı vechelerini konu alan ikinci makale ise bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmadı. Bu bölümün üçüncü makalesi bu kitabın en kısa makalesi. Çünkü bu metin aslında İsmail Dede Efendi’yi kısa, öz (ve dipnot kullanmaksızın) anlatmayı deneyen bir ansiklopedi maddesi olarak tasarlanmıştı. Bu kitapta ilk yayınlandığı şekliyle aynen bıraktığım, hiç değiştirip genişletmediğim tek makale budur.
Dördüncü bölümdeki iki makale geleneksel Osmanlı/Türk musıkisi tarihine dair iki soruya cevap arayan, çelişkili gibi görünen iki duruma yorum getirmeye çalışan makaleler. İkisi de önce birer uluslararası sempozyumda bildiri olarak sunulup bilâhare İngilizce yayınlanmış olan bu makaleler bu kitaba yeni malzemelerin eklenmesiyle epey genişlemiş bir Türkçe versiyonla girmiş bulunuyorlar.
İlk soru (veya sorun) Türk musıki geleneği içinde yazılı kültür ile sözlü kültür karşıtlığı üzerinedir. İlk bakışta bu ikisinin birbirini dışladığı, yani meşk kültürünün egemen olduğu dönem ve durumlarda yazının/notanın her zaman küçümsendiği, modern dönemde ise yaygın nota kullanımının meşk’in kalıntılarını tamamen ortadan kaldırdığı sanılabilir. Oysa durum hiç de öyle değildir. Hem on yedinci hem de yirminci yüzyıla ait birkaç örnek üzerinden giderek bu iki kültürün üst üste gelip çakıştığı bazı “gri alanlardan” söz edeceğiz, yani yazılı metnin doğru olmayabileceği, hâfızanın da her zaman sanıldığı kadar metin olmadığı durumlardan. 2010’da Atina’da yapılan uluslararası bir sempozyuma bildiri olarak sunulan bu makale sempozyumun bazı bildirileriyle birlikte 2013 yılında yayınlandı.
İkinci makale Mevlevî mukabelesiyle ilgilidir. Osmanlı döneminde bütün erkânı, törenselliği, müziği, sema eden dervişleri ve görkemiyle Mevlevî mukabelesinin bir ibadet şekli olarak mı yoksa –bazı bakımlardan– bir temâşâ, bir “performans” olarak mı görülmesi gerektiği sorusuna cevap aradığım bir makale. İşin ironik tarafı ise bu cevabın anahtarının Osmanlı döneminde değil, Mevlevî semaının Cumhuriyet Türkiyesi’nde aldığı yeni ve tuhaf şekillerde aranması gerektiğidir. Bu makalenin ilk ve kısa şekli 2007 yılında esas itibariyle “performans sanatlarıyla” ilgili bir uluslararası sempozyuma sunulan bir bildiriydi. Bildiri –kısa versiyonuyla– 2014’te sempozyum kitabında yayınlandı.
Bu kitabı oluştururken malzeme tedarikine yardımcı olan Engin Akarlı ile makalelerin tekrar kaleme alınışı sırasında hep yanımda olan Ayşe’ye sonsuz teşekkürler.
Cem Behar hakkında bilgi :
Cem Behar (Prof. Dr.) 1946 yılında İstanbul’da doğdu. Yüksek öğrenimini Paris’te tamamladı. Müzik çalışmalarına Fikret Bertuğ ile başladı. Daha sonra Emin Ongan, Niyazi Sayın ve Necdet Yaşar ile çalıştı. 1980’den bu yana çeşitli dergi ve gazetelerde Osmanlı/Türk musıkisine ilişkin makaleleri yayınlandı. Müzikle ilgili kitapları: “Klâsik Türk Müziği Üzerine Denemeler” (İstanbul, Bağlam Yayınları, 1987); “On Sekizinci Yüzyılda Türk Müziği” (İstanbul, Pan Yayıncılık, 1987); “Ali Ufkî ve Mezmurlar” (İstanbul, Pan Yayıncılık, 1990); “Zaman, Mekân, Müzik – Klâsik Türk Musıkisinde Eğitim (Meşk)”, “İcra ve Aktarım” (İstanbul, AFA Yayıncılık, 1993); “Aşk Olmayınca Meşk Olmaz – Geleneksel Osmanlı/Türk Müziğinde Öğretim ve İntikal” (İstanbul, YKY, 1998, 2003, 2006, 2012, 2014); “Musıkiden Müziğe – Osmanlı/Türk Müziği: Gelenek ve Modernlik” (İstanbul, YKY, 2005, 2008); “Saklı Mecmua – Ali Ufkî’nin Bibliothèque Nationale de France’taki [Turc 292]Yazması” (İstanbul, YKY, 2008); “Şeyhülislâm’ın Müziği 18. Yüzyılda Osmanlı/Türk Musıkisi ve Şeyhülislâm Es’ad Efendi’nin Atrabü’lÂsâr’ı” (İstanbul, YKY, 2010). 19772013 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan Cem Behar İstanbul Şehir Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.
Cem Behar Eserleri :
Hepimizin hayatında, iki satır bildiri yazmak yerine dakikalarca bitmeyen sesli mesajlar atan o arkadaştan vardır.…
Işığın Savaşçısının El Kitabı – Paulo Coelho Mevzusu Kitap, içsel yolculuğu ve insanoğlunun kendi potansiyelini…
Akıllı saatler, hayatımızı kolaylaştıran ve daha verimli hale getiren teknolojik aletlerden biri konumuna ulaştı. Sağlıkla…
Hippi – Paulo Coelho Karakterler Paulo: Paulo Coelho’nun genç halidir. Özgürlüğe ve kendini keşfetmeye aç…
Akıllı telefonların oyun dünyasında giderek daha mühim bir rol oynadığı bu günlerde, oyun deneyimini iyileştirmek…
[Chorus] Got two girls in the cut And I don't know what to do I…