Sessiz Ev, Orhan Pamuk‘un Cevdet Bey ve Oğulları adlı ilk romanından sonrasında 1983 senesinde piyasaya sürülen ikinci romanıdır.
Sessiz Ev Mevzusu:
Biri tarihçi, biri devrimci, biri de varlıklı olmayı kafasına koymuş üç torunun, 1980 yazında İstanbul’dan elli kilometre uzakta, Cennethisar’da yaşayan babaannelerinin konağında geçirdikleri bir haftanın öyküsüdür.
Sessiz Ev Özeti:
Yüzyılın başlangıcında, siyasetle uğraştığı için İstanbul’dan uzaklaştırılan, sürgüne gönderilen dede, Cennethisar’da bir konağa yerleşmiş Tüm yaşamını Doğu ile batı arasındaki uçurumu bir çırpıda kapatacağını sandığı büyük bir ansiklopedinin yazımına vermiştir. Öldükten sonrasında babaanne ve yanında çalıştırdığı cüce bir kahya tek başlarına yaşayıp gitmektedirler. Her yaz olduğu benzer biçimde bu yaz da şehirden gelecek torunları beklemektedirler. Torunlar ulaşınca, tam babaannenin düşündüğü benzer biçimde aynı konuşmalar yapılır ve hepimiz kendi odasına ve kendi hayatına çekilir. Babaanneyle birlikte dedelerinin mezarını ziyaret ederler. Kitapta bekirki bir mevzu işlenmemekte. Aslına bakarsak kitapı garip meydana getiren da bu. Vakalar esnasında kişilerin kendi bakış açılarından düşüncelerini anılarını öğreniyorsunuz.
Genel olarak iki aşk hikayesi işlenmiş. Aslına bakarsak ikisi de platonik. Torunlardan önde gelen Nilgün’e hala Cennethisarda oturan eski çocukluk aşkı ilgi gösteriyor. Adı Hasan olan bu platonik aşık geçen vakit içinde solcu görüşlerin tesirinde kalmış ve kasabada sanki onların bir adamı olarak yardım parası manasında haraç toplamaktadır. Öteki bir torun olan Metin ise Ceylan adındaki varlıklı bir kıza aşıktır. Bir süre sonrasında evdekilerin de bundan haberleri olacaktır. Faruk Bey uzun süredir aşırı derecede içki içmektedir. Ev halkı ve babaane bunu görüp elinden bir şeyin gelmemesi sebebiyle üzülmektedirler. Vakalar bir çok vakit kişilerin kendi anılarıyla kesilemktedir. Kitabın sonlarına doğru Nilgün’ün cumhuriyet gazetesi aldığını gören Hasan Nilgün ile tartışırlar. Münakaşa sonucu yere düşen Nilgün bigün sonrasında beyin kanamasından yaşamını kaybeder.
Sessiz Ev Ana Fikri:
Doğu ile batı arasındaki uçurumun aniden bulunan bir buluşla değil sadece ve sadece insanların kafalarındaki değişimle kapatılabileceği.
Sessiz Ev Kitabındaki vakalar ve şahısların değerlendirilmesi:
- Babaanne : (Fatma Hanım)90 yaşına gelmiş, torunlarını seven sadece onların babaannelerine soğuk davranmalarınından hoşlanmayan, daha çok ilgi isteyen evin sahibesi.
- Faruk Bey : Kendisini içkiye kaptırmış, hayatta kaybettiklerini unutmaya çalışan ve gelecekten umudunu tamamen kesmiş biri.
- Nilgün : Torunlardan ikincisi. Kim bilir babaanneyi anlayan en iyi insan. Ufak yaşta anne ve babasın yitirmiş olması ve kız torun olmasından dolayı hayaa birazcık daha değişik bakan bir şahıs. Hasan’ın kendisine aşık olduğundan uzun bir süre habersiz.
- Metin : Cennethisar’a birazcık olsun eski günleri tazelemek ve yeni aşklar yaşamak için gelmiş biri. Kasabadaki dostlarıyla beraber dolaşıp vakit öldürür.
- Recep : Evin cüce uşağı. Babaanneye bakıyor. Kasabalılar cüce olduğundan birazcık acayip davranıyorlar. Kalabalıktan ve değişimden babaanne benzer biçimde pek hoşlanmayan biri.
Behçet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (İstanbul: Varlık, 1994), s. 329-330’da Sessiz Ev’in vaka örgüsünü şöyleki özetler:
Roman, Gebze’ye bağlı Cennethisar’da eski, büyük, sessiz bir evde adım atar. Evin sahibi yaşlı, yalnız, acılı bir hanımdır: Fatma Hanım roman süresince Büyükhanım ve Babaanne olarak da anılır. Evin tüm işlerinden cüce Recep mesuldür. Büyükhanım’ı yedirip içirmek, kaldırıp yatırmak, bulaşıkları yıkamak, evi silip süpürmek, çarşıya gidip gelmek hep onun görevidir. Büyükhanım’ın üç torunu yedi gün kalmak suretiyle ertesi gün buraya geleceklerdir. Bunun için evde yapılması ihtiyaç duyulan hazırlıklar tamamlanmıştır.
Fatma Hanım gece yatağında torunlarını düşünür, onlarla neyi, iyi mi konuşacağını tasarlar. Sonrasında zihni geçmişe dalar. Ölü kocası Selâhattin Bey’i anımsar. Bir film şeridi benzer biçimde yaşamı gözlerinin önünden geçer. Tabip Selâhattin Bey özgür düşünceli bir kişidir. İttihat ve Terakki yönetimini beğenmez. Bundan dolayı, Talat Paşa’nın da baskısıyla İstanbul’dan ayrılmak, Gebze’ye gitmek zorunda kalmıştır. Şimdi Fatma Hanım’ın oturmuş olduğu ev işte o sürgün yıllarında yapılmıştır.
Belirlenen günde torunlar gelirler. En büyükleri Faruk tarihçidir, üniversitede doçenttir. Nilgün toplumbilim öğrencisidir, devrimcidir. Metin lisede öğrenim görmektedir. ABD’ya gidip orada varlıklı olmayı kurmaktadır. Konuşmalar sürerken Recep sofrayı kurar. Yemekten sonrasında Faruk’la Nilgün uzun bir söyleşiye dalarlar. Metin kapağı dışarı atar, arkadaşı Vedat’ı arayıp bulur. Beraber varlıklı evlatlarının oluşturduğu topluluğa katılırlar. Metin onlar içinde karşılaşmış olduğu Ceylan adlı kızdan pek hoşlanır.
Ertesi gün Büyükhanım’la torunları Selâhattin Bey’in mezarına giderler. Yakarış ederler. Fatma Hanım kendini tutamaz, ağlar. Torunlarının duyarsızlığına üzülür. Faruk Gebze Kaymakamlığı Arşivi’nde araştırma yapar. Eski gazete ve dergilerle mahkeme dosyalarını incelemeye girişir. Bundan büyük bir tat alır. Amacı, yörenin geçmişini gün ışığına çıkarmaktır. Akşamleyin yemekte o gün okumuş olduğu belgeler üstünde tartışırlar. Metin her gün çılgınlar benzer biçimde gezip eğlenir. Yiyip içer. Sarhoş olduğu bir sırada Ceylan’a sevgisini açıklar, fakat kız oralı olmaz.
Recep evimizdeki işleri bitirdikten sonrasında geceleyin gezmeye çıkar. Yalnız başına sokaklarda dolaşır. Gençlerin boyunun kısalığıyla eğlenmesinden çekinir. Recep’in yeğeni Hasan sağcı bir teröristtir. Teşkilat dostlarıyla geceleri yollara, duvarlara afişler asar, sosyalizmi, komünizmi kötüleyen sözler yazarlar. Gündüzleri tehditle ve uydurma makbuzla esnaftan para toplarlar. Hasan, Nilgün’ün çocukluk arkadaşıdır ve ona eğilim duymaktadır. Kız bunu sezer, fakat Hasan’a yüz vermez. Her sabah erkenden bir kitapla kıyıya gider, orada hem okur, hem de denize girer. Dönüşte bir Cumhuriyet Gazetesi alır. Hasan onu izler ve solcu bulunduğunu anlamış olur. Durumu arkadaşlarına açar. Onlar bu şekilde bir kıza ilgi duymasını hoş görmezler. Kızarlar. Aralarında anlaşırlar: Kızın yolunu kesecek ve ona bir fenalık yapacaklardır. Hasan denizden dönerken Nilgün’ün karşısına çıkar. Amacı, arkadaşlarının kurduğu planı ona bildirmektir. Fakat Nilgün onu dinlemez, “Kirli faşist!” diye bağırır. Bunun üstüne Hasan’ın tepesi atar, kızı sokakta kıyasıya dövüp kaçar. Nilgün’ü Recep’le eczacı hanım eve götürürler. Eczacı hastaneye yatırılmasını önerir, fakat Nilgün razı olmaz. Oysa yüzü morarmıştır, vücudu çürükler içindedir.
Geceleyin üç kardeş toplanır, gündüz meydana gelenleri konuşurlar. Ertesi gün İstanbul’a dönmeyi kararlaştırırlar. Sabahleyin Recep torunlarının kararını Büyükhanım’a haber verir. Gençler kahvaltıdan sonrasında yukarı çıkıp onunla vedalaşacaklardır. Kahvaltıdan kalkınca Nilgün’ün başı döner, midesi bulanır. Gidip uzanır. Durumu gitgide ağırlaşır. Sonunda beyin kanamasından ölüverir. Gençler şaşırırlar, üzüntüden ne yapacaklarını bilemezler. Büyükhanım ise yukarıda, onların gelip vedalaşmasını bekler. Recep’i çağırır, fakat o da gelmez. Aşağı inmeye çabalar, beceremez. Yatağına uzanır, yorganını başına çeker. Ev tam bir sessizliğe bürünmüştür. Hasan istasyona gider. Büfeden almış olduğu gazeteleri merakla, kaygıyla gözden geçirir. Nilgün’le ilgili bir haber çıkıp çıkmadığına bakar. Trene binerek Cennethisar’dan ayrılır.