Kategoriler: Genel

Osmanlıca – Osmanlı Türkçesi | Türk Dili ve Edebiyatı

 

Osmanlıca – Osmanlı Türkçesi

Osmanlıca:

Osmanlıca, Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. asrın sonlarından 20. asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep ayni kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kati olarak çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca adı altında bu ismin oldukça iyi ifade etmiş olduğu bir bütünlük gösterir.

Türkçe bakımından, Osmanlıca’da aşağı yukarı önemli hiçbir değişim olmamış, Eski Anadolu Türkçe’sinden sonrasında günümüze kadar Türkçe’nin başlıca şekilleri neredeyse hep ayni kalmıştır. Doğrusu dilbilgisi şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si içinde belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da söylediğimiz şeklinde Türkçe bakımından sadece bu son iki dönem ile Eski Anadolu Türkçe’si içinde belirli ayrılıklar vardır.

Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si içinde oldukça ufak biçim farklarına rastlansa bile bunlar süre ayrılıklarına dayanan rahat değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu Türkçe’si, Batı Türkçesinin eski dilbilgisi şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si ise Batı Türkçesinin yeni dilbilgisi şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Doğrusu, dilbilgisi şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi içinde bir dönem farkı yoktur.

Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçe’si ile Osmanlıca içinde da uzun bir geçiş safhası olmuştur. Osmanlıca’nın başlangıcını teşkil eden ve 15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk yarısını içine alan devirde eski dilbilgisi şekilleri, yerlerini hemen hemen tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi.

Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıca’nın içinde daha sonraları da kendisini muhafaza etmiş, bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye Türkçe’sine geçenler bile olmuştur. Bazı yeni şekiller ise oluşunu sadece Osmanlıca içinde tamamlamış yada kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır. İşte geçiş devrindeki düzgüsel gelişmeler, ondan sonraki ufak sızıntılar ve bazı yeni şekillerin ortaya çıkışı haricinde, Osmanlıca’ya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk egemen olmuş, 16. asırdan günümüze kadar Türkçe dilbilgisi şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir.

Osmanlıca’yı batı Türkçe’si içinde bilhassa Türkiye Türkçe’sinden ayrı bir dönem hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır. İç yapı, doğrusu Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçe’sinden değişik bulunan Osmanlıca, dış yapı, doğrusu yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçe’sinden de, Türkiye Türkçe’sinden de oldukça büyük farklarla ayrılan bir dönem manzarası gösterir. Bu dönem Türkçe’nin yabancı unsurlar tarafınca tam mânâsiyle istilâ edilmiş olduğu, Türkçe’yi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.

Osmanlıca devrinde Türkçe’yi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır. Fakat bu sahada o denli ileri gidilmiştir ki tüm isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören tüm kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur. Bu müthiş istilâdan eylem kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçe’nin rahat eylem kökleri yerine Arapça ve Farsça kelimelerle Türkçe destek fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik eylem ile dolmuştur.

Eylem haricinde kalan isim cinsinden tüm kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, ödat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve eylem çekimi ile cümle yapısı kalmıştır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla birlikte, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok kez esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur. Hülâsa, Türk yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsça’dan meydana gelen üçüzlü, karışık ve son aşama sun’î bir dil manzarası göstermiştir.

Ek olarak bakınız ⇒ Osmanlı Türkçesi ve Özellikleri

Osmanlıcanın Devreleri

Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç dönem vardır:

I. Evre:

Osmanlıca’nın 15. asrın sonu ile 16. asrın büyük bir kısmını içine alan ilk devresi Eski Anadolu Türkçe’sinde yazı diline sokulmağa başlamış olan Arapça ve Farsça unsurların Türkçe’yi istilâ işinin oldukça sür’atlendiği devredir. Bu dönem, Osmanlıların İstanbul’a yerleşmesinden sonrasında kurulan saray yaşamı ile başlamış, bu saray çevresinde gelişen edebiyat ve kültür yaşamının Arap ve Fars kültür ve edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaşka bir yön vermiştir.

Bu devrede Türkçe Eski Anadolu devresindeki duruluğunu yitirmiş, yabancı unsurların yoğunluğu iyiden iyiye artmıştır. Fakat daha sonraki asırlara bakılırsa hemen hemen nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir. Yabancı kelime ve terkiplerin sayısı ve çeşitleri oldukça artmakla birlikte bileşim zincirleri hemen hemen son haddine varmış değildir. Fakat iyice karışık dil yolunda oldukça sür’atli bir gidiş, oldukça kesif bir hazırlık vardır. Öyleki ki devrenin sonu, doğrusu 16. asrın sonları artık koyu Osmanlıca’nın tam bir başlangıcı hâline gelmiştir. Böylelikle ilk devir sonlanmış ve Osmanlıca’nın yeni bir devri gelip çatmıştır.

II. Evre:

Bu dönem Osmanlıca’nın ikinci devresi olup 16. asrın sonundan 19. asrın ortalarına kadar devam eden devredir ki başlıca 16. asrın sonu ile 17. ve 18. asırları içine alır. Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış, yapısı güç halle Türkçe’ye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar içinde Türkçe unsurlar âdeta görünmez olmuştur. Osmanlıca böylece Türkçelikten çıkmış bir hâle ulaştıktan sonra nihayet üçüzlü sun’î dilin en yüksek noktasından aşağıya doğru dönmeğe başlamış ve üçüncü devresine girmiştir.

III. Evre:

Osmanlıca’nın ayni zamanda son devresi olan bu üçüncü dönem, 19. asrın ortalarından başlayıp 20. asrın başlarına kadar gelen, doğrusu Tanzimattan 1908 meşrutiyetine kadar olan devri içine alır. Bu devrenin son örnekleri 1908’den sonrasında da Cumhuriyete kadar, sür’atle ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir nıüddet daha devam etmiştir. Bu üçüncü dönem karışık dilin koyuluğunu yavaş yavaş kaybetmiş olduğu devredir. Osmanlıca bu devirde bazen oldukça sun’î bir koyuluk göstermekle birlikte umumî olarak bir çözülme yoluna girmiş durumdadır. Bu çözülme nihayet 20. asrın başlarında tamamlanarak Osmanlıca’nın yaşamı sonlanmış ve Türkiye Türkçe’sine geçilmiştir.

Osmanlıca’nın bu son devrini eskisinden ayıran önemli bir fark da batıdan gelen yeni kavramlar dolayısıyla yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır. Bu hususta kimi zaman oldukça suni hareketler olmuş, sözlük kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıştır. Fakat çoğu zaman terkipsiz Türkçe’ye gidiş eğilimleri artmıştır. Eski devirde de koyu Osmanlıca’nın yanında görülen oldukça mütevazi dil örnekleri bu son devrede genel yazı dilinin yanı sıra sayılarını oldukça arttırmışlardır.

Bu devrenin sonları ise Türkçe’nin aydınlığa çıkışının açık müjdeleri ile doludur. Öyleki ki bu devir eserlerinin bir eli Osmanlıca’da, bir eli Türkiye Türkçe’sindedir. Değişim bir neslin yaşamı içinde ortaya çıkmış olduğu, daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık dili kimi zaman Osmanlıca, kimi zaman Türkiye Türkçe’si yada ilkin Osmanlıca, sonrasında Türkiye Türkçe’si olan şahıslar görülür. Hülâsa Osmanlıca’nın sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden sür’atle temizlenmiş, böylece 20. asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçe’sine bırakmıştır.

Nazım Dili, Düzyazı Dili

Osmanlıca’nın, kendi içinde yukarıda gördüğümüz şekilde üç devreye ayrılan uzun zamanı süresince, nazım ve düzyazı sahasındaki görünüşü birbirinden değişik olmuştur. Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve düzyazı dili içinde görülen ayrılıktır. Şiirin, bilhassa divan şiirinin muhteva ve biçim bakımından belirli Ölçülere bağlı bulunması nazım diline de etki etmiş ve Osmanlıca’da umumiyetle tek bir çeşit nazım dili oluşmuştur.

Buna karşılık Osmanlıca içinde bilimsel ve didaktik eserlerde ayrı yazınsal eserlerde ayrı bir düzyazı dili kullanılmıştır. ilmî düzyazı dili bir dereceye kadar mütevazi ve rahat bir dil, edebî düzyazı dili ise oldukça aşırı ve sun’î bir halde yabancı unsurlarla dolu, secili ve kelime gurubu silsilelerinden örülmüş bir dildi. Bu iki çeşit düzyazı dili Osmanlıca’da daima yan yana yürümüştür. Burada şu noktayı belirtelim ki adî nesirde edebî nesre bakılırsa bir sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da yabancı unsurlarla dolu karışık bir dil, bir Osmanlıca idi. İşte umumiyetle bir çeşit olan nazım dili ile iki çeşit olan düzyazı dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı bakımından Osmanlıca içinde değişik bir durumda bulunmuşlardır.

Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıca’nın ilk devresinde nazım ve düzyazı dili aşağı yukarı birbirine yakındır. yabancı unsurlar her ikisinde de çoğalmıştır. Daha oldukça nazım dilinde görülen terkipler, eski basitliğini muhafaza etmekle birlikte bu devirde hemen hemen fazla zincirleme hâlinde değildir. Umumiyetle düzyazı dili, nazım diline bakılırsa daha mütevazi bir durumdadır. Fakat nazım dili pek değişmediği hâlde düzyazı dili gittikçe ağırlaşmaktadır devrenin sonlarında bu gidiş hızlanmış ve düzyazı dili nazım diline bakılırsa oldukça ağır bir dil hâline gelmiştir.

Osmanlıca’nın en koyu devri olan ikinci devrede ise bu koyuluk hem nazımda, hem nesirde görülür. Fakat nesirde oldukça aşırı bir durumdadır. Nazım dili ise eskiye bakılırsa o denli ağırlaşmamış ve düzyazı dilinin yanında oldukça mütevazi kalmıştır. Nazım dilinde eski rahat terkipler yerini üçüzlü. dördüzlü ve daha geniş zincirleme terkiplere bırakmış nesirde ise ağırlık ve koyuluk içinden çıkılmaz bir hâle gelmiş, bilhassa edebî düzyazı Türkçe olmaktan büsbütün çıkmıştır. Üçüncü devrede ise nazım ve düzyazı dili birbirine gene yakındır ve her ikisinde de nisbî bir sadeliğe gidiş vardır. Bu gidiş dönem süresince nesirde daha süratli olmuş, nazımda ise, koyu Osmanlıca devrinde divan şiirinde de tek tük olarak görülebilen mütevazi örnekler gittikçe artmakla birlikte, bolca yabancı unsurlu ve terkipli dilden kurtulmak daha güç olmuştur Dönem bittikten sonrasında sonrasında da Osmanlıca’nın Türkiye Türkçe’si içine taşmaları daha oldukça nazım dilinde olmuş ve hemen sonra tarihî hatıra olarak verilen tek tük Osmanlıca örnekler de hep nazım sahasında kalmıştır. Ayrıca Türkçe’nin yakasını en geç bırakan eski dilin resmî muhaberede ve mevzuatta kullanılan köhne düzyazı dili bulunduğunu da unutmamak lâzımdır. Türkçe bugün bile yakasını bu kırtasiye dilinden tamamıyla kurtaramamıştır. Fakat bu, adî nesrin her devirde ağır olan oldukça hususî bir koludur ve umumî düzyazı diline ayak uyduramamasının fazla bir kıymeti yoktur.

Osmanlıcanın nazım ve düzyazı dili aslolan, yabancı unsurlar bakımından değil, cümle yapısı bakımından birbirinden oldukça değişik bir durumdadır. Divan şiirinde mânânın bir beyitte tamamlanması, bir beyit dışına taşmaması kaidesi Türk cümlesinin yapısı için oldukça hayırlı olmuştur. Zira mânânın bir beyitle tamamlanması demek, bir beytin bari bir cümle olması, bir cümlenin en oldukça bir beyit uzunluğunda bulunması anlamına gelir. Hakkaten divan şiirinde her beyit en oldukça bir cümleden, birçok kez da birden fazla cümleden müteşekkil olmuştur. Bu suretle Osmanlı şiirinde cümleler daima kısa, unsurları mütevazi ve yerli yerinde Türk cümleleri olarak kalmış, nazım dilinde Türkçe cümle yapısı Türkçe’nin tüm zamanı süresince asla değişmemiş bulunan düzgüsel karakterlerini muhafaza etmiştir.

Osmanlıca’nın tüm zamanı süresince şiirde Türk cümlesi karşımıza daima sağlam olarak çıkar. Buna karşılık Osmanlı nesrinde Türk cümlesi tam bir perişanlık içindedir. Bu bakımdan nazım dilinin daima Türkçe kalabilmiş olmasına karşılık düzyazı dili oldukça azca Türkçe olabilmiştir Şundan dolayı nesirde şiirdeki şeklinde belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti yoktur. Düzyazı, cümle unsurlarının tam bir serbestliğe kavuştuğu sahadır. Cümlenin bir tüm teşkil eden içeriğini bozmadan o unsurları istenildiği kadar genişletmek mümkündür. İşte cümle unsurlarının düzyazı dilindeki bu serbestliği Osmanlıca’da tam bir başıboşluk hâline gelmiştir.

Doğrusu, düzyazı dilindeki serbestlik istismar edilerek, bilhassa gerundium ve edat guruplarında olmak suretiyle, cümle unsurlarının çerçevesi de, sayısı da gelişigüzel bir halde genişletilmiş, bu yüzden uzun uzun cümleler içinde cümle unsurları, aralarında oldukça kez yanlış bağlar kurulmuş olarak bir araya getirilmiştir. Bu suretle Türk cümlesinin sağlam yapısı Osmanlı nesrinde umumiyetle bozulmuş ve cümleler oldukça kez büyük bir kelime yığınından ibaret kalmıştır. Cümle unsurları genişledikçe, cümle uzadıkça egemen olmak güçleşir, Cümle büyüyünce hâkimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun kaidelerini iyice hazmetmiş olmak, onun yapısını teşkil eden örgü karşısında tam bir hassasiyete haiz bulunmak lâzımdır. Üç dilli bir dil olan Osmanlıca’da ise yazıcılar maalesef Türkçe’yi incitmeyecek bir düzyazı diline haiz olamamışlardır.

Bunda Osmanlıca’nın karışık dil olmasının oldukça büyük bir görevi vardır. Bu karışık dilin öğretimi esnasında esas emek ve dikkat daima Arapça ve Farsça üstünde toplanarak Türkçe dikkatsizlik edilmiş olduğu şeklinde, yazı yazarken de Arapça ve Farsça terkipler yapmak hevesi Türkçe’ye itina etmeğe zaman bırakmamıştır. Bu hususla, Türkçe’ye çevrilirken cümle unsurları Türk cümlesine uygun bir sıraya konmadan yerli yerinde bırakılan Arapça ve Farsça’dan yapılmış tercümelerin de oldukça tesiri bulunduğunu unutmamak lâzımdır. Hülâsa, Osmanlıca’nın düzyazı sahasında Türkçe, bünyesine aykırı bir yapıya haiz cümlelerle bozuk seviye bir yazı dili manzarası göstermiştir. Bu bozuk düzenliği en oldukça Osmanlıca’nın ikinci devresinde görüyoruz. ilk devrede çeviri tesiri oldukça hissedilmekle birlikte Eski Anadolu Türkçe’sinden devralınan düzyazı dilinde cümle yapısı oldukça sağlamdır. Fakat ikinci devrede bu yapının Türkçe olan tarafı kalmamıştır denilebilir.

Cümle yapısındaki bozukluğun nisbeti ise yabancı unsurların derecesi ile cümle uzunluğuna bakılırsa değişik olmuştur. Yabancı unsurları fazla ve cümleleri uzun olan yazılarda bozukluk oldukça olmuş, oldukça mütevazi ve kısa cümleli olan yazılarda ise daha azca olmuştur, Osmanlıca’nın son devrine ulaşınca, bu devrede düzyazı dilinin kısa zamanda Türkçe cümle yapısına kavuştuğunu görmekteyiz. Tanzimatla birlikte nesirde artık Türk cümlesi sağlam bir yapıya haiz olmuştur.

Bu devir cümleleri, eskisi kadar olmamakla birlikte, gene bir fazlaca uzun olmuşlar, fakat meydana getirilen Türkçe’ye aykırı düşmemiştir, Arada sırada bozuk cümlelere rastlanmakla birlikte umumî olarak düzyazı dilinde cümle yapısının büyük bir selâmetle çıkmış olduğu açıkça görülmektedir. Bu devrede nazım dilinde ise cümleler eskisinden daha çok uzun olmak yoluna girmişlerdir.

Yeni edebiyatla birlikte mânânın bir beyitte tamamlanması mecburiyeti ortadan kalkınca bir cümle icabında bir kaç mısra içine yayılmış, böylece bilhassa devrenin sonlarına doğru uzun nazım cümleleri ortaya çıkmıştır. böylece cümlelerde ender olarak kimi zaman yapı sakatlıkları görülmekle birlikte, Osmanlıca’nın bu son devresinde de, cümleler birazcık uzadığı hâlde umumî olarak nazım dilinin cümle yapısı her zamanki şeklinde sağlam kalmış böylece Osmanlıca’nın ömrü tamamlandığı süre Türk cümlesi hem nazım dilinde, hem düzyazı dilinde Türkiye Türkçe’sine sağlam bir yapı ile girmiştir.

Prof. Dr. Muharrem Ergin

Osmanlı Türkçesi Zamanı

Türkçe, tarih süresince oldukça geniş bir alanda konuşma ve yazı dili olarak yaşamıştır. Bunun sonucu olarak da Şimal Türkçesi (Kıpçakça), Doğu Türkçesi (Çağatayca) ve Batı Türkçesi şeklinde yazı dilleri ortaya çıkmıştır. Batı Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Azerî Türkçesi diye iki kolda gelişmiştir. Osmanlı Türkçesi, 24 Oğuz boyunun konuşmuş olduğu Oğuz şivesine dayanmaktadır.

Osmanlı Türkçesi’ne, ilim adamlarımız tarafınca Tarihî Türkiye Türkçesi denilmesine karşın söyleniş kolaylığı sebebiyle olsa gerek Osmanlıca adı yerleşmiştir. Osmanlıca da kendi içinde kronolojik esasa bakılırsa sınıflandırılmıştır:

Osmanlıca-Dönemlere Nazaran Sınıflandırma

  1. Eski Osmanlıca (Eski Anadolu Türkçesi): 11.yy.’dan, 15.yy. sonuna kadar,
  2. Klasik Osmanlıca: 16.yy.’dan, 19.yy.’ın ikinci yarısına kadar,
  3. Yeni Osmanlıca: 19.yy.’ın ikinci yarısından 20.yy.’a kadar.

20.yy.başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde Türkçülük fikrini doğurmuş ve Çağıl Türkiye Türkçesi periyodu adım atmıştır. 1928 senesinde meydana getirilen Harf İnkılabı ile Latin alfabesinin kullanılmaya başlaması ile Osmanlıca’nın kullanımı son bulmuştur.

Osmanlıca, Arapça ve Farsça’nın belirli ölçü ve kurallar içinde Türkçe ile birleşmesinden doğan, bu yazı ile verilen eserlerle bir uygarlık yazısı halini almıştır.

Osmanlı Devleti’nin yıkılışının peşinden kullanımdan kalkmıştır. Sadece Türk Zamanı’nin son 1000 yılına yakın bir periyodu bu yazı ile yazılmış olduğundan bu yazı araştırmacılar, edebiyatçılar ve tarihçiler tarafınca birinci derecede mühim ve bilinmesi mecburi bir dildir.Osmanlıca Hakkında (Yılmaz KURT, Osmanlıca Dersleri 1, Akçağ Yayınevi, 5. Baskı, Ankara 1999, S.1)

Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle altyapısı üstünde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsça’yı serbestçe kullanma imkânı tanımasıdır. Günlük dilden değişik ve karmaşık kuralları olan bu dili ustalıkla yazma becerisine inşa adı verilir. Bu beceri uzun bir eğitim süreci ile kazanılırdı.

Osmanlı yazı dili 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında klasik biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı tesirindeki edebiyatın gelişmesiyle süratli bir evrime uğrayan Osmanlıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından kısa bir süre sonrasında meydana gelen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda kullanımdan kalktı.

Osmanlıcanın Beslendiği Kaynaklar

Türkçe yazı diline Arapça ve Farsça sözcüklerin girişi İslamiyetin kabulüyle adım atar. Türkiye Türkçesi’nde 13. yüzyıla ilişik en eski metinlerde toplam kelime hazinesinin üçte biri ila yarısı Arapça ve Farsça alıntılardan oluşur. Sadece 15. yüzyıl ortalarına dek kullanılan yazı Türkçesi, günümüz konuşma dilinden yapıca oldukça uzak değildir. Devrin şiir ve düzyazı örneklerinden birçoğu, konuşma Türkçesine yakın yapıdadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda orta ve yüksek eğitim sistemi Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) yapılanıp Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde olgunlaştı. Eğitim dili yalnız Arapça idi. Dolayısıyla bu dili bilmek ve rahatça kullanabildiğini göstermek, eğitimli olmanın gereği sayılırdı. Seçkin bir azınlık, klasik edebiyat dili Farsça’yı da öğreniyordu. Klasik Arap ve Fars literatürünün kaynaklarını tanımak, bu iki dilin dilbilgisi ve söz varlığının nüanslarına hakim olmak, kültürlü bir Osmanlı’yı rahat halktan ayırdeden özelliklerdi.

Klasik Osmanlı kültürünün önceliklerine garip bir örnek, devrin en popüler Farsça sözlüğü olan Burhan-ı Katı Lugatidir. Farsça temel kelimeleri özetlemek gerekirse geçen bu lügat, Farsça kelimelerinin minimum malum anlamlarını, gün yüzü görmemiş nüanslarını, azca duyulmuş şiirlerdeki hususi kullanımlarını açıklamakla övünmekteydi. [1]

“Osmanlıca” Adlandırma Meselesi

Klasik devirde “Osmanlıca” ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden -Arapça, Farsça, Türkçe- (elsine-i selase) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. “Türkçe” ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan rahat dile verilen addı.

Sadece 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle beraber “Osmanlı dili” tartışmaları yoğunlaştı. Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçe’nin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler Şinasi, Suavi, Ahmet Vefik Paşa şeklinde yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve “Türkçe” diye adlandırılması icap ettiğini altını çizdi.

Cumhuriyet döneminde ise “Osmanlıca” deyimi çoğu zaman negatif bir anlam kazanmıştır. Dil Devrimi’ni izleyen kültürel ortamda, “Osmanlıca”, “Türkçe”den ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. Türk Dil Kurumu’nda 1983’e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakâr kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçe’nin bir lehçesi bulunduğunu vurgulamak amacıyla “Osmanlı Türkçesi” deyimini tercih etti (mesela Faruk Timurtaş, Mustafa Özkan).

Öte taraftan, Osmanlı yazı diline “Osmanlı Türkçesi” adı verildiği süre, bundan oldukça değişik bir dil olan Osmanlı periyodu konuşma Türkçesine ne ad verileceği mevzusu, çözülmemiş bir sorun olarak kalmaktadır.

Osmanlıca Metin Örnekleri

Şeyhülislam Esad Efendi’nin 1725-1732 yılları aralığında yazılan Lehcet-ül Lugat adlı sözlüğünün önsözü, 18. yüzyıl Osmanlıcası’nın bilhassa rafine bir örneği olarak alıntılanmaya kıymet:

“Amed-i medid ve ahd-i ba’iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu’ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti’daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me’ad as’ab-ı min-hart-ül katad olup sadece piş-nigâh-ı ihvan ve hullanda hem-ayar-ı nühas-ı kırılgan olan hey’et-i danişveriyi zaharif-i tafazzul ile temviye ve tezyin edip bezm-gâh-ı sühan-gûyanda iksar-ı sersere ile ser-halka-i ihvab-ı hava-ayin olmuş idim.” [2]

1790 dolayında yazılan bir yiyecek kitabından alınan aşağıdaki bölüm, Osmanlıca’nın nisbeten mütevazi bir örneğidir:

“Türkîde turunc dediğimiz mîveye Farisî’de narenc denir. Portakal derler, İstanbul’da şekerden leziz zuhur etmeye başladı. Hatta nev-zuhur Frenk hekimleri ‘Asitane sahil-i bahr ve ahalisi et’ime-i mütenevvia ile aluf ve fesad-ı dem hasebiyle iskorpit illetine mübtelalardır. Elbet beher yevm bir dane portakal ekli lazımdır ve vacibdir.’ Maa-haza kendüleri illet-i müstekreh-i frengîden muallel olup bahusus oldukları arzda portakalı sadece kibarı görebildiğinden Asitane’de kesreti kendülerini fanatik eylediğinden hezeyan-ı gûna-gûn ederler. Maa-haza alil-ül mizac olan ihvana muzır olmak melhuzdur.” [3]

Devrin konuşma Türkçesinin sesini, klasik Osmanlı eğitimi almış yazarların metinlerinde tanımak oldukça güçtür. Buna karşılık Osmanlı eğitimi almamış bir İstanbullu Ermeniye ilişik olan aşağıdaki metinde, günümüz Türkçesinden neredeyse ayrımsız bir sokak diliyle karşılaşırız. 1736 senesinde İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi’nin seyahatnamesi, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme alınmıştır.

“Yezd ile Kerman içinde kum deryası dedikleri vardır ki inceliği ve beyazlığı saat kumu gibidir ve bir köyleri vardır ki yolcular konar. Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üstünde birbuçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule şeklinde miller yapılıdır ki karşına meblağ da o şekilde gidersin. Eğer o milleri sağına yada soluna alır isen, yolu şaşırırsın ve birer ikişer minare derinliğinde kum ile dolmuş hendekler vardır ki asla belli değil. Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider.” [4]

Dipnotlar:

  • Çevirmen Asım Efendi, Burhan-ı Katı Tercemesi, TDK Y. Ankara 2000.
  • Mehmed Esad Efendi, Lehcetü’l-Sözlük, haz. Ahmet Kırkkılıç, TDK Yay. Ankara 1999, s. 5.
  • Ahmed Cavid Bey, Çeviri-i Kenzü’l İştiha, haz. Seyyit Ali Kahraman & Priscilla Işın, Kitap Yay. İstanbul 2006, s. 83.
  • Tanburi Harutiun, Tahmas Kulu Han’ın Tevarihi, Latin harflerine çeviren Esat Uras, TTK Yay. Ankara 1942, s. 15.

Osmanlıca Öğreniminde Kaynak Eserler

Osmanlıca’nın öğreniminde, haiz olunan bilginin geliştirilmesinde ve bu yazıya ilişkin öteki işlemlerin gerçekleştirilmesinde başvurabileceğimiz bazı kaynaklar:

A) Lügatlar (Sözlükler)

  1. Kâmûs-ı Türkî (Şemseddin SÂMÎ, Alfa Yay., İstanbul 1998)
  2. Yeni Tarama Sözlüğü (TDK Yay., Ankara 1983)
  3. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (MEB Yay., İstanbul 2004)
  4. Osmanlıca’da Kullanılan Arapça ve Farsça Edat Zarf Deyim ve Terkipler (Mustafa Kemal Atatürk Üni. Fen-Edebiyat Fakültesi Yay., Erzurum 1990)
  5. Osmanlıca-Türkçe Lûgat, Ferit Devellioğlu

B) Ders Kitapları

  1. Osmanlı Türkçesine Giriş (Faruk K. TİMURTAŞ, İÜ. Edebiyat Fak. Yay., 10. Baskı İstanbul 1991)
  2. Osmanlıca Dersleri (Muharrem ERGİN, Boğaziçi Yay., 22. Baskı, İstanbul 2000)
  3. Tatbikatlı Osmanlıca İmlâ Rehberi (Osman ŞERİFOĞLU, Umut Yay., İstanbul 1996)
  4. Osmanlıca Dersleri 1 (Yılmaz KURT, Akçağ Yay., 5. Baskı, Ankara 1999)

Ek olarak bakınız ⇒

Türkçenin Zamanı Gelişimi

Türk Dili

Bul-Tikla

Son Yazılar

ABD, 30 yıl sonra ‘sağlıklı gıdalar’ listesini güncelledi: Hangi gıdalar çıktı, hangileri girdi?

ABD'de yetkililer, 30 yıl sonrasında ilk kez “sıhhatli gıdanın” ne işe yaradığını tekrardan tanımladı ve…

2 saat ago

Lazarus: Lars Kepler Kitap Özeti, Konusu ve Karakterleri

Lazarus'un Genel Özeti Lazarus, ünlü yazar Lars Kepler'in kaleme aldığı sürükleyici bir thriller romanıdır. Kitap,…

2 saat ago

Ne Xeber Var Şarkı Sözü

AZERİCE SÖZLERİ Elə bil ki sənə yad olub ayrılıq dərdi Axı dərdə düşən yenə qovuşmağ…

2 saat ago

Aşktan Giderken Şarkı Sözü

Ne ilk ne sonuncusun Düşüp de bu tuzağa kaybeden Kendini terk eder insan Aslen aşktan…

2 saat ago

Ayrılmısıq Şarkı Sözü

AZERİCE SÖZLERİ Biz hər şeyi bilə bilə ayrılmışıq Dərd çəkmişik ölə ölə ayrılmışıq Ürəyi mənim…

3 saat ago

Robotlar vardır: Yapay zekâ haklarını kim koruyacak?

Suni zekâ günlük yaşamımıza girdiğinden bu yana mevzu genel olarak birkaç bağlamda tartışılıyor. İşimizi elimizden…

8 saat ago