Taşlıcalı Yahya (d. 1488?, İstanbul – ö. 1582, Bosna-Hersek) Divan Edebiyatı Şairi.
a) Taşlıcalı Yahya’nın Hayatı
XVI. asır Osmanlı şiirinin önde gelen temsilcilerinden olup divan ve hamse sahibi, mesnevi sanatkarı birinci sınıf bir şairdir. Fuzûlî‘den sonra yüzyılın en üstün mesnevi sanatkarı sayılır.
Dîvân’ında ve Hamse’sinin çeşitli yerlerinde Arnavutluk asıllı olmasından dolayı “sengistandan, taşlı yerden, taşlıktan” koptuğunu söyler.
Muallim Naci‘nin Esâmî’sinden sonra bugüne kadar “Taşlıcalı” diye anılmıştır. Arnavutluk’un ünlü Dukakin ailesine mensuptur. Milliyeti ile her zaman övündüğü halde mücahit Osmanlı gazisi hüvviyetini daima korumuş, şiirlerimde büyük bir heyecanla terennüm etmiştir.
Taşlıcalı Yahya devşirme olarak alınıp Acemi Oğlanlar Ocağı’na getirildi. Burada ilim ve sanata olan hevesi ile tanındı. Şairin odabaşsısı da bilgili ve hünerli bir kişiydi. Dışarı çıkıncaya kadar bu zatın himmet ve kendi gayreti ile o zaman için lüzumlu bilgileri öğrendi. (İslam Ans., 1997, C.13. s.343)
Taşlıcalı Yahya, Yeniçeri Ocağı’na geçince buranın kâtibine çırak oldu ve onun sayesinde yeniçerilere uygulanan teklifattan muaf tutuldu. Böylece birçok şair ve nâsirle tanışma imkanı buldu. Nihayet bölüğe çıktı ve pek çok sefere katılıp “Yayabaşı” rütbesini kazandı. Divanından ve Yavuz Sultan Selim’e takdim ettiği bir kasidesinden onun Çaldıran ve Mısır seferlerine katıldığı anlaşılmaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın tahta çıkışından sonra alimlerin meclislerine ve devrin şairleri arasına katılarak şöhreti yayılmaya başladı. Divan’ında ne Selim’e bir mersiye ne de Kanûnî’ye bir cülûsiye vardır. Bu da şairin o dönemde devrin henüz büyük şairleri arasında yer edinecek kadar ilerlemediğini göstermektedir. Bizzat kendisi Kemal-paşazâde’den ders okuduğunu, Kadri Efendiye üstadım dediğini ve Fenârizade Muhyiddin Efendi’den istifade ettiğini söylemiştir.
Hayatı Anadolu ve Rumeli’de bir savaştan ötekine koşmakla geçen Taşlıcalı Yahya, Kanûnî’nin Viyana ve Alman seferlerinde bulundu. I. Irakeyn seferine katıldı. Bu sırada Defterdar Çelebi’ye, sefer esnasında çekilen sıkıntı ve açlığı tasvir ile yiyecek ve para talebinde bulunduğu bir kaside sundu. Aynı dönemde orduda bulunan Hayâlî Bey ile aralarında bir rekabet başladı. Kaynaklarda açıkça belirtilmemekle birlikte divanında bulunan “Su” redifli gazelden aynı redif ve kafiyedeki meşhur na’tın şairi Fuzûlî ile bu sefer esnasında tanıştığı muhakkaktır. O sıralarda Bağdat’ta bulunan Hayâlî Bey’in de aynı tarzda bir gazeli vardır. 1548 yılında açılan II. Irakeyn Seferi dolayısıyla Kanûnî’ye sunduğu bir kaside de Hayâlî Bey ile kendisini mukayese edip padişahın ona iltifatından yakınır. Bununla da yetinmeyerek Hayâlî’ye hakaretlerde bulunur. Bu sırada kendisi sipahi zümresine dahil olmuştu. Selefi İbrahim Paşa’nın koruduğu Hayâlî Bey’i pek sevmeyen Rüstem Paşa, Taşlıcalı Yahya’e hemen Eyyûb-ı Ensâri tevliyetini verdi. Seferden dönüşte Kaplıca, Orhan Gazi ve Bolayır tevliyetleri ile İstanbul’daki Bayezid tevliyetleri buna eklendi.
Taşlıcalı Yahya saray çevresindeki şairler gibi yaltakçı değildi. Kendisine verilen hediyeleri şairlik ve kahramanlığının doğal bir karşılığı olarak görüyordu. Kanûnî’nin Nahcivan seferi sırasında Konya Ereylisi yakınlarında oğlu şehzade Mustafa’yı katletmesi üzerine Taşlıcalı Yahya’in yazdığı meşhur mersiye Rüstem Paşa ile aralarındaki bağı koparmakla kalmadı onu kendisine düşman yaptı. Padişah isyan çıkmaması için Rüstem Paşa’yı görevden aldı fakat askerin hislerine tercüman olan Taşlıcalı Yahya’e dokunmadı. Bu durun aynı zamanda Türk Edebiyatı Tarihi’nde hiçbir şahsa nasip olmayacak kadar Şehzade Mustafa’ya mersiye yazılmasına sebep oldu. Rüstem Paşa 1555’te yeniden sadrazam olunca Taşlıcalı Yahya’in talihi tersine döndü. Otuz bin akçe ile İzvornik Sancağına sürüldü. Süleymaniye Camisi için her mısrası tarih olan bir kaside yazarak Kanûnî’ye sundu ve içinde bulunduğu zorluğu sıkıntıları anlattı. Rüstem Paşa’nın 1561’de ölümü üzerine bir hicviye yazarak ondan intikamını aldı. Şair, yeni sadrazam olan Semiz Ali Paşa’ya ve diğer devlet ricaline zaman zaman şiirler sundu ama umduğu ilgiyi göremedi. Sonunda Rumeli serhaddına varıp Yahyalı Akıncıları Ocağı’na katıldı. Son kasidesini padişaha Zigetvar seferi sırasında sundu. Padişahtan kendisi için bir şey istemeyip çocuklarının himayesini diledi. Hayatının son yıllarında Gülşeni şeyhi Uryani Mehmet Dede’ye bağlandı kendisini tasavvufa verdi. Kaynaklarda ölüm tarihi ile ilgili çeşitli bilgiler vardır. Üzerinde anlaşılan ortak tarih ise 1582’dir. İzvornik’te toprağa verilmiştir.
b) Taşlıcalı Taşlıcalı Yahya Edebî Şahsiyteti
Taşlıcalı Yahya kuvvetli bir Divan şairi olmakla birlikte Türk Edebiyatı’ndaki asıl yeri mesnevi sahasındaki ustalığı dolayısıyladır. Bu taşralı şairin bir başka özelliği de sadece mesnevilerinde değil kaside ve gazellerinde de sade ve temiz bir dil kullanmış olmasıdır.
Taşlıcalı Yahya beş mesnevi yazarak bir hamse sahibi olmaya çalışmış ve bu idealine ulaşmıştır. Divan Edebiyatı’nda büyük İran mesnevicisi Nizâmî’den beri beş mesnevi sahibi olmak Klasik Doğu romancılığının en sevgili ideallerindendir. Türk Edebiyatı’nda hamse sahibi olmuş şairler az değildir. Fakat Taşlıcalı Yahya gibi beş mesnevisinin her biri ayrı bir değer taşıyan kıymetli mesnevi yazmak her şahsa nasip olamamıştır. (Banarlı, 1998, C.1, s.599)
Taşlıcalı Yahya’in mesnevicilikte en üstün tarafı İran’da yazılmış olan örneklerden aktarmayarak kendi buluş ve ilhamlarına bağlı kalmasıdır. Eserlerinin önsözlerinde bu hususu önemle belirtmektedir. Bundan dolayı devrinin bazı tiplerini, kıyafetlerini, manzaralarını, düşünce tarzlarını Yahya’nın Hamse’sinde görebiliriz. Gelecek asırlarda bilhassa Lale devrinde gelişerek yerleşme akımının ilk belirtilerini Necâti ile birlikte Taşlıcalı Taşlıcalı Yahya’de görmekteyiz. Sırf mesnevilerinde değil kaside ve gazellerinde de yerli çizgiler bulunmaktadır. Gününden aldığı motif ve intibaları aşırı süse kapılmaksızın oldukça açık bir üslupla anlatmıştır.
Dışa dönük, sinirli ve hırçın kişilikte olan Taşlıcalı Taşlıcalı Yahya, Hayâlî’nin içe dönük mutasavvıf derviş mizacına uymayan ona aykırı denilebilecek bir karakter taşıyor. Şiirlerinde değişiklikler yenilikler arıyor. Şiirde kapalılık anlayışı onu ancak XVII. yüzyılda “Sebk-i Hindi” ile derinleşen Nâilî, Neşâtî, gibi şairlere yaklaştırıyor. Mesnevilerinin konularında, mecazlarında, şaşırtıcı orijinallik, mahalli tasvir, töre yorumu ve az çok sadelik gösterdiğini belirttiğimiz Yahya’nın bazı gazellerinde bu özellik derinleşiyor. (Kabaklı, 1990, C.2, ss.528-529)
Bunların yanı sıra Taşlıcalı Taşlıcalı Yahya, korkusuz ve atılgan bir karaktere sahiptir. Divanında, mesnevilerinde kendinden bahsederken kahramanlığı ve savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarla iftihar ettiğini belirtir. İçkinin ve içki içenin aleyhinde dindar bir kişidir. Divanının pek çok yerinde bilhassa kaside, musammat ve şehrengizlerde, ayrıca hamsesinde devrinin siyasi, içtimai ve askeri özelliklerini aksettiren çok kıymetli bilgiler vardır.
Giyim kuşamı, kişiliği, üslup ve muhtevası ile kendine has bir karakter gösterir. Bilhassa kasidelerinde onun savaşçı ruhunun ve askerlik mesleğinin tezahürleri hemen fark edilir. İlk gazellerinde aşıkane bir eda görülse de Üryâni Mehmet Dede’ye intisab ettikten sonra yazdıklarında tasavvufi fikirler hakimdir. Dili sadedir. Orijinal olmak için düşünce ve duygularını lafız ve mana sanatları ile perdelemek gayesine kapılma ve yapmacıklığa düşmez. Türkçe kelimeleri aruza uydurmak için başvurulan tatsız imaleler onda yoktur. Samimi ve akıcı bir üslubu vardır. Türkçe düşünmek ve Türkçe söylemek yolunda Necati’den başlayıp gelen ve Zâtî’nin çevresinde devam eden geleneğe bağlıdır. Bu özelliği seferlerde geçirilen bir ömür memleketin her köşesini tanımak ve her sınıf vatandaşla ilgilenmek sonucu elde etmiştir.
c) Taşlıcalı Yahya’nın Eserleri
Taşlıcalı Yahya’nın elimizde bir Divan’ı bu divan içinde yer alan biri Edirne diğeri İstanbul hakkında iki şehrengizi ve beş mesneviden oluşan Hamse’si bulunmaktadır. Bunların dışında Latîfî, “Nâz u Niyâz” adlı bir eserin varlığından bahseder. Ancak elimizde böyle bir eser yoktur. Ayrıca 2000 beyitlik “Süleyman-name” yazdığı ve Peygamber’in mucizelerinden bahseden “Gül-i sadberk” adlı eseri olduğu kaynağı meçhul rivayetlerdir. Kendisi Gülşen-i envâr’ının “Hatimetü’l-kitab” bölümünde ve Divan’ının dibacesinde hamse sahibi olduğunu belirtir. Hamsesinin tamamı Kanûnî döneminde yazılmış ve ona ithaf edilmiştir.
1) Divan:
Taşlıcalı Yahya divanını üç defa tertip etmiş olup her seferinde önemli değişiklikler yapmıştır. Bağdat’ın fethi sırasında İbrahim Paşa’ya takdim ettiği “livâ” redifli kasideyi de sonradan bazı değişiklerle Kanûnî’ye sunması bu hususu açıkça göstermektedir. Âdem Çelebi, şairin divanını ölmeden önce tertip ettiğini söyler. Buna göre divanının son tertibi 1575’ten sonradır. Taşlıcalı Yahya, Necâtî Bey gibi önce zamanın padişahını (III. Murat) övdükten sonra Divan’ını Zigetvar’ın fethinde Rumeli Beylerbeyi olan Şemsî Ahmet Paşa’ya ithaf etmiştir. Altı nüshası karşılaştırılarak Mehmet Çavuşoğlu tarafından tenkitli basımı yapıldı. (İSLAM ANS.,1997, C.13. s.345)
2) Şâh u Gedâ:
Eser, sevgili’de ilahi güzelliği görerek ona platonik bir aşkla vurulan Gedâ adlı biriyle Şâh adlı sevdiğinin hikayesidir. Burada bir insanın mecazi aşka kapılması bu aşkı dolayısıyla çektiği sıkıntılar ve nihayet kalp gözünün açılarak hakiki aşka yönelişi nakledilmektedir. Kitap, Tevhîd, Münâcât, Naat gibi dini manzumelerle başlar. Kasidelerden ve kitabın yazılış sebebinden sonra İstanbul’a ait bir bölüm bir bölüm ile devam eder. İstanbul surlarının, Ayasofya, At meydanı (Şimdiki Sultan Ahmet meydanı) ve buralardaki güzelliklerin tasviri mesneviye bir hayli zengin bir mahalli renk verir. Esasen Taşlıcalı Yahya’in hemen bütün ederlerinde bu mahalli renk vardır. Nitekim eserinin sonunda kimsenin eserinden bir şey almaksızın tamamını kendi buluşlarıyla yazdığını belirtmeye ihtiyaç duyar.
3) Yusuf u Züleyha (Zeliha):
Bir aşk macerasıdır. Taşlıcalı Yahya’in bu eseri Türk Edebiyatı’nın belki de Şark Edebiyatı’nın bu konuda meydana getirdiği en muvaffakiyetli eserdir. Şark Edebiyatı’na önce Tevrat vasıtasıyla giren, sonra Kur’an-ı Kerim’in en güzel suresini teşkil eden Yusuf’un hikayesi aslında Şark’ın hem ilahi hem de cismani bir aşk ve ihtiras macerasıdır. İran Edebiyatı’nda dini-tasavvufi inanışlarla da birleştirilen hikaye aslında bir İbrani menkıbesidir.
Mesnevisinin konusunu bu menkıbeden; onun Kur’an-ı Kerim’de “Kıssaların en güzeli” halindeki hikayesinden ve Şark Edebiyatı’nda kendisinden önce Yusuf u Züleyha yazan tanınmış mesnevicilerin eserlerinden alan Taşlıcalı Yahya bütün bunlara rağmen orijinal bir eser meydana getirmiştir. Eser, Kıssa-i Yusuf’taki diğer hadiseleri de bulundurmakla birlikte bilhassa aşk ve ihtiras sahneleriyle dikkate değer bir sanat eseridir. Şair, ahlak ve iman ötesine taşmayan, platonik bir aşkın değil daha çok beşeri bir aşkın insan ruhunda ve insan hayatında yarattığı arzu ve ihtiraslarını kısa fakat kuvvetli çizgilerle ve büyük ustalıkla göstermeye muvaffak olmuştur. Eserde aşk ve ihtirasın hakim karakteri Züleyha’dır. Dini ve ahlaki inanışlarla kendini Züleyha’nın dayanılmaz cazibesine kapılmaktan korumaya çalışır. Yusuf, nefse hakimiyetin kuvvtli fakat hayali bir tipidir. (BANARLI, 1998, C.1, s.600)
4) Gencine-i Râz:
Taşlıcalı Yahya, Nizâmî’nin Mahzan al-asrar, Câmî’nin Tuhfat al-ahrar mesnevileri ve Sa’di’nin Gülistan ve Bostan’ı gibi ahlaki ve dini hikayelerden oluşan bu eserini Peygamber’i rüyasında görmesi üzerine yazdığını söylemektedir. Eser Kanûnî’ye ithaf edilmiştir. Çeşitli konularda yazılan makaleler kırk bölüme ayrılmıştır. Her makalenin sonunda konu ile alakalı bir hikaye vardır. Eser Hamse içinde telif tarihi taşıyan tek mesnevidir. 1540’ta yazılmıştır. (İslam Ans., 1997, C.13, s.346)
5) Kitâb-ı Usûl:
Bu eserin ismi gerek bazı kaynaklarda gerekse son zamanlarda yazılan bazı monografilerde “Usulnâme” diye geçmekteyse de Taşlıcalı Yahya eserine “Kitâb-ı Usûl” adını vermiştir. Değişik konuları ele almış ve bunları yüzün üzerinde hikaye, temsil ve latife ile açıklamıştır. Ele aldığı meseleler çoğunlukla kendi hayatının ve müşahedelerinin mahsulü olup devrin genel manzarasına ışık tutmaktadır.
6) Gülşen-i Envâr:
Taşlıcalı Yahya’nın hamsesinin sonuncu kitabıdır. Bu eserde Gencine-i Râz ve Kitâb-ı Usûl tarzında tertib edilmiştir. Dini-ahlaki hikaye ve temsillerden oluşur. Süleymaniye Cami’sinin övgüsü eserin en dikkate değer tarafıdır. “Sebeb-i telif” bölümü kendi hayatını özeti, mürşidi Mehmet dede ile tanışması hamsesinin tamamlanışının hikayesini verir. Kitabın sonunda iyice ihtiyarlayıp belinin büküldüğünü, yazarken ellerinin titrediğini, ayrıca gözlük kullandığını belirtir.
ç) Taşlıcalı Taşlıcalı Yahya’den Şiir Örnekleri
GAZEL I
1- Dâr-ı dünyâ delü gönlüm gibi vîrân olsa
Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa1- Dünyâ evi deli gönlüm gibi vîrân olsa; ne dünyâ olsa, ne can olsa, ne de ayrılık olsa.
2- Kâşki sevdüğümi sevse kamu ehl-i cihân
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa2- Keşke sevdiğimi herkes sevseydi de hepimiz onu konuşsak, sürekli ondan söz etseydik.
3- Bir demür tağı delüp boynına almak gibidür
Her kişi âşık olurdı eger âsân olsa3- Aşık olmak demir dağı delip boynuna almak gibidir; eğer bu iş kolay olsaydı herkes âşık olurdu.
4- Şâdmânam gam-ı yâr ile sevinmez yokdur
Bir gedâ cümle cihân mülkine sultân olsa4- Bende sevgilinin derdi var diye mutluyum; bir dilenci bütün dünyâya hâkim olsa sevinmez mi?
5- Cân atar karşu çıkar izzet eder ey Yahyâ
Hançer-i dilber ile bir çıkışur cân olsa5- Sevgilinin hançeri ile baş edebilecek bir can olsaydı, hemen karşılar, can atar, ona saygı gösterirdi.
GAZEL II
1- Mecnûn-ı aşkı lâle gibi taga saldılar
Hem taga hem benefşe gibi bâga saldılar1- Aşk delisini lâle gibi dağa saldılar; hem dağa hem de menekşe gibi bağa saldılar.
(Mecnûn, deli anlamı dışında Mecnûn anlamında da tevriyeli kullanılmıştır.)2- Başlandı çünki kasr-ı mahabbet yapılmaga
Ferhâdı taşa Husrevi topraga saldılar2- Sevgi sarayı yapılmaya başlanınca; Ferhâd’ı taşa, Husrev’i toprağa saldılar.
3- Kayd-ı gam-ı cihândan alup dest-i aşk ile
Şehbâz-ı rûh-ı âşıkı uçmaga saldılar3- Dünyânın gam bağını aşk eliyle alıp, âşıkın rûh doğanını uçmağa bıraktılar.
4- Cânânı kalb-i âşıka sôfiyi Kâ’beye
Kimin yakına kimini uzaga saldılar4- Sevgiliyi âşıkın kalbine, sofuyu Kâbe’ye, kimini yakına, kimini ise uzağa saldılar.
5- Müstagrak etdi gözyaşı Yahyâyı nâgehân
Berg-i hazânı sanki bir ırmaga saldılar5- Ansızın Yahyâ’yı gözyaşı, hazan yaprağını nehre atmış gibi sürükleyip boğdu.
GAZEL III
1- Cihânın cânısın sensiz vücûdumda hayat olmaz
Bana senden cüdâ olmak gibi müşkil memât olmaz2- Seni ben câna teşbiye etdim amma cândan â’lâsın
Zehîr-i hüsn melahat-zât pâkin gibi zât olmaz3- Ne gam uşşâkna gâhi vefâ gâhi cefâ etsin
Kuluna pâdişâhdan hemîşe iltİfât olmaz4- Gözümden çıktı yaşım gibi dünyâ aşık olaldan
Menâl ü mâlı dünyânın bana lât ü menât olmaz5- Muhabbet mihneti dâl etse tekmî kadd Yahyâ’yı
Cihânda bir kapudan geçmez olakim iki kat olmazŞehzade Mustafa Mersiyesi
I. bend
1. Meded meded bu cihanım yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı1. Meded, meded! Bu dünyanın bir tarafı yıkıldı. Çünkü ecel eşkıyaları Mustafa Han’ı yakaladılar ve boğdular.
2. Tohındı mihr-i cemâli bozuldı erkânı
Vebale koydılar âl ile Al-i Osmânı2. Onun güneş gibi parlak olan yüzü battı ve maîyeti bozuldu. Osmanoğullarını hîle ile günaha soktular.
3. Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o canibe döndürdi şâh-ı devrânı3. Padişahın yanında o yiğidin sözü geçtikçe onu çekiştirirlerdi. Nihayet devir padişahını felek, onların yönlendirmek istedikleri tarafa döndürdü.
4. Yalancımın kun bühtanı bugz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumımı yakdı nâr-ı lıicrânı4. Yalancının kuru iftirası ve gizli düşmanlığı gözümüzün yaşını akıttı, gönlümüzde ayrılık ateşi yaktı.
5. Cinayet etmedi cânî gibi anun câm
Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı5. Zavallı şehzade caniler gibi bir cinayet işlememişken, belâ seline düşüp boğuldu. Bütün yanında bulunan yakınları darmadağın oldu.
6. N’olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm
Yazuklar ana reva görmedi bu rayı gözüm6. Keşke şu olayı gözüm görmemiş olsaydı. Doğrusu ya, şehzade hakkındaki hükmü doğru ve uygulanan cezayı adalete uygun görmedim.
II. bend
1. Tonandi ağlar ile nurdan menâra dönüp
Güşâde hatır idi şevk ile nehâra dönüp1. Şehzade beyaz bir elbise giymiş, bu haliyle nurdan bir minareye dönmüştü. Babasını göreceği için mutluluktan parlayan yüzü gündüzü andırıyordu.
2. Göründi halka dıraht-ı şükûfezâra dönüp
Ütag u haymeleri karlu kûhsâra dönüp2. Şehzade halka çiçek açmış bir ağaç gibi göründü, otağ ve çadırları da karlı dağlara benziyordu.
3. Tururdı şâh-ı cihan hiddet ile nâra dönüp
Yürürdi kullan yamnea lâle-zara dönüp3. Cihan padişahı olan Kanunî Sultan Süleyman hiddetten ateşe dönmüştü, yanında yürüyen adanılan da bir lâle tarlasını andırıyordu.
4. Müzeyyen idi bedenlerle ak hisara dönüp
El öpmeğe yüridi mihr-i bî-karâra dönüp4. Padişahın çadırları bedenlerle süslenmiş, akhisara dönmüştü. Şehzade ise sevincinden güneş gibi yerinde duramaz bir haıe gelmiş ve el Öpmek.için otağa doğru yürümüştü
(Beden: gövde, hile duvarı ve büyük çadırların etrafına çekilen bezden perde mânâsına gelir. Burada, bu son mânâyla ilgilidir).
5. Tolmadı gelmedi çünkim o mâh-pâre dönüp
Görenler ağladılar ebr-i nev-bahâra dönüp5. Ay parçası gibi şehzade bath, babasının otağından dönüp gelmedi. Sonra onun cenazesini görenler yağmur yağdıran bahar bulutu gibi ağlasınlar.
6- Bir ejdehâ-yı dü-serdür bu hayme-i dünyâ
Dehânma düşen olur hemîşe nâ-peydâ6- Bu dünya çadırı, dâima ağzına düşenin görünmez olduğu iki başlı bir ejderhadır.
III. bend
1, O bedr-i kâmil ol âşinâ-yı bahr-i ulum
Fenaya vardı telef etdi ara tâli-i şûm1. Ayın ondördü gibi bilgili ve ilim denizinin tanışı olan o şehzade yok olup gitti. Uğursuz talih zavallıyı telef etti.
2. Dögündi kaldı hemân dâg-i hasret ile nücûm
Köyündi şâm-ı firakında doldı yâş ile Rûm2. Gök yüzünde birer yara gibi görünen yıldızlar şehzadenin, hasretiyle dövündü kaldı.
Osmanlı ülkesi onun ayrılığı akşamında hasretle yandı tutuştu, gözleri yaşlarla doldu.3. Kara geyürdi Karamana gusse etdi hücum
O mâhı ince hayâl ile etdiler ma/’dûm3. Hüzün ve keder hücumu Konya halkına karalar giydirdi. O ay yüzlü şehzadeyi, ince hesaplar, us taca entrikalarla yok ettiler.
4. Tolandı gerdenine hâle gibi mâr-ı semûm
Kazâ-yı Hak ne ise razı oldı ol merhum4. Zehirli bir yılan, yani cellâdın kemendi şehzadenin boynuna hale gibi kuşandı. Rahmetli kaderi ne ise ona boyun eğdi.
5. Hatâsı gayr-ı muayyen günâhı nâ-ma’lûm
Zihî şehîd ü saîd ü zihî şeh-i mazlum5. Hatası görülmemiş ve günahı bilinmemiş iken öldürülen şehzâde, ne mübarek ve manen ne mutlu bir şehîd ve ne derece zulme uğramış bir sultândır!
6. Yıkıldı yer yüzine aslına rücû etdi
Saadet ile hemân kurb-ı hazrete gitdi6. Şehzâde yer yüzüne yığılıp kaldı ve aslı olan toprağa döndü. Şehîdlik mutluluğuyla İlâhî makam civarına gitti.
Taşlıcalı, Şehzade Mustafa‘nın öldürülmesi üzerine yazmıştır bu mersiyeyi, Kanuni Hicviyesi olarak da bilinir.
Süleyman, Hürrem, Mustafa, Bayezid, Sarı Selim hepsi bir arada düşünülürse bu eserin kıymeti daha iyi anlaşılır.
Şehzade Mustafa, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olmayan iki oğlundan biridir. Şehzade Mehmet kendi eceli ile öldükten sonra Hürrem Sultan için kendi oğlu Şehzade Bayezid’e tek rakip olarak Şehzade Mustafa kalmıştır.
Şehzade Mustafa çok iyi eğitilmiş bir şehzade, çok cesur ve başarılı bir askerdi de aynı zamanda. Halk ve asker nezlinde de çok sevilirdi.
Hürrem Sultan ve damadı Damat Rüstem, Şehzade Bayezid’i tahta çıkarmak için saray da ve devlet erkânı içinde entrikalar yaratarak Şehzade Mustafa’nın Kanuni’yi devirerek tahta geçeceğini iddaa ederler. Hürrem tarafından da zehirlenen Kanuni, kimi tarihçilere göre entrika olduğundan haberdar olmasına rağmen devletin bekâsı için, kimi tarihçilere görede haberdar olmadan kendi iktidarı için Şehzade Mustafa’nın öldürülmesini emretmiştir.
Savaş sebebiyle Konya’da bulunan bir otağa çağrılan Şehzade Mustafa, yine kimi iddaalara göre olacaklardan haberdar olmasına karşın padişaha karşı gelmek istememesinden otağa gitmiştir, padişahı yerinde bulamaz ve üzerine atlayan iki cellatla mücadele ederek kurtulmaya başarır. Daha sonra gelen cellatları deviremez ve şehzadelerin öldürülmesinde kullanılan domuz bağırsağından halatla 38 yaşında boğularak öldürülür.
Rivayete göre Kanuni infaz sırasında orada bulunarak olayı izlemiş, öldürülmesinden sonra başında yas tutmuştur. Ve ölene kadar Mustafa’nın pişmanlığıyla yaşamıştır.
Şehzade Mustafa öldürüldükten sonra Hürrem Sultan’ın oğlu Şehzade Bayezid bazı politik ve askeri hatalar yaparak padişahın gözünden düşmüş ve daha sonra bizzat İran şahı tarafından öldürülmüştür. Şehzade Bayezid’in de ölümünden de sonra taht Kanuni’nin oğulları arasındaki en yeteneksiz en vasıfsız olana, Sarı Selim’e kalmıştır.
Ayrıca bakınız ⇒
Divan Edebiyatı