Yılmaz Gruda Kimdir? Hayatı, Edebi kişiliği, Eserleri

Yılmaz Gruda (d. İstanbul, 14 Temmuz 1930). Tiyatro, sinema, dizi oyuncusu, şair, oyun yazarı, çevirmen.

Yılmaz Gruda

Yılmaz Gruda, Ankara Ticaret Lisesindeki öğrenimini yarıda bıraktı. Yazarlık, sanat yaşamına, 12 yaşında Gerçek gazetesinde tefrika roman yazarak ilk adımını attı. Ne var ki gazete kapanınca romancılığı da yarım kaldı. Sonra şiir geldi. 1945’te yayımlanan şiirleriyle başladı. 1952’de tiyatroya geçti. Dergi ve gazetelerde şiirleri; tiyatro, sinema ve kitap eleştirileri yayımlandı.

İlk kitabı Çarmıhtaki Yeni Mehmet’i yayımladı (1963). 100’den fazla oyunda oynadı, 100’den fazla oyun yönetti. 300’ü aşkın filmde rol aldı, senaryolar yazdı. Çeşitli tiyatrolarda oyunlar sahneledi. Çehov’dan çevirdiği Tek Perdelik 9 Oyun 1984’te yayımlandı.

Tiyatro üzerine olan görüşlerini Şu Bizim Tiyatromuz adı altında topladı. Eşi Türkan Gruda’yla yazdığı Kasetçi ve Sultan Aziz Vakası adlı oyunları Devlet Tiyatrolarınca kabul edildi. TRT Ankara ve İstanbul Tiyatrolarını yönetti, oyunlar yazıp, mikrofona koydu.

Türkiye’de ilk kez 1960’ta Stand-Up, Çağdaş Meddah’ı sahneye koyup oynadı. Yine ilk kez televizyonda Meddah ile Ortaoyunu’nu açıklayarak sundu. 15 kişilik grupla Talk-Show yaptı.

Tiyatro etkinliklerini sürdürürken, reklam sektöründe yaratıcı direktörlük yaptı. İstanbul Büyükşehir Gösteri Merkezi ile Belediye Tiyatrosu’nda genel sanat yönetmeni, oyuncu, yönetmen, öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ulusal Kanal’da genel sanat yönetmenliği yaptı. Çok sevilen TV dizisi “Yabancı Damad’da Celayir Usta’yı canlandırdı.

Şiirde biçemin içerik tarafından belirlendiğini söyleyen Gruda, içerikte de şiir anlayışındaki yorumu önemsedi. Çerçi Zeus’la Türk Tabibler Birliği 1999 Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü, son şiir kitabı Marathon, Bir Uzun Koşu’yla da 2003 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü kazandı.

Yılmaz Gruda’nın Eserleri (Kitapları)

  • Çarmıhtaki Yeni Mehmet (1963),
  • Şu Bizim Tiyatromuz, Koza Yayınları, İnceleme, 1976,
  • Biraz Reklam Alır mısınız?, Kelebek Yayınları, Kasım 1986,
  • Kül Altındaki Kor, Anton Çehov, Çeviren: Yılmaz Gruda, Kabalcı Yayınevi, Piyes, 1993,
  • Tek Perdelik Dokuz Oyun, Anton Çehov, Çeviren: Yılmaz Gruda, Bilgi Yayınevi, Piyes, 1994,
  • Camdaki Düşman, Öteki Yayınevi, Şiir, 1996,
  • Çerçi Zeus – Bir Çağdaş Mitoloji Denemesi, Öteki Yayınevi, 1997,
  • Çarmıhtaki Yeni Mehmet, Öteki Yayınevi, Şiir, 1997,
  • Marathon “Bir Uzun Koşu”, Şiir, Bilgi Yayınevi, Haziran 2002,
  • Manzum Nasreddin Hoca Fıkraları, Kaynak Yayınları, Mizah-Fıkra, Haziran 2006,
  • Çağdaş Edep-Erkan Görgü Kitabı, Kaynak Yayınları, Deneme, Aralık 2007,
  • Bir Başka O – Oratoryo, Kaynak Yayınları, Şiir, Şubat 2007,
  • Köylü Devrimci Börklüce Mustafa, Berfin Yayınları, Efsane, Mart 2008,
  • Kavuklu Hamdi, Ortaoyunu, Mitos Boyut Yayınları, Piyes, Ocak 2011,
  • Sultan Abdülaziz Vak’ası, Bilgi Yayınevi, Roman, Kasım 2012,
  • Kendi İle Kendisi, Hayal Yayınları, Şiir, Mart 2013,
  • Yeşilçam Cehennemi, Bilgi Yayınevi, Roman, Mayıs 2016,
  • Gelir Ergeç / Karşı Roman, Berfin Yayınları, Roman, Şubat 2017,
  • Bir Devlet Memurunun Ölümü, Anton Çehov, Çeviren: Yılmaz Gruda, İnkılap Yayınevi, Roman, Ağustos 2018,
  • Sımayıl İle Razıya (Taş Baskı) / Bir Sevda Romanı, Kırmızı Kedi Yayınevi, Roman, Ekim 2020.

Ödülleri:

  • Behçet Aysan şiir ödülü, 1999, Çerçi Zeus
  • Cumhuriyet Gazetesi, Yunus Nadi Ödülü, 2003, şiir dalında birincilik, Marathon “Bir Uzun Koşu”
  • 2016 Altın Portakal Film Festivali – Yaşam Boyu Onur Ödülü
  • Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri, Onur Ödülü, 2018
  • Harput Kısa Film Festivali, Yaşam Boyu Onur Ödülü, 2021

Yılmaz Gruda’nın Şiirlerinden Örnekler

Çağrı

Gün vuruyor gün almaların alnına
almaları ne benden alırsın, ne daldan
bu ne menem oluş böyle
dağlara kan çöküyor can, can çöküyor bahçalarda-
gün sensiz vuruyor almaların alnına
beni sana hasret vuruyor
hiç böyleyin yazmamıştı ol sevda-
yetti gayrı
yetti toprak toprak bölündüğümüz
yetti beni senden ayrı komalar
içesim yok bu duru suları, gülesim yok-
benden ayrı akşamların olsun ha
sen bir başına kahrol sana
ben bir başıma kahrolayım ha
aklıma ziyan yaşadığın-
konuş gayrı, gayrı gel
bu dünya rahatların koyup da gel
bütün giysilerin soyup da gel
de- dursun kula kul olmuşluğun buncası
sen kendin kulsun kendine
kendine tanrı sen
sen kendini bulmaz isen
ne umur beyin kendine-
dağ bir yana de, yol bir yana
de ben deryayım
güneş yedim ay ne ki
burada tek ben olacak de
benden ileri
burada ne kavga ne ağrı
ne umut, ne umudun ötesi de-
ben hak dedim
önce seni bildim, sonra beni
yar dedim, sen
beni yenmektir dedim aşk,
işte yere çalıyorum gayrıyı, mülkü
bir aşk yakıyorum şimdi bu dağ başında
bir dağ başında sen yakacaksın
bir kentte o-
konuş gayrı, gayrı gel
de- dursun kula kul olmuşluğun buncası.

gökte odlar, yıldızlar, bulutlar kayıyor
karanlık ve karanlık ve yaslı sesi Yeşilırmak’ın
şimdi ovayı gözlüyor bir tepeden
dünyanın ilk günü mü, n’oluyor
neredelerdi halklar
birden bağırdı, geceyi, vay nasıl uyardı:

‘nerdesin halk

sensin yere, göğe anlam sunan
sensin önce var, sonra var
nice yürüyeceksin dağlarla kentlerle bir ovadan
nice yol edeceksin deryaları

um’um sensin, dünyam sen
al da yitir beni benden
sevdan odu yetti cana
oy işte canım, kopar tenden

nice yürüyeceğiz ovalarla köylerle bir dağlardan
nice kul edeceğiz toprağı

yu arıt cümle hırstan
adam eyle halk beni
yılgınım yok nice örsten
adam eyle halk beni

nice yürüyeceğiz dinliyle dinsizle bir karanlıklardan
nice mekan kılacağız uçmağı

oy işte canım kopar tenden

C.
yine mi o güneş,o hiç kimselerin yaşadığına şimdi
gitmek o,varmak o,ben o
o bir başına evrenler
o bir başına evrenlere yalnız
o ölmek değilse,iyi yok,güzel yok
ne bilmediği niceler yok kişiye izdüşümü,ya kişi
sonra o ağaçlarda üç gök
gitmek o,varmak o,ben o
bu dünyada ne güzel çoğuluz
ya bu al sabahlara tek tek bakış ne demek
duramam gayrı yar
durdurak kaldı benden
yitmek ne güzel çoğul
seni her bilmek yetmiyor
onlar avuçlarında gözyaşı yonttuğu tanrılar
bir yıllık sezgi susuyorlar

ilk bağrıda yerim yoksa,hiçbir yönde yerim
sen deme nazlım,ben derim senin türkünü
derim de bağışla demem:

-Gördük ki sen yar olmadın canımıza gittin
eli yeğ tuttun biz garibe
Bir ince ateş kodun bağrımıza gittin
Bir kerre ölmek mi bir kere sevmek
He dediydik n’olaki
Sen gıdıcıydın amma gıttın-

yol dedi vay nasıl adam
yolla birlik halklara gitti.

İstanbul Yıkıntısı

1.bunca yıl sadece vardım bu evrende
hiçbirşey -ama hiçbirşey yetmiyordu bana
bir bela gibi biliyordum yetmediğini
tutup kendimi bu istanbullara attım-
oysa bu yoğun uğultuda bu istanbullarda yine sen
örneğin bir adam bir şarkıya dursa
bütün ankarayı toplayıp geliyorsun
bir mevlaymış gibi geliyorsun üstelik
ben sevmesemde yaşayacaksınişin güzeli
-seni dövüne dövüne sevdiğim mutlak-
her dönemeçte karşıma çıkacaksın sanki
sanki sen istanbulsun.

ama sen istanbul olmuşsun da ne olmuş
bu ben değilmiyim trenlerde, sokaklarda taşıdığım
değişen bir şey yok
hep aynı sığıntılık duyusu-hep aynı yoksulluk
makbulenin çocukları
ne var ki hiç bu kadar yakından bakmamışım insana
şöyle bir -yürekten güldüklerini görsem yok mu
mutlu olmam için yetecek herşey
ben yetecek diyorum-bir düşün
bu aydınlığa ulaştım demektir.

şimdi bir ev -denize bakan bir bahçe
şimdi ikide bir yaşımı sormuyor mu
eğilip hançer çiziklerine suratımın
sarmısak ve kudüs kokan ağzıyla bu orospu
kişi öyle kolay yıkılmıyor anlıyorum
bir büyük sabah dokuyorlar karanlıklarda
bu umudu çarşı pazar satabilirim artık.

2.İstanbulu soruyorlar mardiros kazasyana-
bir karo üçlüsü bulsa mardiros
blum diyecek
İstanbul mu diyor
Yoktu ki olsun-
ama insan var
mücevherat gibi
limanda, tersanede, kavgada görürsün
sana ışıklar koparıp getirir yeraltından
kendi ölüsünü bile kendi getirir
bir çocuk gibi güler istasyonlarda
bir keski gibi güler yalnızlığı
bu yıkımlar pek koymaz adama

istanbulu sormasan ya
çare yok soracaksın
bu kan tükürmek istediğim haliç demişsin
bu evrenlere yuf çekmiş bir zehir zıkkım sevda
bu geçmişi kandilli beyoğlu cumaları demişsin
yani sen istanbul demiş yıkılmışsın
İstanbul sana yıkılmış.

Kara Şapkalı Haydut

‘türkü’
Benim hiçbir zaman şapkam olmadı
ne beyaz ne kara
sevmediğimden deyip geçiyorum.
Geçsem iyi-kara şapkalar çalıyorum düşlerimde
Kaç çocuksu yakalıyorum kara şapkalar altında beni
Sonra nasıl yoruluyorum,anlatamam
Sevmediğimden deyip uyanıyorum
Bakıyorum benim saçlarım hiçbir zaman olmamış
ne beyaz, ne kara
sevmediğimden deyip ıslık çalıyorum.

Sen hep orada acı ışıkta dursan,kendiliğinden güzeldi
Birden kim dedi yüreğime yürü
Birden niçin benim hiçbir zaman şapkam olmadı
Ya beyaz, ya kara.

sen hep bir denize karşı oturuyordun
Sen yine aynı denize karşı mı oturuyorsun
Bben sustuğuma karşı oturuyorum
Seni bana bağırıp,benim diyorum
Benim hiçbir zaman şapkam olmadı
Ne beyaz, ne kara.

‘ağıt’
Hep bir yerlere gidecekmiş gibi yaşadı:
Düzendışı,okunaksız,tedirgin.
Bir gün baktı ki bu dünya göze-göz dişe diş;
Bir gün baktı ki bu dünya yaşanmayacak kadar güzel.
Silip ak kagıtlara yazılmış sabahlarını, akşamlarını,
Bir büyük deniz düşünerek sustu.
Artık sana şiir yok.Artık hiç kimselere yok.
Şimdi bir nehirde gidiyor kara şapkası

-dönüş’
Deniz bağırıyorum bir nehir odasında
ve ben neden buradayım
Sular,sebepler dokuyorum:büyüsem büyüsem insanı
Sonunda şapkasızlığım oluyor hepsi
Şapkasızlığım oluyor sebeplerden hiçbiri
Sadece ben üşüyorum herkesleri
Herkesler bir üşüse bilirmisin n’olucak kendini
Sebeplerin hiçbiri

Büyük harflerle yazılmış bir avuntu şimdiler
Varmakla olmanın arası küt ve güneşleniyor
Bir eski bahar donanıyorlar gelmedikleri teoreme

Donanıp gecenin sonuna kadar soluyorlar
-menekşelerini suya koymamışım onlarda soluyor-
Ama niye eski donanıp bahar soluyorlar bilsenize
Ben biliyorum da ne,olmakla varanın arası
Ben gittim de daha mı iyi,hanisiniz
Sen nasılsın göremiyorum,bir türlü sen değildin o
Önümde yosunlar ve yosunlar

Eğer hala varsan eğer haydutsam sana kara şapkalı
No’lur emanetçiden kitaplarımı al
Git suya koy menekşeleri
Ocakta gaz olacak çayı hazırla
Kara esvabımı sandıktan çıkar şapkasız da giyerim
Saçlarını omuzlarına bırak: öyle daha
Kapıyı açtın mı bir denizle ordayım
Bir denizle: ne beyaz ne kara

‘öykü’
Döndüm
insanı yağmurda unutmuşlar çürüyor
bir nedeni olacaksa ben bulamadım.
Emanetçiyi de bulamadım ykılıp gitmiş
olanların en güzel olanı bu
kitaplarım hiç olmayacak artık.
Odamı güneş kuşanıp,taramış rüzgar
duvardaki resmin
ve ne kadar mümkünse o kadar solmuş menekşelerin
kara esvabımı toz bürümüş:
sana bir şeyler olmuş anlıyorum
değil mi ki benim hiçbir zaman şapkam olmadı demişim
hiç solmayacak menekşeler düşündüm sana.

Tuhaf gelir mi bilmem
penceremde nar çicekleri
bakıyorum her sabah.
Nedense ne zaman bakıyor olsam:hep sabah
Sanki ben hiç gitmedim,sen hiç gitmedin sanki

-gitmedin mi,bu kıyamet neden-

çok çektin biliyorum bağışla
Ben bir türlü buradan olamadım.
ne var ki kendim için kovalamıyorum kendimi

Nereye gidersen git,ama nasılsan öyle kal
insana saygını yitirme olur mu
dünya yaşanacak kadar güzel
daha güzel olacak inanaıyorum
kolay bitmiyor insan.

bir taş gücüyleyim nerdeysen
sensizliğe yıkımlara umuda.
Nasılsan-
olur mu
Ben bir türlü buradan olamadım
bir deniz atıyla gidiyorum kitapsız şapkasız
gidiyorum gidiyorum her sabah.

sabah mı

‘ağrı’
Bir durma hiçlik götürüyorum,çizdiğim mutluluğa,
çarşılardan
(bir afrika,bir gökovaları gibi yalnız)
Her adım,bir insan daha deliirip yaşanandan
Nar çiçekleriyle giden bir nehir yanarak
Ne suya baksam,bir deniz görüyorum,elişi kağıttan
(en eski kalyonları ve denizatlarıyla)
Sonra yalın bir çığlığı suratıma kapatıp,çocuklardan
Uzun uzun gitmekleri,bir bir boğarak içimde
Sabahları mrdiven saçlı,bir uzak kızın,yağmur elli
resmine doğru
Büyük ve kalın seslerimle türküleyip bir mısraı
Şapkam sensin diyorum,beni haydut,
Beni bu taş beyinli kentlerde isa kızdıran-

Biliyorum,meryem’i yutturmak,öldükte,anam adı
öyküsü
Oysa babam,ağır ve nasırlı elleriyle bir feodal
Direndikçe kentsoylu çizgilere karanlığında
Benim ötemdeki bir ben karalandım

Şimdi o atlı karınca,feneralaylı kalabalıklaımı verip
Nar bahçelerine giden bir nehre bakarak
Biraz daha ölmek alıyorum bize bıraktıklarından
Biraz daha çarmıh-kanımla büyütmeye
Kimbilir belki bir şey var,bize demeye yetmedikleri
Kimbilir belki de gitmek sadece
Bir var ki kan tutması gibi bir sıkıntı
Ve hala gidiyorum,bir pencereden bir pencereye

Aam en iyisi sen gel bütün kapıları kapattım
Pencereleri de kapatırım,atlaslrı da
İnsan zaten kapanmış-
Menekşeler aldım,gözleritoprak bir çocuktan
Oturur onlara bakarız,ihtiyar ellerimizi bir yana koyup
Oysa ne güzeldiler doğduklarında,umduklarından
Ve ağır,nasırlı elleriyle,bir feodal beyi babam-

‘manzume’
Kapıları kapatıp gül-gülistandır yaşanan dedim
fesleğenler dedim,kuşkonmazlar dedim,pencereme,
olmadı
bir ille siyah,ben hariç,ibrahimlerin unuttuğu
altıyüz rakamlı bir şarkı,senin anlayacağın
dedeefendili,hafızpostlu,udibilmemkimli
bir deaksimlerde meydanlarda semai dönüyorlar
horoz oğlu horoz kurdukları hizalandıkları saat
hacıyağı yıkanıp lökleşiyorlar modern koltuklara
büyük harflere ar cızıktırıyorlar günlükleri-

Aslında canım sıkılmıyor,ne etseler
ne kadar ibrahimseler o kadardırlar
böyle başa,böyle yediverengülü
dünyayı bir öküz öyküsüyle karıştırıyorlar da
ondan oturup gazozlar içiyorum üstüste
ferahlamıyorum ama zurnada peşrevim artık.

‘saga’
Ansızın bütün limanlarda birden görünecek
Bir beyaz kalyonla
Uzak değil diyecek,uzak değil
Bir insan yüreği kulaçta.

Ansızın bütün limanlarda birden görünecek
Bir beyaz kalyonla
Hadi bırakın diyecek,bırakın bunca yaşanmayanı
Hadi hep beraber insana.

Ansızın bütün limanlar birden yitecek
Bir beyaz kalyonla
Kurtulduk diyeceğiz,kurtulduk
bütün…
ve ansızın…

‘harlem noktürn’
-a-
Sevmek bir yerlerdeki sabah galiba
Beni bir türlü oraya götürmediler

İşte herşey açık seçik
Bu sensin
-ama bir nereye kadar sensin,bilmiyorum-
Sen deyince,bir yerlerden kar yağıyor gibi
Zanzibar’a bir bilet çalınmış diyorlar
Bir yitik çocukarıyorlar limanda –
Sen mi söyledin ben mi çiziyorum:
Bir gün insana bayramlarla çıkmışsın evden
-akşamları yine geliyormuşsun
yine üşüyormuşsun güneş düşünüp-
Ama dönmemişsi hala,
Dışarda ne oldu söylesene
Niye böyle gitmek olmuşsun
Ben anlamadım ki seni anlıyorum
Gözlerindeki bu siyah ondan

Bunlar onların hesapları: hiç bitmiyor
Aynı elleri,aynı kalemlerle: beyaza sığınmışlar
aynı kalemlerle eşit yazdıkları
Güçleri asfalt ormanlarda yalnızlığıma var
Güçleri,açlığımdan insan

Bunlar da benim ellerim
Bir uazun kartacadan beri üşüyorlar
Kısık bir siyahı utanıyor suratım,
bir nerde beyaz
Bir orda suç ve halem hıçkırıyorum
Acı bir deniz birikiyoorum: jazz
Bir bir birikiyorum bu adamları
-b-
Sevmek bir yerlerde ki sevmek galiba
Bu karanlığımı oraya götürmüyorlar

N’olur öyle uzak bakma
Sen al götür beni Bu suratımı sakla
Bana yeniden anlat insanı
Bu değil de yanılıyoruz de
Bitecek bu hesaplar
-c-
Haydi eve gidelim
Haydi insana
Bayramlara.

İt Zincirleme

tuhaftır:
adamsız bir sonrada yaşıyoruz
kimseler kımıldamıyor ışığa
hep aynı mısraı okuyorum bıkkınlığında kahrın:
saadet diyorum,saadet işte,saadet sadece-
ardında küçücük -rezil cennetlerim duruyor kelimelerin
korkularım duruyor-

tuhaftır:
bütün akdenizler napoli marsey
sonra pari
pari’de orospu çocuğu sen-jermen-dö-pre masalı
bulvarlara bağdaş kurmuş donanmalar duruyor-
tuhaf işte
bir kere daha çıkarma yapıyorum salerno’ya:
yanımda nevada’lı gas,kentaki’den co-vs.-
biri bembeyaz ellerini yitiriyor-derdoluyor eldivenleri
bir yığın hırt kalleş ütük el kanıyor gözlerinde
gözlerindeki özlemler boğuluyor ötekinin
hala inmiyor o güvercin meydanlara -ötekiler yalan
san-marko notrdam yok
yok ayasofya –
ve ben hala küçük bir adamım
hala yüzyetmiş bir lira alıyorum tuhaftır
(tuhaftır:yüzyetmiş bir milyon ‘plase’ ediyorum bir
kalemde)

hüseyin dörde yarım alıyor hala
dört etmiyor iki kere iki-altıdır diyorum öyleyse
bir türlü bulamıyorum altıları
sen sıfıra çıkamıyorsun bir türlü
bir türlü bitmiyor yazamayacakları-acılaşacak maviler
mutlaka acılaşıyor-

tuhaftır:ağrısız bir yürek düşünüyorum hala
oysa tamam-lanamam ki tam-tamlarla
ki kenya’da güneşe uzanıyorum:koparıyorlar sevdamı
bakıyorlar:yeniden doğuyor-yeniden direniyorum.
tuhaftır
ama burada,şuracıkta işte
şuracıkta isyanlar koşuşmuyor suratımda
ellerimle bir cehennem kuruyorum ellerime
şüpheler,korkular kuruyorum:allahsız-tuhaftır:yiğit
şanso’suz bir donkişot vuruyor aynalara:
şanso’suz bir donkişotum şimdi-
yağmurları itmeye çalışıyor bu sokak bu çarşı
bu çarşı bu sokağa sövüntüler yağıyor bir türküden
ve seni düşünüyorum hala
unutuyorum seni çıplakken asfalta yıktığımı-
yitikim sensiz

(yitikim diyorum:birden açılıyor karanlığımdaki kapılar
huzurlar,kervalar gelip yıkılıyor yüreğime
uzak ülkelerden,kaf dağlarından
çarmıh olduğum bir ayğmur başlıyor)
yitikim sensiz işte-sensiz hiç
tuhaftır:hiçbirşey diyemiyorum hala
hala küçücük-rezil cennetlerim
hala yüzyetmişbir lira alıyorum
hala dörde yarım alıyor hüseyin
hala yaşıyorum tuhaftır
tuhaftır insanım hala.

tuhaf işte
bir de ben – bir de ben yağıyorum karanlıklara

(Toplam: 6, Bugün: 1 )

Leave a reply:

Site Footer