Refik Durbaş (d. 10 Şubat 1944, Pasinler, Erzurum – ö. 1 Aralık 2018, İstanbul) Ozan, yazar.
Refik Durbaş, 10 Şubat 1944’te Erzurum’un Pasinler ilçesinde hayata merhaba dedi. İzmir Necatibey İlkokulu, Karataş Ortaokulu ve İzmir Namık Kemal Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Kısmı’ndeki öğrenimini bitirmeden ayrıldı. 1965-1968 içinde çeşitli işlerde çalıştı. Yeni İstanbul ve Cumhuriyet gazetelerinde düzeltmenlik yapmış oldu. 1983’te Cumhuriyet gazetesinin düzelti şefi oldu.
İlk şiiri İzmir’de Ege Ekspres gazetesinin sanat sayfalarında gösterildi. Devinim, Gosteri, Sanat Vakası, Soyut, Papirüs benzer biçimde dergilerdeki şiirleriyle dikkat çekti. Dostlarıyla beraber 1962-1964 içinde “Evrim” dergisini, 1967’de de “Alan 67” dergisini yayınladı. “Yeni A” dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapmış oldu. Gazetelerde sanat sayfaları hazırladı.
İkinci Yeni esintisi ile başladığı şiir yaşamı, zaman içinde toplumcu yönelim kazanmıştır. Kendine özgü dili ve benzetmeleriyle, baştan beri tavrını ve varlığını keskinleştiren, anlam kadar biçime de ehemmiyet veren şiirler yazdı.
Çarşıların, işçi kızların, pazar yerlerinin, çay evlerinin dünyasını yansıtan ozan olarak tanındı. Şiirinde günlük konuşma dili içine ustaca serpiştirilmiş eski sözcükler de kullandı.
Refik Durbaş’ın Eserleri
Şiirleri
- Kuş Tufanı (1971)
- Hücremde Ayışığı (1974)
- Çırak Aranıyor (1978)
- İkinci Baskı (1979)
- Çaylar Şirketten (1980)
- Denizler Sincabı (çocuklar için şiirler,1982)
- Kırmızı Kanatlı Kartal (çocuklar için şiirler, 1982)
- Nereye Uçar Sema (1983)
- Siyah Bir Acıda (1984)
- Bir Umuttan Bir Luktan (1984, toplu şiirler 1)
- Yeni Bir Defter-Şiirler-Bilinmeyen Bir Aşk (1985)
- Adresi Yar (1986, toplu şiirler 2)
- Geçti mi Geçen Günler (1989)
- Menzil (1992)
- Kimse Hatırlamıyor (1994, toplu şiirler 1)
- Nereye Uçar Sema (1994, toplu şiirler 2)
- İki Sevda Içinde Kara Sevda (1994)
- Tilki Tilki Saat Kaç (1995)
- Düşler Şairi (1997)
- İstanbul Hatırası (1998)
Röportaj
- Ahmet Arif Konu alıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu (1990)
İnceleme
- Ozan Cezaevi Kapısında (1992)
- Galata Köprüsü (1995)
- İlhami Bekir’den Mektup Var (1997)
Tecrübe etme
- Yazılmaz Bir İstanbul (1988)
- İki Sevda Içinde Karasevda (1994)
- Yasemin ve Martı (1997)
Seçki
- Türk Yazınında Cezaevi Şiirleri (1993)
- Öykülerle İstanbul (1995)
Yenileştirme
- Yedi İklim Dört Nahiye (1977, Evliya Çelebi’den çocuklar için)
- Şakaname (1983, Evliya Çelebi’den çocuklar için)
- Mavi Alacalı Baston (1983, Muallim Çelebi’den çocuklar için)
Ödülleri
- 1979 Yeditepe Şiir Armağanı Çırak Aranıyor ile
- 1983 Behçet Necatigil Şiir Ödülü Nereye Uçar Sema ile
- 1993 Halil Kocagöz Şiir Ödülü Menzil ile
Refik Durbaş’ın Şiirlerinden Örnekler
ÇIRAK ARANIYOR
Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Özlem hep bana
Bana mı düşer usta?
PUSULA
Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim
suyun vefası ve acılar
-bir de sema
çocuklarım olsa da
Babamın öldüğü yaştayım artık
gurbeti sıla, sılası hicran
Bir de yalnızlık
dostum olsa da
Rüzgârlar yazsın aşkımı
Fakat gönlüm hâlâ
oğlumun âşık olduğu yaşta
-sevdanın pusulası
anılarım olsa da
İki güvercin ey ömrüm
yılların omuzuna tünemiş
biri yaşam, diğeri ölüm
yaşadığım olsa da
Biri Refik, diğeri Durbaş aslen
MENZİL
Onlar ki aydınlık üzre
ecel toprağına
ümit
ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
Onlar ki karanlık üzre
korku mazgalına
zulüm
serdiler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
Onlar ki cehennem üzre
yürekten
aden
süzdüler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
AĞITLAR
Gözleri bir umudu, bir dalgınlığı yaşıyor
Ağzında kalabalık bir öpüşme ormanı
-Kalbindeki katiyyen ben değilim
yüzünde minik inzal kuşları.
TUZAK
Nefretin adresini mi soruyorsun
cinnet yağmurunda kimsesiz kuşların
rüzgârı çalınmış yalnızlığımı mı
sevdanın adresini mi soruyorsun
ayrılığı mavi, hüznü beyaz uçan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
sensin çılgınlığımın zalım deposu
elemin aşktan damıtılmış alevi
taşarken yüzünden hicranın ırmağı
zulmetin vahasını mı arıyorsun
bakışı gül sesi, gülüşü yaz açan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
Fırtınası çalınmış işte umudun
gençliğimin şafağı da haczedilmiş
acının ve aşkın tarihini yazmadan
su menzilinde akşam mı avlıyorsun
ikindisi kumral, baharı azca olan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
Çile kuşatılmaz demedim mi sana
nur heykeli, gün avcısı, ay alevi
yüzü verimli sevdalar tuzağı
kalbimin adresini mi soruyorsun
soyadı hüzünlü, adı naz anılan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
HÜCREMDE AYIŞIĞI
Sesimi sesinin üzerine koyma
kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı
Sesini sesimin üzerine koyma
ağzımda prangası tutuklu rüzgâr
Yanlış arama ölümden başka
kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
mutsuz değilim, hüzünlü asla
Yanlış arama ölümden başka
sırtımda falakası tutuklu rüzgâr
Yüreğimde mezarlar açma artık
kazıdım hücremin duvarına bu sebeple
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi
Yüreğimde mezarlar açma artık
elinde kırbaçları tutuklu rüzgâr
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin asla konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde
artık ne hücrem, ne yalnızlık
eskisinden düşmanım karanlığa
fakat hâlâ yanıyor yüreğimde işkence
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr
-Söyle kim hak kazanmıştır ölüme
ÖZETİ
Kuşların dilini öğrettin bana
çiçeklerin dilini
özlemlerin, eylüllerin, gurbetlerin
akarsuların ve dönemin
ateşi sönmeyen zamansızlığın bir de
Rüzgârın koynunda gündüzün
erguvan burcundan gecelerin
Bir bunun için mi sevmedim seni?
Yalnız ve yalnızca sürgünlerde
nice karasevdaların müebbetinde
çığlıkla çılgınlığım içinde bir
daima unutmak arzu ederdim seni
daima anımsamak bir de
Sonsuz beyazlığında iklimlerin
çırılçıplak lekesiz kentlerin
Bunun için de mi sevmedim seni?
Soruları yanıtlanmış aldanışlar adına
yanıtları belirsiz alışkanlıklar adına
yazlar ve kışlar, elvedalar adına
tekrar tekrar kavuşmalar adına
anılarını taşıyan her şey adına
Yolunu şaşırmış gitmelerin
korkulu ve güzel gelmelerin
Iyi mi ve niçin mi sevmedim seni?
ANIT
Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ateşin övündüğü üç alınteri nebisi
bir şafak vakti zulmün dehlizinde
yiğitlik anıtı süsledi bedenleri
Biri engin denizlerle dost
biri inancın eli açık efendisi
biri sabrın korkusuz aslanıydı
onurun mescidi şimdi cesetleri
Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ölüme ödün vermedi asla biri
BİN KUŞ AYIŞIĞINDA
Şimdi senin soluğunda akşam
çiçekler ve sular kadar yalnızım
bir o denli da esmer saçların
bin kuş esiyor sanki ayışığından
Ölümünün Arkasından …
Müzisyen-Yazar Zülfü Livaneli: Oldukça üzgünüm bu sebeple Refik Durbaş benim şiirlerini beste yaptığım, uzun senelerdir dostum olan biriydi. O unutulmaz ‘Çırak Aranıyor’ şiirini bestelemiştim. Bizim dönem yavaş yavaş elveda diyor dünyaya. Yahya Kemal’in bir şiirinde söylendiği benzer biçimde “Evvel giden ahbaba slm olsun”, Refik’e de slm olsun…
Ozan Ataol Behramoğlu: Refik 1960 kuşağının en iyi, en emsalsiz şairiydi. Gerçek anlamda bir halk evladı, halkın çocuğuydu. Bundan önceki devrin şiiri de içinde olmak suretiyle uygar şiirimizin tüm inceliklerini bilen ve kendi şiir tezgâhında işleyen bir şiir sevdalısı ve ustasıydı. Onun mizahını, çalışkanlığını, dürüstlüğünü yaşadığımız sürece hep anımsayacağız. Şiirleri ise uygar şiirimizdeki emsalsiz ve sağlam yerini hep koruyacak.
Yayıncısı ve yakın dostu Fahri Özdemir:Türk şiirinin en mühim kilometre taşlarından biri daha aramızdan ayrıldı… Yayıncısı olmanın ötesinde benim için bir dost, bir baba, bir sırdaş hepsinden önemlisi iyi bir yoldaştı… Yalansız, çıkarsız bir dünyanın insanıydı. Meyhaneleri oldukca sevmesine rağmen meyhanede soytarılık icra eden şairlerden değildi. Kısacası Refik Durbaş, insandı. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum..
Ozan Betül Dünder: Refik Durbaş’ın ölümü şiir antolojimizin bir periyodunun yazılı olduğu kısmı de kapattı. Orada Ahmet Oktay’ı, Ideal Tamer’i, ve onu hep yan yana düşündüm, andım ve gördüm. Kendiliğinden bir doğallık, söylem ve olanın şiiri. Yaşamın her hali; emeğin, alın terinin ve düşsel olanın birbiri içine girmiş olduğu şiirler. Bu haya başka türlü yaşanmaz dediğiniz bir yaşam. Şiir içinde, insan içinde, emek içinde ve iyilik içinde. Kalemini bırakmadan, inatla, dirençle sürdürülen bir yazma eylemi içinden uğurladık onu. Pes etmeyen, gülümsemeyi unutmayan, “bir şiir işçisi, yürek işçisi” olarak…
Onunla aynı zamanı paylaşmaktan onur duyuyorum. Anısına saygıyla…
Yaşar Miraç: Refik Durbaş, 1960 kuşağının Türk şirindeki en önde gelen ozanlarından biridir ve Türk şiirinde usta bir ozandır. Şiirimizin halklaşmasında büyük emeği vardır. Ne yazık ki entel bazı İstanbul takımının kastı ona gerektiği kadar ehemmiyet vermemiştir ve değerlendirmemiştir. Şu an son olarak örneği ise TÜYAP Onur Ödülü’nün aslen Refik Durbaş’a verilmesi lazımdı. İzmir’de onu aday yaparak, sanki İzmirliymiş benzer biçimde hakkı yenildi. Bu yıl ona yakışırdı ve onun için oldukca anlamlı olurdu. Bu içimde uhde kaldı bunu söylemek isterim. Refik Durbaş’ı zorla kabul etmişlerdir. Bundan dolayı halk evlatları daima bu şekilde zorluklarla karşı karşıya kalır kendini bazı ‘entel’ sanan çevreler sebebiyle. Refik halk çocuğuydu, halk ozanıydı ve öyleki yaşayacaktır halkın temsilcisi olarak.
Ozan Haydar Ergülen: Oldukça sevdiğim, aslen her insanın oldukca sevilmiş olduğu bir ozan. Bunu söylemek lazım. Bence tüm şairlerin “Refik Ağabey” siydi o. Cemal Süreya’dan sonrasında kim bilir ağabeyliği bu kadar hak eden ikinci ozan o’dur. Bundan dolayı Cemal Süreya bizim “Cemal Ağabey”imizdi ondan sonrasında da ‘Refik Ağabey’imiz oldu. Aynı meşrep, aynı terbiye, aynı tevazu, aynı gençlik, aynı iyilik, aynı yerellik, aynı evrensellik. Tüm bu tarz şeyleri toplamıştı. O yüzden oldukca kıymetli bir şairdi. Ustaydı fakat hep ‘çırak’ benzer biçimde davrandı. “Çırak ağabey” doğrusu. Hep içinden geldiği toplumu, işçi sınıfını, köylüleri yoksulları, çırakları, uykusuzları, mülksüzleri asla unutmadı. Hep onların şiirini yazdı. “Çaylar Şirketten” benzer biçimde şiirler hakkaten Türk şiirine Refik Durbaş’ın oldukca büyük armağanıdır. Şiire yepyeni bir tat kattı. Ve bence oldukca etkisi altına alan bir şiir dili yarattı. Kendi dili de oldukca tatlıydı. Türk edebiyatına katmış olduğu tat oldukca farklıydı. Şiir haricinde son yıllarda bilhassa BirGün’de yazıyordu. Yazılarında anılarını anlatıyordu. Edebiyatımızın güler yüzlü tarihçisiydi. Şimdi öyleki biri yok. Ben bunu şimdi öldüğü için söylemiyorum. Zamanı o tatminde yazan kimse yok artık. Ben de bu sebeple 63 yaşındayım ve yaşlandım, bu kuşağı biliyorum. Refik Durbaş, son edebiyat tarihçisi oldu diyebilirim.
Feridun Andaç: Refik Durbaş 1960 Kuşağı’nın mühim şairlerinden birisi. Kendine özgü bir şiir duyarlılığı, poetik yolculuğu olan bir şairdi. Ben onun şiirini değerlendirirken, hep Doğu anlatıcılarının söz dağarcığını, arkaik duyarlılığını bugüne taşıyan ozan olarak nitelendiriyorum. Şu demek oluyor ki ‘Kuş Tufanı’ndan ‘Hücremdeki Ayışığı’, ‘Çırak Aranıyor’ ki şiirinin ana damarını belirleyen bu üç kitap. Hakikaten onun poetik yolculuğunu hem 60 kuşağının değişik bir ses değişik bir duyarlılık olma hususi durumunu taşıyor. Başlangıçta İkinci Yeni’nin tesirleri şiirlerinde görülse de daha oldukca 1940 Kuşağı, Nâzım Hikmet’in şiiri, yaşanmış olan dönem. Hatta hatta Türk şiirinde pek görülmeyen bir gerçeklik, bilhassa bu göç olgusu. Göç olgusunun büyük şehirlerde yarattığı insan tipolojisi, bizim Sait Faik’te Orhan Kemal’de gördüğümüz o minik insanoğlunun serüveni ilk kez denilebilir ki Refik Durbaş’ın şiiriyle şiire girdi. Bu kendine özgülük 60 Kuşağı’nın İkinci Yeni kuşağının bir özelliği doğrusu aynı dönemde yaşasalar da aynı siyasal, toplumsal olayların gölgesinde kendi varoluşlarını ortaya koysalar da başlı başına Türk şiirinin geleneksel damarı divan şiiri de var bunun içinde, halk şiiri de var, çağdaş Türk şiiri de var, Yahya Kemal de var, Ahmet Haşim de var, Nâzım Hikmet de var. Bu yolculuğun kılcal damarlarını iyi özümsemiş bir şairdi aslen. O özümsediği için bunların üstüne kendi şiirini var etti. Hatta anlatımcı bir şiire doğru evrildi şiir yolculuğu. Bu da onun bir ihtimal gazeteciliğinden, düzyazıya olan ilgisinden meydana gelen bir şey. Bundan dolayı Refik Durbaş’ın şiirinde masalların ve hal hikâyelerinin doğrusu sözlü edebiyatın da ipuçlarını da görürüz. Onu bu şekilde nitelendirmek gerekiyor.
PEN Türkiye Yönetim Kurulu: “Refik Abi sen beni niye ağlattın?” Ahmet Erhan bu şekilde yazmıştı. Refik ağabey bugün bizi ağlattı. Şiirimizin ustalarından, fakat daima ‘çırak’ benzer biçimde davranan Refik Durbaş. Şiiri yurdu benzer biçimde, yurdunu şiir benzer biçimde sevmiş oldu. Bu yüzden en oldukca yurtsuzların, kimsesizlerin, gurbetçilerin şiirini yazdı. Şiirimize her dilde rahatça söylenebilecek mahalli tatlar kattı. Kendi dili de öyleki tatlıydı. Açık ve Erzurum yaylası benzer biçimde geniş bir yürekle sevmiş oldu insanları, şairleri, yazarları. Ikimiz de onu, şiirini, dilini, kişiliğini oldukca sevdik. O hepimizin Refik Ağabey’siydi, bugün bizi ağlattı. Üyemiz, canımız, kıymetli arkadaşımız Refik Durbaş, eserleriyle yaşayanlar arasına katıldı. Önünde sevgiyle saygıyla eğiliyoruz.
Eray Canberk: Refik oldukca eski arkadaşımdı. Hem arkadaşımı hem de oldukca sevdiğim bir şairi yitirdim. Refik’in şiirlerini şu açıdan oldukca önemserim, bir Anadolu insanının fakat büyükşehirde yaşayan bir Anadolu insanının tüm gözlemlerini ve duygularını yansıtır. O açıdan oldukca önemserim, oldukca severim. Onun haricinde söyleyecek oldukca şey var fakat Refik, ‘Mecnun’ Refik’ti ve bununla birlikte Refik’im Refik’ti. (Kaynak: birgun.net)