M.S. 79’da Vezüv yanardağının patlamasıyla Pompei’deki yıkım, insanlık tarihinde en büyük iz bırakan felaketlerden biri. Yağmur şeklinde yağan kül ve ponza taşları, ölülerin izlerinin düştükleri yerde korunmasına ve bizlere süre içinde donmuş insanların kimlikleri ve ilişkileri hakkında tahminler yapmamıza fırsat tanıdı.
Sadece biz insanoğlu kusurlu canlılarız. Ne kadar objektif olmaya çalışsak da, algılarımız ve önyargılarımız gözlemlerimizi çarpıtabiliyor. Pompei kurbanlarından alınan DNA üstündeki yeni bir çözümleme, onlarla ilgili varsayımlarımızın yanlış bulunduğunu göstererek bizlere Vezüv tarafınca yok edilmeden önceki Pompei yaşamı hakkında içgörüler sağlıyor.
“Sağladığımız bilimsel veriler, yaygın varsayımlarla daima örtüşmüyor” diyen Harvard Üniversitesi’nden genetikçi David Reich, konuşmasını şu şekilde sürdürüyor:
“Dikkat çekici bir örnek kız kardeş yada anne-kız olduğu kabul edilen iki kişiden minimum bir tanesinde bir adama ilişkin genetik izler bulunmuş oldu. Bu bulgular, geleneksel cinsiyet ve aileyle ilgili varsayımlarımızın sorgulanmasını sağlıyor.“
Pompei yanardağ faciası ile ilgili emekler nasıldı?
Vezüv patladığında Pompei üstüne dökülen volkanik parçacıklar, bir tür anlık fosilleşme süreci şeklinde işledi. Bu parçacıklar, ölmüş insanların üstüne ve çevresine düşerek aynı yerde kaldılar. Cesetler zaman içinde çürüyerek külün içinde boşluklar bıraktılar.
Pompei’deki harabeler 19. yüzyılda tekrardan ortaya çıkarıldı. 1870’li yıllarda, boşluklara alçı dökülerek ölen kişilere ilişkin bedenlerin kalıpları oluşturuldu. Sadece korunmuş olan yalnız bedenlerin şekilleri değildi, geride kalan kemikler de alçıyla mühürlenmişti.
19. yüzyılda kalıpları meydana getiren arkeologlar, gelecekteki hızla gelişen teknolojinin ortaya çıkışını öngöremeseler de, çalışmalarının 150 yıldan fazla bir süre sonrasında fazlaca kıymetli olacağını kanıtlamış olacaklardı. Şu sebeple kalıplar, kurbanların genetik yapısı için bizlere ciddi veriler sağlıyor. Bu da Pompei ve Roma periyodu İtalya’sındaki yaşam hakkında bilgiler edinmemize destek oluyor.
İtalya’daki Floransa Üniversitesi’nden adli kazıbilimci Elena Pilli liderliğinde meydana getirilen bir çözümleme, şu anda restorasyon aşamasında olan 86 kalıptan seçilen 14 alçı kalıptan parçalı iskelet kalıntıları üstünde gerçekleştirildi. Bunun {hiç de} kolay bir iş olmadığını söyleyen Harvard Üniversitesi ve Almanya’daki Max Planck Evrimsel Insanbilim Enstitüsü’nden antropolog Alissa Mittnik, ScienceAlert’a verdiği demeçte şunları söylemiş oldu:
“Hem volkanik patlama esnasında yaşanmış olan aşırı ısı hem de alçı döküm işlemi, uzun soluklu DNA korunması için zararı dokunan olabilir. Genetik analizlerde çoğu zaman kafatasının iç kulak kısmı yada dişler şeklinde DNA’yı muhteşem şekilde koruduğu malum iskelet parçalarını hedef almaya çalışırız. Bu çalışmada, yalnız restorasyon aşamasındaki hasarlı kalıplarda açığa çıkan iskelet kısımlarından örnek alabildiğimiz için daha azca seçici olmak zorunda kaldık. Bu koşullar altında eski DNA elde etmenin zorluğu, 14 örneklenen bireyden yalnız altısının bizlere genetik veri sağlaması gerçeğinde açıkça görülmektedir.“
Sadece bu altı şahıs, Pompei kurbanları hakkında bildiğimizi sandığımız şeylerin gerçeklikle bağdaşmadını anlamamız açısından kafi oldu.
Kalıplar kusursuz değildi. Ayrıntıları yalnız gözle ölçmek birazcık zor olabilir, bu yüzden arkeologlar öteki ipuçlarına güvendi. Evladı kucaklayan kişinin taktığı heybetli altın bileziğin bir hanıma ilişkin mücevher olduğu düşünülüyordu. Her bir çiftin şefkatle kucaklaşması kadınsı olarak yorumlanıyordu. Bu varsayımların her ikisinin de yanlış olduğu ortaya çıktı.
Pompei’deki meşhur Altın Bilezik Evi’nde, ebeveyn ve iki çocuk olarak yorumlanan dört ferdin de birbirleriyle genetik olarak ilişkili olmadığı ortaya çıktı. Kucaklaşan çiftteki minimum bir şahıs erkekti, muhtemelen diğeri de öyleydi. Elde edilmiş bulgular, Pompei için hayal ettiğimizden fazlaca daha derin ve karmaşık bir cemiyet bulunduğunu gösteriyor.
“Bazı kurban gruplarını bilimsel olarak incelemeden ilkin onlarla ilgili geleneksel anlatıları karşılaştırmıştım ve bana makul gelmişlerdi. Bu sebeple genetik sonuçların bu insanların konularında ‘görünenden’ daha fazlası bulunduğunu görmek beni oldukça şaşırttı.” diyen Mittnik, “Bulgular, çağıl Batı sezgilerini yansıtmayabilecek Roma toplumundaki cinsiyet ve aile dinamiklerine ilişkin kolay yorumları tekrardan düşünmemizi sağlıyor” ifadelerini kullanıyor.
Analizler ek olarak Pompei’de tahmin edilenden daha büyük bir genetik çeşitlilik bulunduğunu ortaya koymuş. İncelenen Pompei kurbanları, mahalli bölgede yüzyıllardır yaşayan insanlardan ziyade, Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu’dan gelen nispeten yeni göçmenlerin soyundan geliyordu.
Bu durum, Batı İtalya’nın Roma bölgesinde daha geniş çapta görülen çeşitliliğe benzemekte olup, Roma İmparatorluğu genelinde ticaretin güçlenmesiyle kolaylaşan küreselleşmenin ilk adımlarını yansıtıyor.
Binlerce kişinin yaşamış olduğu bir şehirdeki altı şahıs üstünden erişilen bu veriler, bizlere yalnız binlerce yıl ilkin yaşamış insanların hayatlarına yeni bir görüş açısı kazandırmakla kalmıyor, bununla birlikte insanlık zamanı üstüne doğru bir emek verme yapmak istiyorsak önyargılarımızı denetim etmemiz icap ettiğini de hatırlatıyor.
ScienceAlert’e konuşan Mittnik, sözlerini şu şekilde noktalıyor: “Bulgularımız bazı geleneksel anlatılara meydan okumamızı sağlarken, aynı hatayı tekrarlamamak için dikkatli olmamız icap ettiğini gösteriyor. Bunun yerine, sonuçlarımız çeşitli kanıtları bütünleştirmenin ve çağıl varsayımları eski bağlamların üstüne bindirmemenin önemine vurgu yapıyor.”
Kaynak: ScienceAlert / Yaratı Şahin tarafınca Türkçeleştirildi